İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, yönetimi, seçimle, meşru zeminde ele geçiremeyenlerin İstanbul Barosu başkan ve yöneticilerine darbe yapmayı amaçladıklarını söyledi.
Kocasakal, “Bunun güya adı Hukukun Üstünlüğü Platformu. Yani hukukun üstünlüğü yüzde 20 oyla yüzde 60’ın üzerine oturmak mı? Bu yapılan da tarihteki yerini alacaktır. Darbe dönemlerinde bile o maddelerin işletilmesi düşünülmemişti. Bu işi sandıkta çözemeyen baronun seçilmiş yönetimine karşı darbe girişiminde bulunuyor. Direniyor, hukuku savunuyorsak amacımız aldığımız yüzde 60 oyun namusunu ve onurunu korumaktır” dedi.
Kocasakal, ilk işaret fişeğinin AKP İstanbul Milletvekili Bülent Turan’ın “Baro yönetimi düşmüştür” iddiasıyla ateşlendiğine önemle dikkat çekti. 17 Mart’ta baro tarihinin dördüncü olağanüstü genel kuruluna giderek meslek onuruna yapılan saldırıların püskürtüleceği mesajını veren Kocasakal, “Hodri meydan” dedi.
Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu’na konuşan Kocasakal, şunları söyledi:
- Size aile boyu bir yargılama yapacaklarmış. Size açılan davanın yargıcının, iddianameyi hazırlayan savcının eşi olduğu ortaya çıktı. Bu nasıl iş?
Gazeteciler olayı öğrenmişler. Bana, “Yargılanacağınız mahkemenin hâkimesi savcının eşiymiş. Bu doğru mu” diye sordular. Ben de “Doğru” dedim. Bu soruşturma yürütülürken, asıl savcı izindeyken başsavcı tarafından dosya başka bir savcıya verilmek suretiyle bizim hakkımızdaki o dava açıldı.
- Yani baro genel kurulu sandığında yapamadıklarının rövanşını böyle mi almaya çalışıyorlar?
Aynen öyle. Böylece de kimin darbeci olduğu, kimin fırsatçılık yaptığı da açıkça görüldü. Bunun güya adı da Hukukun Üstünlüğü Platformu. Yani hukukun üstünlüğü bu şekildeki bir iradeye karşı bu tür girişimlerde bulunmak anlamına mı geliyor? Ya da yüzde 20 oyla yüzde 60’ın üzerine oturmaya çalışmak mı?
Bu yapılan da tarihteki yerini alacaktır. Darbe dönemlerinde bile yasanın o maddelerinin işletilmesi düşünülmemiştir.
- 12 Eylül darbesi sonrasında İstanbul Barosu Başkanı olan Orhan Adli Apaydın’a bile size işletilen maddeler işletilmemişti...
Bizim efsane başkanımız Orhan Adli Apaydın hakkında 12 Eylül’den sonra 141. maddeden müebbet hapis istemiyle iki dava açılmıştı. Ama o zaman bile bu maddelerin işletilmesi cunta tarafından dahi söz konusu edilmemişti.
Bu dava açılınca ilk işaret fişeğini atan ve İstanbul Barosu yönetiminin düştüğünü ileri süren kişi, AKP İstanbul Milletvekili Bülent Turan’dır. Bülent Turan hem baromuzun hem de Hukukun Üstünlüğü Platformu’nun üyesidir.
Hukukun Üstünlüğü Platformu adına açıklama yapan Cahit Özkan, bir önceki genel seçimlerde AKP Denizli milletvekili aday adayıydı. Bizden sonra baro başkanı olacağı söylenen, benim arkamdan ikinci olan Rıza Saka eski AKP Ataşehir ilçe başkanı. Tablo bu. Üstelik kanunu dahi okumuyorlar. Çünkü başkanın yedeği yoktur. Yani Saka benim yerime kanunen baro başkanı olamaz.
- Şu dava sürecini kısaca anlatır mısınız?
İstanbul Barosu’na ve bize karşı kurumsal anlamda yapılan bu saldırıyı tek başına ele almamamız lazım. Aslında bu bir bütünün parçası. AKP tarafından kuşatılmış olan yargı o malum referandumdan sonra tutsak edildi.
O zaman ayakta bir tek güç kaldı. Bu da avukatların, savunmanın örgütlü gücü olan baroydu. En son Çağdaş Hukukçular Derneği’ne yapılan operasyonda savcı gelmeksizin sabaha karşı binalar basıldı, kapılar kırıldı. İnanılmaz hukuksuzluklar yapıldı. Bizzat şahit oldum. Adliyede meslektaşlarımızın kelepçeden kollarının kan içinde olduğunu gördüm. Yedinci katta avukatlara darpta bulunulduğuna bizzat tanık oldum. Bir kadın meslektaşımızın aldığı darbelerden kıvrandığını ve daha sonra iç kanama geçirerek hastaneye yattığını biliyorum.
Mahkeme basmak böyle mi olur?
Biz iddia edildiği gibi mahkemeyi basmış, duruşmanın düzenini bozucu bir davranış içine girmiş olsaydık, mahkemenin, CMK 203’e göre bizi gerekirse zor kullanarak dışarı çıkarma yetkisi bulunduğu gibi 205. maddeye göre tutuklayabilirdi de...
- Bir de avukatlara niye hep aynı davaları aldıkları sorulmuş. Bu garibinize gitmedi mi?
Avukata böyle soru sorulur mu? Bu bağımsız bir meslektir. Bu soruyu soranlara verilebilecek tek yanıt, “Size ne?” olmalıdır. Dikkat edin. Meslek sorgulanıyor.
Bir başka soru da şu: “Siz müvekkillerinize niye hep susma hakkını kullanmalarını söylüyorsunuz ya da bunu hatırlatıyorsunuz?” Yahu, bir avukat bunu yapmasa görevini yerine getirmemiş olur. Şöyle söyleyelim: Siyasi davalara bakan avukat mutlaka örgüt üyesi mi olmalıdır? Bu mantıktan yola çıkarsak sürekli kaçakçılık davalarına bakan avukat kaçakçı, cinsel suçlarla ilgili davalara bakan da cinsel sapık mı olmalı? Meslek sorgulanıyor.
- Peki, asıl amaç nedir?
Avukatlar bu şekilde baskı altına alınacak. Arkasından, avukatlara sahip çıkan, onların örgütlü gücü olan baro sindirilecek, susturulacak. Böylece avukat korumasız kalınca da artık birtakım davaları almakta tereddüt gösterecektir. Böylelikle vatandaş korumasız kalacaktır. Dolayısıyla bu tür saldırılar, özünde vatandaşın hak arama özgürlüğüne ve savunma hakkına bir tehdittir. Barolar ve avukatlar düşerlerse vatandaş tamamıyla korumasız kalacaktır.
- Başbakan’ın kendi ağzından işittik. Çağdaş Hukukçular Derneği’nin 11 çelik kapılı binası ve kozmik odası varmış. Ama meraklı gazeteciler bu 11 çelik kapı ve kozmik odanın varlığını bir türlü tespit edemediler...
Avukatlara ajanlık filan yaptıkları söylendi. Ama ne gariptir ki sorguda bu konuda tek bir soru sorulmadı. O arada Emniyet Müdürlüğü bir açıklama yaptı. İyi de soruşturmayı polis mi, savcılık mı yürütüyor? Henüz dava bile açılmamış olmasına rağmen meslektaşlarımız terörist ilan edildi.
- Sizin baro başkan ve yönetimi olarak gidip Balyoz davasına bakan mahkemeyi bastığınız söylendi. Mahkemeyi bastınız mı?
Bir de İstanbul Barosu’nun sadece Ergenekon ve Balyoz davalarıyla uğraştığını dillendiriyorlar. Herkesi insafa davet ediyorum. Nerede bir hukuksuzluk varsa İstanbul Barosu orada olmuştur.
Balyoz davasında başka hiçbir davada görülmeyen bir gelişme oldu. Mahkemede meslektaşlarımız itilip kakılmaya başlandı. Söz hakkı verilmedi. Meslektaşlarımız söz hakkı almakta ısrar ettikleri zaman, bu duruşmanın düzenini bozucu bir davranış olarak nitelenip salon dışına çıkarıldılar; onlarca celseden men kararı aldılar. Meslek onurumuz zedelendi.
Baro yönetimi olarak biz Avukatlık Kanunu’nun 95. ve 97. maddelerinden aldığımız hakla savunmayı savunmaya, meslektaşlarımızı korumaya o mahkemeye gittik.
- İyi de gerçekten mahkemeyi bastınız mı?
Biz daha önce mahkemenin kararıyla zaten gözlemci sıfatıyla kabul edilmiştik. Mahkemeye giriş biçimleri, diye eleştiriler getiriliyor. Mahkemeye özel bir giriş biçimi mi vardır? Zaten mahkeme hiç kimsenin mülkü filan da değildir. Biz üzerimizde cüppelerimizle müdafilerin cüppe bıraktıkları bölüme gittik. Aslında bizim bırakın mahkeme basmayı, hukuka aykırı hiçbir fiilimizin bulunmadığını, duruşmanın düzenini bozucu hiçbir davranış içine girmediğimizi bizzat mahkemenin tutum ve söylemleriyle kabul etmiş olduğu, dava tutanaklarında açıkça yazılıdır. İsteyen okur. Biz iddia edildiği gibi mahkemeyi basmış, duruşmanın düzenini bozucu bir davranış içine girmiş olsaydık mahkemenin CMK 203’e göre bizi gerekirse zor kullanarak dışarı çıkarma yetkisi bulunduğu gibi 205. maddeye göre tutuklayabilirdi de...
Duruşma boyunca da mahkeme başkanı bizim avukatlık hakkımızı kullandığımızı tutanaklara geçirdi. Bu mudur mahkeme basmak ya da adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs?
- Ama anlaşılan savcı sizin gibi düşünmedi ki suç duyurusunda bulunulmasını talep etti...
Savcının talebi üzerine mahkemenin suç duyurusunda bulunmasının nedeni şu:
Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu işlemişiz. Soruşturma yürütülürken savcılık bizi ifade vermeye çağırdı. Biz şaşırdık. Avukatlık Kanunu’nun 58, 59. maddeleri açıktır. Ancak görev sebebiyle işlenmiş bir suçtan dolayı Adalet Bakanlığı’ndan izin alındıktan sonra soruşturma yapılabilir. Savcı ise bizim avukatlık görevimizin dışına çıktığımızı iddia ediyor. El insaf. Üstelik savcı çağrı kâğıdını bana baro başkanı, arkadaşlarımıza da baro yönetim kurulu üyesi sıfatıyla baroya gönderdi. Savcı bunu yaparak bizzat kendisi görevimizin sıfatımızdan dolayı olduğunu kabul etti. O zaman mahkeme bu sıfatımızı kabul etmediyse onca saat bizi neden dinledi?
- Bunun üzerine siz ifade vermeyi reddettiniz?
Kanuna uygun işlem yapılıncaya kadar ifadeye gelmiyoruz, dedik. Amacımız hukuksuzluğu meşrulaştırmamak ve bu şekilde kötü örnek oluşturmamaktır. Bu arada 288. maddeden, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten soruşturma devam ederken üçüncü yargı paketiyle o suçun cezası adli para cezasına dönüştü.
Baktılar hapis cezası veremeyecekler, bunun üzerine soruşturmayı yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs suçundan, yani 277. maddeye çevirdiler. Daha ilginci, soruşturma savcısı izne çıktı. O izindeyken başsavcı dosyayı bir başka savcıya verdi. O savcı da bu maddeden, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası istemiyle davayı açtı. Ama gelin görün ki o maddedeki suçu bizim istesek de işleyebilmemiz mümkün değil. Bunu ben değil, Ceza Genel Kurulu söylüyor. Çünkü herkes okuduğunu anlıyor.
Davayı bu maddeden açmakla aslında bizim mahkemelerin üstünde olduğumuzu kabul etmiş oluyorlar. Böylece mahkemelere saygısızlık yapıyorlar.
- Peki, baro yönetimi hukuken düştü mü?
Kanunu okumayı bilmek ya da çarpıtmamak lazım. Bunu Avukatlık Kanunu 90 ve 92. maddelere dayandırıyorlar. Ama hiçbir şekilde yerli yerine oturmuyor. Oturmadığı halde bunun böyle olduğunu iddia etmek fırsatçılıktır. Böylece kimin darbeci olduğu da çok net biçimde ortaya çıkıyor.
Bu işi sandıkta çözemeyen, baronun seçilmiş yönetimine karşı darbe girişiminde bulunuyor. Yüzde 20 oyuyla yüzde 60’ın üzerine oturacak. Arkada nasıl bir siyasi irade olduğu belli. Biz koltuk meraklısı değiliz. Burada direniyorsak, hukuku savunuyorsak amacımız bu maddelerin herkes için Demokles’in kılıcı haline gelmesini önlemek, aldığımız yüzde 60 oyun da namusu ve onurunu korumaktır. Bunun üzerine biz de hodri meydan, dedik. İstanbul Barosu Genel Kurulu’nu 17 Mart’ta olağanüstü topluyoruz. Baro tarihinde dördüncü olağanüstü genel kurul olacak. Bana göre bu yapılan, İstanbul Barosu tarihinde meşru, seçilmiş yönetime karşı ilk darbe teşebbüsüdür.
PORTRE: Doç. Dr. Ümit Kocasakal
Almanya’nın Köln kentinde 1966’da doğdu. İstanbul Galatasaray Lisesi’ni ve İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre avukatlık yaptı. 1995’te Galatasaray Üniversitesi’ne ceza ve ceza usul hukuku asistanı olarak girdi. 2000’de “Karapara Aklama Suçu” teziyle doktorasını aldı. 2005’te “AB Ceza Hukukunun Esasları” çalışmasıyla doçent oldu. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı’nı ve öğretim üyeliğini sürdürüyor. 7 Kasım 2010’da İstanbul Barosu Başkanlığı’na seçildi.