"KOBİ’lere kredi garanti fonu desteği, ağır koşullara ‘aspirinle’ semptom tedavisi gibi"

"KOBİ’lere kredi garanti fonu desteği, ağır koşullara ‘aspirinle’ semptom tedavisi gibi"

KOBİ'lerin, büyük işletmelerin ve ihracat yapanların nakit sıkıntılarını gidermek için Hazine garantili 250 milyar liraya kadar ek kredi hacmi oluşturulmasını değerlendiren Hürriyet yazarı Uğur Gürses, "Ekonomide iki büyük sorun var. Biri ekonomik durgunluk; iç talep geriliyor, şirketlerin satışları düşüyor, borçlarını çevirmek için gereken hasılatı elde edemiyorlar. Ya yeni kredi ile döndürecekler, ya da sermaye koyacaklar" dedi. Gürses, "Buna uygun koşullar da yok. OHAL koşulları ve siyasal kriz kur üzerine baskı yapıyor; Türkiye’ye giren sermaye bir tarafa sıcak para çıkışı var. Bu ekonomik durgunluk ve kur baskısı bir tarafta iken, üstüne üstlük ülkeyi yönetenler bunu 'dış mihrakların operasyon yaptığı' biçiminde dillendiriyor. Bu da ileriye dönük bekleyişleri daha da bozuyor" görüşünü dile getirdi. Uğur Gürses, "İşte bu tabloda KOBİ’lere kredi garanti fonu desteği, bu ağır koşullara ‘aspirinle’ semptom tedavisi gibi kalıyor" dedi.

Uğur Gürses'in Hürriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım'ın önceki gün açıkladığı 'önlem paketinde' yer alan sayı, "250 milyar TL'lik kredi garantisi" idi; ekonomiye değil ama gazete sayfalarında güzel 'anons etkisi' yarattı.

İşin doğrusu ‘dağ fare doğurdu’; ekonomi çevrelerinde ‘soruna adresleyen’ bir adım olarak görülmedi açıklanan maddeler.

İster bu karar, ister kamu kuruluşlarının varlıklarını TL’de ve kamu bankalarında tutması kararı tek bir sonuca götürüyor; nedene yönelik değil sonuca yönelik önlemler. Hastalığa değil, semptoma yönelik adımlar, ana sorunu çözmüyor.

En ‘etli-butlu’ görünen 250 milyar TL’lik kredi garantisi, çoktan “KOBİ’lere kredi akacak” diye anlatılmaya başlandı bile. Oysa bu mekanizmayla sağlanmaya çalışılan, mali derecelemesi uygun ama teminat açığı olan şirketlere sınırlı bir kredi kefaleti.

Kredi Garanti Fonu’na (KGF) verilen Hazine garantisinin limitinin 250 milyar TL olarak duyuruldu. KGF ile ilgili Başbakan’ın açıkladığı diğer ayrıntılar zaten Bakanlar Kurulu Kararı olarak 22 Kasım tarihli Resmi Gazete’de çoktan yayınlanmıştı.

KGF ile özellikle yeterli teminatı olamayan küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ) ihtiyaçları olan ilave kredilere erişmeleri için geliştirilmiş bir kefalet sistemi. Buna Hazine de dahil oldu. Örneğin herhangi bir KOBİ, KGF aracılığı ile Hazine kefaletine sahip olarak bankalardan kredi alabiliyor; eğer kredi geri ödenmezse Hazine alınan kredinin yüzde 85’ine kadar tazmin ediyor. İhracatçı ise tamamı.

KGF içinde de, eskiden kredi onay komiteleri ile verilen garantinin, kredi derecelemesi ile daha hızlı bir sürece kavuştuğu vurgulansa da mali durum en belirleyici unsur. ‘Her ihtiyacı olan kolayca alacak’ sonucu çıkmıyor.

KGF web sitesindeki bilgilere göre; kredi garantisi verilen miktar 2015 sonunda 2.4 milyar TL iken, ekimde 4.6 milyar TL’ye ulaşmış. Bu yüzden, limiti 250 milyar TL’ye getirme ilanının, sadece dikkat çekmekten başka bir etkisi yok.

Çünkü bankacılık sisteminin toplam kredi hacmi 1.6 trilyon TL; bunun 1.2 trilyonu ticari kredilerden oluşuyor. Bunun da kabaca 410 milyar TL’si KOBİ’lere kullandırılan krediler. Henüz kasım ayında yayımlanan Bakanlar Kurulu kararında limitin 20 milyar TL olacağı henüz yeni yayımlanmışken, bu önceki gün 250 milyar olarak ilan edildi. Bu bir kefalet; sanılmasın ki hemen kredi olup KOBİ’lere verilecek.

Birincisi, krediyi yine bankalar verecek. Yani yüzde 85’ine teminat bulunmuş bir kredi işlemi olarak süreç başlayacak. Yoksa kredi konusunda ister alanın, isterse veren bankanın kısıtları ve değerlendirme kriterleri değişmez. Buradan oluk oluk kredi akmaz. Diyelim ki; KGF kanalından verilen garantilerin seviyesi birkaç ayda hızla 10 milyar TL’ye çıktı; kefalet hazır olsa da, bunu verecek olan nihayetinde bankalar. O hızla kaynaklarının artmayacağı da malum.

İkincisi, mevcut bilançoları çerçevesinde, bankalara Hazine kefaletli kredi penceresinden gelecek yan ‘faydalar’ da var. Genel kredilerde batık oranı yüzde 3’lerde iken, KOBİ’lerde batık oranı yüzde 5 civarında. Bankaların vadesi yaklaşan ama henüz temerrüde girmemiş, geri ödeme kapasitesi azalan ve de dereceleme ile kredi koşullarına uygun KOBİ’leri bu kanala yönlendirebilirler. Hem şirketler kefaletli yeni krediyle ‘yüzdürülmüş’ olur, hem de bankalar kendi bilançolarında olası bozulma ve ilave karşılık ayırma riskinden uzaklaşmak için bu kredilere ‘takla attırırlar”. Bir nevi ‘bilanço temizliği’. Bu ne kadar yaygın olur? Fazla değil.

Özeti şu; ekonomide iki büyük sorun var. Biri ekonomik durgunluk; iç talep geriliyor, şirketlerin satışları düşüyor, borçlarını çevirmek için gereken hasılatı elde edemiyorlar. Ya yeni kredi ile döndürecekler, ya da sermaye koyacaklar.

Buna uygun koşullar da yok. OHAL koşulları ve siyasal kriz kur üzerine baskı yapıyor; Türkiye’ye giren sermaye bir tarafa sıcak para çıkışı var.

Bu ekonomik durgunluk ve kur baskısı bir tarafta iken, üstüne üstlük ülkeyi yönetenler bunu “dış mihrakların operasyon yaptığı” biçiminde dillendiriyor. Bu da ileriye dönük bekleyişleri daha da bozuyor.

İşte bu tabloda KOBİ’lere kredi garanti fonu desteği, bu ağır koşullara ‘aspirinle’ semptom tedavisi gibi kalıyor.