Eski HDP milletvekili, çözüm sürecinin önemli aktörlerinden Sırrı Süreyya Önder, Kobani davasında savunma yaptı. Önder “Ben dahil bu dosyada yargılanan hiçbir arkadaşımız ne savaş çağrısı yaptık ne de şiddet çağrısı yaptık. Bu dosyadaki herkes, demokrasi iradesi gibi çöken barış iradesinin altında kaldı” dedi.
Aralarında eski HDP Eş Genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu 21’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobani davasının 17’nci tur duruşması Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görüldü.
GazeteduvaR’da yer alan habere göre, dosyaya giren evrakların okunmasıyla başlayan duruşmada ilk sözü HDP eski Milletvekili Sırrı Süreyya Önder aldı. Ülkede yaşanacak olumlu ya da olumsuz durumlarla ilgili en temel etkenin bu dava olduğunu ifade eden Önder, “Bizler bu meseleye dair bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen vicdanlı insanlarız. Eğer suya sabuna dokunmadan yaşamayı tercih etseydik, hepimiz kendi alanımızda en iyisi olurduk. ‘Terör, savaş, barış’ kavram kargaşası on binlerce insanın mahkeme kapılarında sürünmesine neden oluyor. Barış soylu bir çabadır ama ‘iyilik’ değildir. Bir hayat felsefesi olarak barışı savunmak gerekiyor” dedi.
Barış için birinci dereceden rol aldığını ifade eden Önder, “Barışın ferman edilerek ilan edilmediğini deneyimleyerek öğrendik. Eğer bir barış süreci nihayete erseydi buradaki yargılama da olmayacaktı. Sorumluluk hissediyorum, niye gerçekleşmediğinin cevabını düşünmekle meşgulüm” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Barış savaşın yedek lastiği değildir, olmamalıdır. Kürt meselesi bütün Ortadoğu’nun en yakıcı sorunlarının başında gelir. En az 200 yıllık bir meseleden söz ediyoruz. Öyle bir mesele ki bu topraklarda 5 kuşağın tarumar olmasıyla bağlantılı. Bu coğrafyanın 200 yılda iki kez barış teşebbüsü olmuş. 200 yıldan sonra 3’üncü kez barış için bir araya geldik. İyi mi yaptık kötü mü? Bunu da barış masasının devrilmesiyle ülkenin geldiği durumdan görebiliriz.”
Barış sürecinde ülkenin çoğunluğu olmasa bile toplumun birçok kesiminin “edi bese” dediğini hatırlatan Önder, “Ömür boyu bu millet kan dökmeyecek. Bir gün oturacak helalleşmenin zeminini arayacak. Ben dahil bu dosyada yargılanan hiçbir arkadaşımız ne savaş çağrısı yaptık ne de şiddet çağrısı yaptık. Bu dosyadaki herkes, demokrasi iradesi gibi çöken barış iradesinin altında kaldı. Devlet heyetiyle yaptığımız ilk görüşmede mutabık kaldığımız ilk şey ‘mağlubu olmayan bir şey inşa etmek zorundayız’ demek olmuştu. Türk’ün endişesini, Kürt’ün haysiyetini birlikte zimmetleyebilirdik ama yapmadık” ifadelerini kaydetti.
Barış mücadelesinin daha ciddiyetle ele alınması gerektiğini dile getiren Önder, karşılıklı iyi niyet adımlarıyla bu sürecin gelişeceğini umduklarını ve bunun da bir hata olduğunu kaydetti. Önder, “Barış kavramını halklaştıramadık” dedi ve barış sürecini zehirleyen ortama müdahale etmeleri gerektiğini ama buna güçlerinin yetmediğini kaydetti.
Önder konuşmasına şöyle devam etti:
“Barışı hakkıyla örgütleyemedik. Anladık ki iki tarafın iyi niyetli bir tutum almaları bu süreci geliştirmeye yetmiyor. Bunun bizim dışımızda boyutları vardı. Ortadoğu’da etkisini sürdürenlerin ajandalarında barış yoktu. Ülke içerisinde darbeci güçler barışı sabote etmek istediler. Bunu zamanında anlatamadık. Sorunlar ve tıkanmalar karşısında bir malzememiz yoktu. Tıkanmalar ve aksamalar karşısında kendi içtihatlarını yaratarak yürüyen bir süreç vardı. Devlet ve hükümet yetkililerini kast ediyorum. Bizim için hayati olan şey muhataplarımız için değildi. Hepimiz bugünü biliyorduk ama muhataplarımızın umurunda değildi. Bu kadar boş beleş şeylerden yargılandığımı bilmiyorum. Bu davalara ‘suyumu bulandırdın’ davaları diyorum. Muhataplarımızın bir aidiyet duygusu ise o zaman burada birlikte yargılanacaktık ama onlarda o zekâ yok. Muhataplarımız şimdi ne yapıyor? Ülkenin haline dair tek bir projeleri yok. Barış mazisini yok etmeye çalışıyorlar. Bu eyleme tumturaklı gerekçeler lazım bunu da ‘beka, terör’ söylemleri ile yok etmeye çalışıyorlar.”
“Başka bir yol mümkün dediğimizde savcının karşısında buluyoruz kendimizi. Bizi bir tek savcı dinliyor” diyen Önder, “Neyle suçlandığımı anlamak istiyorum, 12 Eylül’de yargılandım, mahkeme tecrübem yabana atılacak gibi değil ama burada bağlantıda güçlük çekiyorum. Biz bu milleti barışa azmettiremedik, şiddete nasıl azmettirdik anlamadım” ifadelerini kullandı.
Önder’in 6-8 Ekim’de yaşananlara ilişkin değerlendirmelerinden sonra duruşmaya ara verildi.
Davaya verilen öğle arasından sonra devam edildi.
Oturumda ilk sözü alan Ayla Akat Ata, İran’da Mahsa Amini’nin ölümünden sonra başlayan eylemlere değindi.
“Saçlarını kesen, başörtüsünü yakan bütün kadınları selamlıyoruz” diyen Akat Ata, “Biz de bu katı yönetime karşı sembol olarak hedef halindeyiz. Bugün bu salona baktığımızda erkek arkadaşlarımızın sayısına bakın, kadın sayısına bakın. Türkiye’de birileri düğmeye basıyor, olaylar yaşanıyor. O olayların sorumluluğu Kürt Kadın Hareketinin üzerine atılıyor. Biz de bu zulmün birebir tarafı olarak İran’da değil ama Türkiye’de yargılanan kadınlarız” dedi. Davadaki telefon tapelerinin yanlış şekilde dosyaya eklendiğini belirten Akat, şöyle devam etti: “Biz burada size ifade ediyoruz ama siz bizi dinlemiyorsunuz. Siz bizi dinlememeye devam edin. Bu size ne getirecek? Siz bu mahkemenin heyetisiniz. İnsanların vicdanlarında bugün olduğu gibi yarın da yargılanacaksınız. Bu iddianamede benim siyaset yapma hakkım illegalize ediliyor. Sözümü kuracağım dedim kurdum ama sözümü dinlemiyorsunuz. Siz bizi kararlarınızla yargılıyorsunuz.”
HDP'nin resmi internet sitesinde yer alan bilgilere göre; anayasal vatandaşlığın hak olduğunu dile getiren Akat Ata, “Statü talebimiz var. Yine söylüyorum statü talebimiz var. Statü verildikten sonra çözülen onca sorunu gördüm. Biz çözüm önermeyecek miyiz? Tek çözüm, duyulan silah sesleri mi olacak?” dedi. Akat Akat, bunları önerdikleri için kendilerine ‘terörist’ denildiğini ifade ederek, “Gültan Kışanak, ‘Gelsinler buraya hesaplaşalım’ dedi. Evet, gelsinler neden yargıyı araya koyuyorlar? Bu ülkede sistem değişikliği istemek suç mudur? Sistemin değişmesini istemek anayasal haktır. Bu dosyanın sanıkları biz değiliz; bütün itirafçıları getirip dinleyin ama bizi 6-8 Ekim suçlusu olarak bulamayacaksınız. Ben demokratik bir sistem arayışında olan bir Kürt kadınıyım. Benim için bu dava politik bir davadır” diye konuştu.
Akat Ata’dan sonra önceki dönem HDP MYK Üyesi Dilek Yağlı konuştu. Yağlı, davadaki CD’leri incelemek için kendilerine yeterli süre verilmediğini kaydederek, “Talebim iki haftalık aramızda bizi mesai saatleri dışında çıkarmalarına dair yazı yazılmasıdır” dedi.
Yağlı’dan sonra Sebahat Tuncel konuştu. TJA’nın Batman konferansını selamlayan Tuncel, “Zindanda da olsak arkadaşlarımızın konferansı bize büyük bir güç verdi” dedi. Tuncel, Jîna Mahsa Amini’nin öldürülmesine değindiği konuşmasının devamında, “Kadınlara yönelik katliam politiktir, kadınlara yönelik devlet şiddetinin farkındayız. Jîne Mahsa Amini’ye yönelik ve Türkiye’deki kadınlara yönelik şiddet aynıdır” ifadelerini kullandı. Bütün dünyanın İran’ı kınadığını ancak Türkiye’den bir kınama gelmediğine dikkat çeken Tuncel, “İstanbul Sözleşmesini kaldıran bir ülke kınayabilir mi, kınamaz.” dedi.
Kürt meselesinin sadece Kürtlerin sorunu olmadığını, bu gerçek çerçevesinde barış projesini hayata geçirmeye çalıştıklarını belirten Tuncel, konuşmasının devamında şunları söyledi:
“Bu barış projesi hayatın kendisidir. Türkiye seçimlere gidiyor, konuşulan temel konu ekonomi kriz. Bunun nedeni Kürt sorunu. Türkiye çünkü parasını silahlara veriyor. Barış meselesinin Türkiye’deki özgürlüklerle çok alakası var. Hele de kadınlarla çok alakası var. Kadınlar savaşın en katmerlisini yaşıyor. Bir dönem Meclis kürsüsünde olan kadınları siz burada yargılıyorsunuz.”