'Koaçi kardeşlere sorulsa muhtemelen onlar da basın özgürlüğüne sahip çıkardı ama bir şerh de koyarlardı'

'Koaçi kardeşlere sorulsa muhtemelen onlar da basın özgürlüğüne sahip çıkardı ama bir şerh de koyarlardı'

12 kişinin ölümüne yol açan Charlie Hebdo dergisine yönelik saldırının ardından başlayan ifade özgürlüğünün sınırları tartışması sürerken Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, katliamı gerçekleştiren Koaçi kardeşler hakkında "eylemi gerçekleştiren gençlerin ifade ve basın özgürlüklerine karşı oldukları için adam öldürdüklerini söylemek açıkça abesti" dedi. "Eğer imkân olup sorulsaydı, muhtemelen C her Fransız gibi ilkesel olarak bu özgürlüklere sahip çıkarlardı" diyen Mahçuypyan, "Ama yine muhtemelen bir şerh de koyar, söz konusu özgürlüklerin başkalarının kutsallarına dil uzatmasından memnun olmadıklarını, bir biçimde sınırlanması gerektiğini de söylerlerdi" ifadelerini kullandı.

"Charlie Hebdo'nun bilinçsiz modernliğin temsilcilerinden biri olduğunu" öne süren Mahçupyan, "O nedenle modern dönemin ne denli özgürlükçüsü ise, post-modern dönemin de o denli bağnazıydı" dedi.

Mahçupyan'ın Akşam'da "Özgürlükçü bağnazlık" başlığıyla yayımlanan (27 Ocak 2015) yazısı şöyle:

 

Özgürlükçü bağnazlık

 

Charlie Hebdo katliamının ardından suların durulması ile birlikte Batı’dan farklı bir ses de çıkmaya başladı ve o dünyanın aydınlarının bize göre ne kadar daha olgun olduğunun işaretlerini verdi. Mesele ilk başta fazlasıyla ‘Fransız’ duygu ve kimlik ekolünün içinden okunmuş, cinayetin ifade ve basın özgürlüğüne karşı yapıldığı söylenmişti. Oysa eylemi gerçekleştiren gençlerin ifade ve basın özgürlüklerine karşı oldukları için adam öldürdüklerini söylemek açıkça abesti. Eğer imkân olup sorulsaydı, muhtemelen onlar da her Fransız gibi ilkesel olarak bu özgürlüklere sahip çıkarlardı. Ama yine muhtemelen bir şerh de koyar, söz konusu özgürlüklerin başkalarının kutsallarına dil uzatmasından memnun olmadıklarını, bir biçimde sınırlanması gerektiğini de söylerlerdi. Çünkü mesele ifade özgürlüğü değil birlikte yaşamayı becerip becerememe… Nitekim Batı’da giderek seslendirildiği üzere, bu Cezayir kökenli Müslüman Fransızlar da laik ve ateist karikatüristleri ‘birlikte yaşama zeminini tahrip ettiklerini’ düşündükleri için öldürdüler. 

Cinayet için hiçbir kanaatin yeterli olmadığını söylemekle yetinmeyip, böyle bir kanaatin gerçekliğin tek vazgeçilmez koşulunu ima etmediğini de ekleyelim. Yani ‘birlikte yaşama zemini’ ille de bu Müslüman gençlerin öne sürdüğü koşulla sağlanmayabilir. Birlikte yaşamak için ille de ifade özgürlüğünün kısıtlanması, başkalarının inancına saygı gösterilmesi gerekmeyebilir. Ne var ki bunun için karşı tarafın sizin özgürlüğü kullanma anlayışınıza razı olması, hatta benimsemesi gerekir. Diğer bir deyişle eğer Müslümanlar da Batı’nın ifade özgürlüğünü kutsayan anlayışına sahip olsalardı, o karikatürler böylesine husumet uyandırmaz ve işler cinayete kadar uzanmazdı.  Tersten yaklaşarak Müslüman göçmenlerin ifade özgürlüğünün ‘ideal’ sınırlanma biçim ve miktarını bildiklerini varsayalım. Bu da kendiliğinden ‘birlikte yaşama zemini’ üretmek için yeterli olmaz, Fransız halkının ve özelde laik ateistlerin onayını ve sahiplenmesini gerektirir. Demek ki cinayetin asıl sebebi olan ‘birlikte yaşayamama’ halinin çözümü için kimsenin elinde doğru bir reçete yok. Hiçbir taraf kendi özgürlük anlayışını ötekine empoze ederek birlikte yaşamayı mümkün kılamıyor. Kısacası ifade özgürlüğü kutsallaştırılamayacak kadar göreceli bir kavram. Bu kutsallaştırma ancak özgürlük konusunda aynı ilkesel varsayıma sahip kişilerin oluşturduğu toplumlarda geçerli olabiliyor ve hatta orada birlikte yaşamanın zeminini de oluşturabiliyor.  Ama ya toplumlar kaçınılmaz olarak kültürel heterojenliğe doğru gidiyorlarsa? Bu durumda her ilkesel hak, özgürlük veya imtiyaz eski işlevini yitirecek, göreceli hale gelecek ve birlikteliğin zemini buharlaşabilecek demektir. Modernizm herkesin aynı biçimde, yani daha önceden modern olmuş olanlara benzeyerek modernleşeceği varsayımına sahip olduğu için, kültürel heterojenliği modern öncesinde kalmış, arkaik bir varoluş olarak tasavvur edebilmişti. Öte yandan etrafta hâlâ yeterince modern olamamış toplumlar da vardı… Dolayısıyla modern Batı bir yandan sınırlarını kapatıp kendi homojenliğini koruyarak, diğer yandan da kültürel, ekonomik ve siyasi hegemonya sayesinde bu arkaik toplumları modernleştirerek ‘düzeni’ devam ettirmeye çalıştı.  Küreselleşme kâğıt üzerinde bir tehlike değildi. Modernlik zaten 19. yüzyıldaki küreselleşme sayesinde hükmünü tescil ettirmişti ve nüfuzun kesintisiz yayılması da yine küreselleşme sayesinde olmaktaydı. Ne var ki bu küreselleşme beklenmedik bir tarihsel dinamikle çakıştı: Modernlik kendi sonuna geldi ve post-modern tabir edilen bir ara döneme girildi. Böylece modernliğin küreselleşmeyi kullanma biçimi eskisi gibi netice vermedi… Tabiri caizse küreselleşme ‘geri tepti’ ve bu kez Doğu’yu Batı’nın içine soktu. Batı hâlâ her açıdan güçlüydü… Ama artık içindeki Doğu ile birlikte ‘melez’ bir Batı’ydı ve geçmişteki tutumun sürdürülmesi bizzat kendi yaşama zeminini tahrip etme potansiyeline sahipti.  Bugün Batı dünyaya ifade özgürlüğü vaazı vermeyi sürdürüyor ve ilkesel olarak bunun insanlık için ‘iyi’ bir şey olduğu açık. Ama ‘iyiyi’ yaşamak için önce insanlığın devam etmesi lazım… Bu ise birbirine benzemeyen kültürlerin birlikte ortak yaşama zeminleri üretebilmesini gerektiriyor. Kısacası ‘ilkesel’ doğruların hepsinin yeniden ele alınması, göreceli olduklarının hazmedilmesi ve size benzemeyenle birlikte kendi hayatınızın yeni ilkelerini inşa etmeye hazır olunması lazım.  Charlie Hebdo bilinçsiz modernliğin temsilcilerinden biriydi. O nedenle modern dönemin ne denli özgürlükçüsü ise, post-modern dönemin de o denli bağnazıydı.