HSBC Küresel Gelişmekte Olan Piyasalar Araştırma Başkanı Dr. Murat Ülgen ve Turkey Data Monitor Kurucu Ortağı, Global Source Türkiye Danışmanı ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Murat Üçer Koç Topluluğu tarafından gerçekleştirilen "35. Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı"'nın Ekonomik Görünüm Panelinde Koç Holding Ekonomik Araştırmalar Koordinatörü Dr. Ahmet Çimenoğlu’nun sorularını yanıtladı.
Türkiye’nin uyguladığı yeni modelin riskleri bulunduğunu ama nasıl sonuçlanacağı konusunda belirsizlik olduğunu belirten Dr. Murat Üçer “Türkiye’nin nereye gideceği sorusunun şu anda cevabı yok." dedi.
Üçer Türkiye'nin yeni ekonomik modelini değerlendirerek, söz konusu uygulamanın kur üzerinden değil, verimlilik üzerinden gerçekleştirilmesi gerektiğini savunarak " ‘Bu işi ben kurla yapacağım’ demek, daha doğrusu ‘Bol parayla yapacağım’ demek, işin verimlilik boyutunu, inovasyon boyutunu, kuvvetli kurumlar, yatırım ortamı, know-how boyutunu ihmal etmek demek aslında" ifadelerini kullandı.
Dr. Murat Ülgen ise yaptığı konuşmada gelişmiş ülkeler için stagflasyon riskine dikkat çekerek "Özellikle büyüme ve enflasyon anlamında belirsizlik yaratan stagflasyon riski söz konusu. Bu, şu anda gerçekleşiyor" ifadelerini kullandı.
Ülgen, arz yönlü şokların maliyet enflasyonu üzerinde açtığı risklere dikkat çekerek "Ticaret açığı eğer geriye sarılıyorsa -ki olgular onu gösteriyor- buradan bir miktar maliyet yönlü enflasyon geliyor diyebiliriz. Bu maalesef geçici bir şey değil; muhtemelen uzun sürecek" uyarısında bulundu.
Koç Topluluğu'nun Bizden Haberler dergisinde yer alan panelde şunlar kaydedildi:
Dr. Murat Ülgen, “Kariyerim boyunca gelişmekte olan ülkeler için ekonomik belirsizliklerin bu kadar fazla olduğunu hatırlamıyorum” ifadelerini kullanarak "Dünya ekonomisi hızlı toparlandı ama gelişmekte olan ülkeler geriden geliyor. Burada Çin’in yavaşlamasının da payı var. Çünkü son 20 yılda gelişmekte olan ülkeler Çin’deki ticarete bağımlı hâle geldi. Ama daha da önemli bir konu var. Özellikle büyüme ve enflasyon anlamında belirsizlik yaratan stagflasyon riski söz konusu. Bu, şu anda gerçekleşiyor.” dedi.
Gelişmekte olan ülkelerin stagflasyona girmesinin arka planında arz yönlü şoklara maruz kalmaları olduğunun altını çizen Murat Ülgen, 2022 yılının ilk bölümünde bu ülkelerde büyümenin yavaş, enflasyonun yüksek olmasını beklediğini söyledi ve konuşmasına şöyle devam etti:
“Arz yönlü şoklar, gelişmekte olan ülkelerde hem büyümeyle hem de enflasyonla ilgili istenmeyen riskler yaratıyor. Bu, önümüzdeki dönemde çok önemli olacak. Arz yönlü şoka, küreselleşmenin geri sarılması ya da küreselleşmenin daha önceki kazançlarının azalması diyebiliriz. Uzun süredir dünya ticaretinin dünya millî gelirine göre azaldığı bir dönemdeyiz. Gelişmekte olan ülkelerin ticarete açıklıklarıyla enflasyon arasında ters korelasyon var. Yani ülkeler ticarete açıldıkça, küresel tedarik zincirlerine daha fazla entegre oldukça enflasyon azalıyor. Ticaret açığı eğer geriye sarılıyorsa -ki olgular onu gösteriyor- buradan bir miktar maliyet yönlü enflasyon geliyor diyebiliriz. Bu maalesef geçici bir şey değil; muhtemelen uzun sürecek.”
Pandeminin küresel tedarik zincirlerini bozduğuna değinen Ülgen, bunu sadece mal cinsinden düşünmemek gerektiğinin altını çizdi. Yarı mamul ve hammadde temininde büyük aksaklıklar olduğunu belirten Ülgen, “Gelişmekte olan ülkeleri etkileyen ikinci negatif yönlü arz şoku, küresel tedarik zincirlerinin pandemiyle ilgili olarak doğrudan bozulması. Burada işgücünün seyahat edememesi ya da uluslararası pazarlara erişememesi problemi de var. Yani sadece mal piyasalarında değil, emek piyasalarında da sıkıntılar var. Bu tedarik zincirlerinde kırılmalar yaratıyor. Bu yüzden de maliyetler çok yükseliyor; iyi haber ise bu geçici. Bir sene öncesine baktığımızda daha iyi noktadayız. Altı ay sonra umarız daha iyi bir noktada olacağız” dedi.
Enerji ve gıda fiyatlarındaki şok artışların gelişmekte olan ülkelerde yüksek enflasyon ve yavaş büyümeye neden olduğunu belirten Murat Ülgen, özellikle enerji alanındaki sıkıntıların geçici olduğunu ancak gıdada durumun farklı olduğunu söyledi. “Üçüncü arz yönlü şokumuz enerji ve gıda şoku. Daha geniş kapsamda emtia şoku” diyen Ülgen şöyle konuştu:
“Burada tedarik zinciri problemleri var. Başka sıkıntılar da var. Mesela enerji tarafında sürdürülebilirlilik ajandası, ülkelerin net sıfır karbon hedefleri, yeşil ekonomilere geçiş... Geçtiğimiz yaz bunu doğal gazda gördük. Sonra bu petrol fiyatlarına yansıdı; öncesinde kömür fiyatlarındaydı. Biz enerji tarafındaki baskının zaman içinde azalmasını bekliyoruz. Umarız, 2022’de enerji maliyetleri daha makul bir seviyeye gelecektir. Hatta yıllık bazda enflasyona etkisi yine gelişmekte olan ülkelerin geneli için azalacaktır. Gıda fiyatları ile ilgili aynı şeyi söylemek zor. Tarımsal emtia fiyatları uzun süredir artıyor. Burada enerji maliyetlerinin artmasının da payı var. Gübre olsun, navlun olsun bu maliyetlerin ikinci üçüncü etkileri gıda fiyatlarına yansıyor. Yani burada daha karışık bir resim var.”
Önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülkelerin dış finansmana daha zor ulaşacağını belirten Ülgen konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Dördüncü ve son arz yönlü şok, bence aslında en önemlisi. Özellikle dış finansman ihtiyacı olan gelişmekte olan ülkeler için konuşuyorum. Ben bunu küresel likidite başlığı altında topluyorum. Muhtemelen 2022’nin ortalarında küresel likiditedeki artışın sıfıra yaklaştığını göreceğiz. Şimdi haklı olarak şu soruyu sorabilirsiniz: Burada sıkıntı ne? Küresel likidite hâlâ çok bol ve artıyor; sadece artış hızı azalıyor. Gelişmekte olan ülkelere hisse senedi ve bono piyasalarına fon akımlarıyla küresel likiditenin yıllık değişimi arasında çok büyük bir ilişki var. Yani hızlı ve keskin yavaşlayan küresel likiditenin daha az destekleyici olacağı anlamına geliyor. Gelişmekte olan ülkeler kredi ve sermayeye biraz daha zor ulaşacak. Dünyadaki büyük problem, daha fazla maliyet ve üretici enflasyonu. Bu da bahsettiğim dört tane arz yönlü şoktan kaynaklanıyor. Ve gelişmekte olan ülkeler için ben en büyük problemin aslında üretici enflasyonu tarafında olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu tüketici enflasyonuna sirayet ediyor.”
Dr. Murat Üçer ise Türkiye’de ortaya atılan Yeni Ekonomik Model’in içsel tutarlılık sorunları olduğunu ve büyük riskler içerdiğini belirterek, “Para politikası üzerinden Türkiye ekonomisi dönüştürülmeye çalışıyor diye bir tanım getirilebilir. Faizler düşürülüyor, para bollaştırılıyor. Bu şekilde aktarım mekanizması kuruluyor. Bunun üzerinden Türkiye cari açığını cari fazlaya getiriyor gibi kulağa çok da tuhaf gelmeyen bir mantık söz konusu.” dedi. Ancak Türkiye’nin asıl probleminin verimlilik olduğunun altını çizen Üçer, uygulanan modelin başlığına çok da itiraz etmeye gerek olmadığını ancak bunun nasıl başarılacağı konusunda yöntem sorunları olduğunu belirterek şöyle dedi:
“Türkiye’nin bu işi kur üzerinden değil verimlilik üzerinden yapması gerekir. Verimlilik çok önemli Türkiye için. Çünkü ‘Bunu kur üzerinden yapacağım’ derseniz, temelde Bangladeş’e, Vietnam’a kaybettiğiniz mal grubunu geri almaya çalışıyorsunuz aslında. Hâlbuki bizim amacımız İtalya’nın Fransa’nın mal ve servis grubuna kendimizi terfi ettirmek olmalı ki bunu Koç Topluluğu zaten yapıyor. Ama ‘Bu işi ben kurla yapacağım’ demek, daha doğrusu ‘Bol parayla yapacağım’ demek, işin verimlilik boyutunu, inovasyon boyutunu, kuvvetli kurumlar, yatırım ortamı, know-how boyutunu ihmal etmek demek aslında.”
Dolar cinsinden kişi başına gelirin zaten yıllardır çok sert düşmekte olduğunun altını çizen Dr. Murat Üçer, temel meselenin bunu artık tersine çevirmek olduğunu vurguladı. Bu konuda dünyadan çeşitli örnekler veren Üçer, konuşmasını söyle sürdürdü:
“Araçlar konusu çok problemli. Şu andaki yaklaşım sadece ucuz para üzerinden dönüşüm olduğu için kendi içsel tutarlılığı açısından yanlış. Orta gelir tuzağının kırılması, zaten verimlilik üzerinden kurun değerlenmesi olayıdır. Güney Kore nasıl orta gelir tuzağını kırıyor? Dolar ve euro cinsinden maaşları gelişmiş ekonomileri yakalıyor. Japonya 60’lı yıllarda bunu yaptı. Yani verimlilikten başlayıp kuru değerlendirerek ortalama insanınızı zenginleştirmek üzerinden bir iktisat politikası dizaynı yapmak lazım.”
Konuşmasında 2021 yıl sonundaki kur dalgalanmaları ve faiz indirimlerini değerlendiren Murat Üçer, asıl meselenin alınacak riskler olduğunu söyledi. Düşük kurun ihracata olumlu etkisinin olacağını, ancak Türkiye’deki ihracatın kura değil daha çok dış talebe bağlı olduğunu belirten Üçer, Türkiye ekonomisinin doğrularından birinin de bu olduğunun altını çizdi.
Tekrar söz alan Dr. Murat Ülgen, gelişmekte olan ülkelerdeki faiz artışlarına ilişkin gelişmeleri ise şöyle yorumladı:
“Gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen tamamında aslında beklediğimiz konvansiyonel tepki veriliyor. Pek çok gelişmekte olan ülkede ciddi faiz artırımı var. Bu biraz coğrafyaya göre değişiyor aslında. Brezilya 600 baz puana yakın faiz artırdı. Meksika ve Şili yeni başladı ama hızlı artırıyor. Peru ve Kolombiya biraz arkadan geliyor ama hepsi faiz artırdı. Yakın bölgeye geldiğinizde Rusya ve Orta Avrupa’da da çok ciddi faiz artışları oluyor. Güney Afrika’da önümüzdeki günlerde 250 baz puan faiz artışı fiyatlanıyor. Asya’da biraz daha az olmakla birlikte Pakistan, Güney Kore ve Sri Lanka faiz artırıyor. Biz 30’a yakın gelişmekte olan ülkeyi takip ediyoruz. Hemen hemen hepsinde faiz artışı var. Dünyanın büyük bir kısmında hemen hemen bütün gelişmekte olan ülkelerin çoğunda normal konvansiyonel para politikası uygulanıyor.”
Ülgen’in konuşmasının ardından Dr. Ahmet Çimenoğlu, Türkiye’nin hangi ülkelerle karşılaştırılabileceği konusunu tartışmaya açtı. “Çin’in, Güney Kore’nin büyüme modelleri tartışılıyor. Dr. Murat Üçer ilk bölümde verimlilik artışından bahsetti” diyen Çimenoğlu, şu soruları yöneltti: “Bizim için karşılaştırılabilir ülkeler onlar mı? Ya da aynı dönemde olmadığımız için dönemler arasında bir uyumsuzluk var mı? Uyguladığımız model bizim on yıllardır piyasa mekanizmasına dayalı, dünyaya açık liberal piyasa ekonomisi diyebileceğimiz ekonomik modelden bir sapma mı? Yoksa ufak bir yoldan ayrılma ve tekrar geri dönme şeklinde mi sonuçlanacak? Riskler neler ve bu program nasıl sonuçlanır?”
Türkiye’nin uyguladığı modelin riskleri bulunduğunu ama nasıl sonuçlanacağı konusunda belirsizlik olduğunu belirterek sözlerine başlayan Dr. Murat Üçer “Türkiye’nin nereye gideceği sorusunun şu anda cevabı yok. Aslında ‘Faizleri düşük tutalım, parayı bollaştıralım ekonomiyi döndürelim’ şeklindeki bakış açısını yeni görmüyoruz. Bu daha önce de uygulandı üstü örtülü biçimde. Burada işin risklerine bakmak gerekiyor” dedi. Türkiye’nin aldığı risklere değinen Üçer, bunların hepsinin kritik olduğunun altını çizdi. Uygulanan modele finansal sistemin nasıl tepki vereceğinin çok önemli olduğunu belirten Üçer şunları söyledi:
“Finansal sistemin nasıl tepki vereceği akla gelen ilk soru işareti. Finansal panik olur mu? İlk riskin bu olduğunu söyleyebiliriz. İkinci büyük risk enflasyon ve bunun sonucunda fakirlik ve işsizlik ihtimali. Üçüncü risk, fiyatlama problemi. Üretim tarafında bazı sıkıntılar yaşanması riski var. Dördüncü risk, bilanço şoku. Türkiye’de 250 milyar dolar döviz borcu bulunan bir şirketler kesiminden bahsediyoruz. Bir bilanço şoku yaşanabilir. Bunun iflaslar gibi birtakım sonuçları olabilir. Son olarak ödemeler dengesi krizi riskinden söz edebiliriz.”
Dr. Murat Ülgen ise aynı soruyu dış piyasalar çerçevesinde şöyle cevapladı:
“Bu, dış konjonktüre de çok bağlı. Orada da çok hızlı bir değişim var. Senenin başındaki tahminlere bakıyorum; ‘FED 2023’ün sonundan önce faiz artırmaz’ deniyordu. Şu andaki tahminler 2022’nin ortalarına kadar varlık alım programını sonlandırıp, faiz artışlarına başlayacağı yönünde. Beklentilerde çok hızlı bir değişim oldu. Sadece FED de değil, diğer merkez bankalarında da benzer bir yaklaşım görüyoruz. Bu politikanın ne kadar süreyle devam edebileceği, dış konjonktüre çok bağlı.”