Klişe Çizmek

Klişe Çizmek

 Barış Acar - T24 [email protected]Önünde sonunda herkesin, hiç değilse ürettiği kadar klişe çizmesi gerektiğini düşünüyorum. Klişe doğumlardan klişe ölümlere, klişelerle örülü duvarların arasında yaşayan, klişelere basarak yürüyen, klişe okuyan, klişe dinleyen, klişe öğütüp klişe dışkılayan insanlar olarak bizler, bir gün bir klişenin çıkmazında boğazlanıvereceğiz bu gidişle. İşte bu yüzden, en azından yaptığımız kadar klişenin üstünü çizebilmeliyiz. Gelişmiş, uygar, akıllı vb. değil, yalnızca “insan” kalabilmenin önkoşulu bu neredeyse. Buna cesaretimiz olmalı.  Sanat ve Klişe  Sanat alanı klişe çizmenin en çok gerekli olduğu yerlerden biri kanımca. Kant’ın ısrarla belirttiği gibi, sınırları belli olmayan, biçime bürünmüş tasarım olarak kavrama gelmeyen, belli belirsiz bir varoluşa sahip sanat alanı, sırf bu yüzden klişenin at koşturduğu alanların başında geliyor. Sorun bu oyun alanında herkesin kendi kuralını yaratıyor olması ya da kanonu bozarak yeni kanonlar üretmesi değil elbette. Bu onun doğasının olmazsa olmaz parçası. Ne var ki, sorunu üretenler yeni bir kanon üretme cesaret ve becerisine sahip kimliklerden ziyade, olmadıkları biri gibi davranarak ortalıkta gezinirken kendileri bile farkına varmadan bir anda kanon oluverenler gibi görünüyor. Bu da içinden bir an önce geçilip gidilmesi gereken klişenin süreğenlik kazanmasına, giderek yaşantının kendisi haline gelmesine neden oluyor.  Bir zamanlar edebiyat alanında bunun örneklerini kışkırtıcı metinlerle ele almaya çalışmıştım. “Polemik-Öyküler” başlıklı, bir kısmı Bir Bilet Gidiş Dönüş ve Kitap-lık gibi dergilerde yayımlanmış öykülerle klişenin olanak ve olanaksızlıklarını, -kolaj metinlerle, görsel müdahalelerle, mizanpaj hatalarıyla- “hiçbir şeyden çekmedi Süleyman Efendi ömrü hayatında nasırından çektiği kadar” mottosuyla okur karşısına çıkarmıştım. Bugün benzer bir girişimin, hem de kitlesel bir biçimde, plastik sanatlar alanında yapılması gerekiyor. Ancak ironi olarak değil, hakikat dozu yüksek bir eleştirel üslupla yapılmalı bu.  Nedenine gelince.  İkinci Sergi Üzerine “Sanatçı Konuşmaları” Arter’in İkinci Sergisi’nin yan etkinliği olarak düzenlenen Sanatçı Konuşmaları’nda Volkan Aslan ve .-_-. performansa dayalı bir etkinlik gerçekleştirdi. Etkinliğin konusu, sergi üzerine yapılmış haberlerdi.  Sanatçılar, Arter’in basın bürosunun verilerine dayanarak bir araya getirdikleri sergiyi tanıtan yazılarda benzer kalıpların sürekli tekrarlandığını fark ediyorlar. “Anneannesi Hermine Hanım’ın 1920’li yıllardan kalma”, “Sanatçı, sanat eseri ve izleyici arasındaki gerilim…”, “…için ürettiği 30’dan fazla yeni iş…”, “…-li yıllardan kalma bir şapkasını Hacopulo Pasajı…”, “…üniversite öğrencileri Ümit Sarıgül ve Ahmet Can Bayrak…”, “…İkinci Sergi 20 sanatçının bu iş için ürettiği…”, “…bakmayı öneriyor ve katılımcı sanatçıların ürettiği yeni işler…” vb. Bu kalıplar ise tümüyle serginin basın bülteni ve katalog metninde yer alan ifadelerden alınma. Sanatçı Konuşmaları’nda bunu tartıştırmayı planlayan sanatçılar, yazılardan oluşturdukları metnin, açık kaynak kodlu bir analiz programı aracılığıyla tarandıktan sonra, yine açık kodlu bir yazılım ile detone, anonim bir ses tarafından okunmasını sağlıyorlar. Performasın asıl güçlü tarafı ise bundan hemen sonra başlıyor. Bir yandan görüntü olarak metin projeksiyonda gösterilir ve bilgisayar yardımıyla seslendirilirken, sanatçıların konuşmaya davet ettikleri, Arter’de görevli basın bülteni ve katalog metni yazarları metinlerde kendilerine ait kısımları okuyor. Böylece ortaya büyük bir kakofoni çıkıyor. Konuşulan ama hiçbir şey söylenmeyen bir yavanlık içinde yaşadığımızı fark ediyoruz. Aynı şeyi -daha önce kendine dikte edileni- söyleyen, bunu da eş zamanlı yapamadığı için kalabalık izlenimi veren bir koro var karşımızda. Salonu dolduran -çoğu bu kakofoninin parçası olan yazar ve eleştirmenler- sessiz, sesleri çıktığında da hiç o değilmiş izlenimiyle konuşuyor herkes. Peki bunu yapan biz değilsek, kim? Günlük gazetelerde basmakalıp haberler yapan, süreli yayınlarda sayfa doldursun maksadıyla yer verilen, kataloglarda, kitaplarda klişe üzerine klişe dizenler, öğrenilmiş kavramlarla öğretildiği şekliyle konuşan eleştirmenler/ yazarlar gerçekten kim? Jean-Luc Nancy, Demokrasi’nin Hakikati kitabına “…bazı entelektüellerin miyop ve ürkek açıklamaları…” diyerek başlıyor. Kitabı burada özetleyecek değilim; ama içinde bulunduğumuz “eleştiri geçirmez” durumu açıklamak için, günümüzde demokrasi havarisi olarak ortada dolananların geçmişin eleştirel mirasına tu-kaka yapmasına kesiyor faturayı. Haksız da sayılmaz. Modernin kavgacı ama hakikati arayan tonunun yerini alan postmodern serzeniş bunun tam karşılığı.  Ölmüş Eleştiriye By-Pass Bir üst-bilinç yaratarak sahneyi dönüp yeniden izlediğimizde, çağdaş sanatçının da bu tablodan gerçek anlamıyla kopabildiğini öne sürmek güç. Sanatçının konuştuğu yer, söz alma biçimi, söyledikleri, gerçek anlamıyla bir eleştiriye karşılık geliyor mu? (Dikkat! Bu noktada ortaya çıkabilecek “bu bir sanatçı edimi” klişesinin tuzağından da sakınmak gerekiyor.) Eleştirinin yokluğundan dem vururken bir eleştiri üretemediğinin ne kadar bilincinde sanatçı? Avangard bir edim gibi sahih mi bu tavrı ortaya koyarken; yoksa aynı oyuna başka bir halkadan mı eklemleniyor? Çokluk teorilerinin -tam da bizi modernist aklın tuzağından kurtardı derken- böyle bir kötü kullanımı var, çok şey anlatılıp hiçbir şey söylenmeyen bir kakofoni -postmodernist akıl- içinde yapayalnız bırakıveriyor bizi.  “Miyop ve ürkek” olmayan, yüzyıl başı ve ortası avangard etkinlikleri hepimizin hafızasında hâlâ taze. Avangard ruhun çağdaş sanat içinde halen yaşadığını ve sanatın varlığı adına yaşayacak başka bir yerinin de olmadığını düşünüyorum. Bununla birlikte, durum onu gösteriyor ki, eleştirinin ruhunu geri çağıranlar da bizler değiliz. Biz, sadece ölünün başında düzenlenmiş şölenin vefasız izleyicileriyiz. Bu defa, eleştiriyi öldüren ve şimdi merhumun yerinde duran kocaman boşluğa bakarak iç geçirenler düşünmeli bunun sonunu.  Çağdaş sanatçılar, kör karanlıkta sezgileriyle çıkmaya çalıştıkları kuyunun içinden bize sesleniyorlar. Duyuyor musunuz? Klişeden çıkmak için klişelere düşmeye razıyım; ama klişe içinde yaşamak istemiyorum. Körlük derecesinde miyoplaştığımıza inanasım gelmiyor.  Ben klişe çizmeye hazırım, siz hazır mısınız?