Kolombiya’da 55 yıl sonra FARC ile varılan barış sürecini sivil toplum kurumları sekretaryası temsilcisi olarak izleyen Vicente Vallies "Masaya oturmamak savaşın sürmesi demekti" dedi. Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciği ve Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Derneği'nin Diyarbakır'da düzenlediği uluslararası yuvarlak masa toplantısında konuşan Vallies “Mağdurlar ve sivil toplumun baskısı, uluslararası destek çok önemli. Yorgunlukla sabır arasında bir denge oyunu bu. Umudu yitirmemek lazım" ifadesini kullandı.
Cumhuriyet'ten Ayşe Yıldırım'ın haberi şöyle:
Kolombiya’daki barış sürecinin katılımcılarından biri olan Vallies’ın Diyarbakır’da anlattıkları, kaynakları farklı olsa da çözüm sürecinde Türkiye ile birbirine ne kadar yakın sorunlar yaşandığını ortaya koydu.
“İki taraf da silahlarla bu sorunun çözülemeyeceğini anladı. Masaya oturmamak 25 yıl daha savaş demekti” diyordu Vicente Vallies, Kolombiya’daki barış sürecini anlatırken.
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği ve Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Derneği’nin Diyarbakır’da düzenlediği “Sekteye uğrayan barış süreçlerini canlandırmak” konulu uluslararası yuvarlak masa toplantısının konuşmacısıydı Vallies. Kolombiya’da 55 yıl sonra FARC ile varılan barış sürecini sivil toplum kurumları sekretaryası temsilcisi olarak izlemişti. Aslında Fransızdı Vallies. Tam 20 yıl boyunca Kolombiya üzerine çalışmış, 11 yıl boyunca da insan haklarının korunması ve barışın inşası için Kolombiya’da yaşamıştı.
Kolombiya’da süren çatışmalı ortamın aslında 55 değil 70 yıllık bir geçmişi olduğunu söylüyordu. Barış sürecine gelinceye kadar yaşananları anlattığında Türkiye ile şaşkınlık uyandıracak benzerliklerin ortaya çıktığı görülüyordu. “Sorunun kaynağına bakmak lazım” diyordu Vallies ve o nedenleri sıralıyordu:
“Çatışma nedenlerinin birincisi siyasi ve sosyal katılım konusundaki güvencelerdeki eksiklikler. Siyasi katılım açısından reform talepleri vardı. Dört başkan öldürüldü Kolombiya’da. Büyük siyasi partiler, liberal partiler 16 yıl boyunca iktidara geldiler ama başka partilerin iktidara gelmesine izin vermediler.
Liderlerin öldürülmesi, insan ve kadın hakları savunucularının öldürülmesi, sendikalara baskı... Adalet eksikliği, sınıflar arasındaki eşitsizlikler, yerinden edilen köylüler, yoksul halklar... Birkaç elde toplanan topraklar... Aslında bir değil, birçok çatışma vardı Kolombiya’da. Bir silahlı bir de siyasi, ekonomik, sosyal çatışma...”
Bu çatışmanın aktörleri ise ordu, başta FARC olmak üzere farklı gerilla grupları, daha az tanınan aktörler tabii bir de paramiliter gruplardı. Aslında bu paramiliter gruplar 1948 yılından beri varlardı. Muhafazakâr liberaller tarafından gerillaya karşı kurulmuştu. Uyuşturucu kaçakçılarını koruyorlardı. Orduyla da ilişkileri vardı. Bu karmaşık haritada aslında barışın en ciddi sorunu olarak görülüyorlardı. Çünkü cinayet işliyorlardı. Ülkede işlenen cinayetlerin yüzde 60’ından sorumlu tutuluyor bu gruplar.
Çatışmalar sırasında ülkede 220 bin ölüm gerçekleşmişti. Bunun yüzde 80’i sivildi. İşte bu sivil ölümlerin bir çoğunu paramiliter gruplar yapmıştı.
ABD’nin Vietnam’da uyguladığı taktiği uyguluyorlardı: Köylüler gerillalara yardım ediyor. Köylüleri ortadan kaldırırsak gerilla da ortadan kalkar. Yani balıkların yüzdüğü suyu kuruturuz. Sadece paramiliter gruplar değil ordu da benzer cinayetler işliyordu. Yoksul kentlerde gençlere gerilla kıyafeti giydirip öldürüyorlardı. 3 bin 500 genç böyle öldürülmüştü. 7 milyon insan yerinden edilmişti, her 30 dakikada, bir kadın cinsel saldırıya uğruyordu. Halk ikiye bölünmüştü. Ya benimlesin ya karşımdasın anlayışı hâkimdi.
Buna rağmen ulusal baskı hükümeti masaya oturmaya zorladı. Gerillayı da ikna etti. Üstelik en zor şeylerden biri başarılmış, mağdurlar bile yan yana gelebilmişti. Birlikte hareket ediyorlar ve barış istiyorlardı. Aslında birkaç kez barış için girişimlerde bulunulmuştu. Ama her seferinde de iki taraf çeşitli gerekçelerle sinirlenip masadan kalkmıştı. Zaten ordunun şahin kanadı da barış istemiyordu. Masanın her terk edilişinde de basın FARC’ı suçluyordu. Rahatlamak ve daha da güçlenmek için barış sürecini kullanmakla suçlanıyordu.
FARC’la müzakereye oturan bir başkan ise “Silahları bırakın Fransa’ya gidin” diyordu. Ve masa yeniden devriliyordu. Çünkü bu müzakere değil teslim olma çağrısıydı.
2010 yılında seçilen Santos ise aslında daha önceki başkan Alvaro Uribe’nin savunma bakanıydı ve FARC ile mücadelede sert yöntemler uygulamıştı. Hatta uluslararası Kızılhaç’ı bir operasyonda kullanmıştı. Ordunun şahin kanadı yanındaydı yani. Buna rağmen 2010 yılında FARC’a bir mektup gönderdi ve müzakerelere başlamak istediğini söyledi. Hem de “Kamuoyu önündeki konuşmalarımıza bakmayın, halka ve basına söylediğimiz başka birşey, buna rağmen müzakere etmek istiyoruz. Brezilya ya da İsveç’e gidip konuşabiliriz” diyordu.
Birkaç hafta sonra ise FARC lideri bir bombardımanda öldürüldü. Buna rağmen FARC müzakereye başlamak istedi. Ama Santos’a güvenmediği için Venezuella veya Küba’ya gitmek istedi. İrtibatı sağlayan ise “normal” bir adamdı. Siyasetçi ya da ünlü değildi sıradan bir ekonomist. Barış anlaşması imzalanana kadar kendisini gizledi bu ekonomist, hiç ortaya çıkmadı. Şimdi ise hayatı filme çekilecek kadar ünlü bir kişi oldu.
2011 yılında Venezuella sınırında başlayan görüşmelere Santos, siyasi bir kişiliği de olan kardeşini gönderince FARC’ın güvenini kazandı. Şubat 2012’de tanışma evresi başladı, 6 ay sürdü. Bu sırada çatışmalar sürüyordu. Chavez üçüncü göz olmuştu ve müzakerenin sürmesi için çok çabaladı. Toplum da müzakere istemeye devam etti. Bu evrede müzakerenin hedefi belirlendi.
Havana’da devam eden müzakere süreci Kolombiya’da çok tartışma yarattı. Karanlıkta kalmakla, gizlenmekle eleştirildi, ordu da karşı çıkıyordu. Bunun üzerine Santos, hem orduyu hem de toplumun her kesiminden insanları Havana’ya götürdü. 2014 yılında bombardımanın susmasına neden olan 300 sayfalık barış anlaşması oluşturulmaya başlandı. 25 Ağustos’ta imzalanan anlaşma 2 Ekim’de Kolombiya’da halkoylamasına sunulacak. Anlaşmayla FARC’ın siyasi parti olmasına izin verilecek. Azınlıkların siyasi hayata katılımının önü açılacak. Muhalefetin hakları koruma altına alınacak. FARC, 20 yıl boyunca seçimlerde daha az milletvekili çıkarsa bile parlamentoda en az 10 koltuğa sahip olacak. Bir hakikat komisyonu kurulacak. Sadece ordu ve gerillanın değil silahsız aktörlerin de hesap vereceği bir komisyon. Hükümet, paramiliter gruplarla mücadele edecek.
Bunları anlatırken sık sık dile getirdiği gibi “Ulusal basınç çok önemli” diyor Vallies, “Mağdurlar ve sivil toplumun baskısı, uluslararası destek çok önemli. Yorgunlukla sabır arasında bir denge oyunu bu. Umudu yitirmemek lazım.”
Çünkü, müzakere son aşamasına gelene kadar çözümü engellemeye çalışanlar çıkacaktır. Kolombiya’da olduğu gibi. 2015’te insan hakları ve hukuk devleti için mücadele eden 683 insan hakları savunucusunun saldırıya uğradığını söylüyor Vallies, bunların 68’inin ise öldüğünü. Barış isteyen sivil toplum örgütlerinin tehdit edildiğini, FARC’ın kolu olmakla suçlandığını anlatıyor. Buna rağmen çalışmaya devam ettiklerini söylerken bir noktaya dikkat çekiyor. Uluslararası sivil toplum gönüllülerinin Kolombiya’ya gidip sivil toplum örgütlerine eşlik ettiğini anlatıyor. Tabii Obama’nın barış sürecini destekleyen ilk ABD Başkanı olmasını da ekliyor.
Santos’u barışa ikna eden etkenlerden birisinin de ‘ego’su olduğunu söylüyor Vallies ve Santos’un şimdi Nobel Barış Ödülü istediğini anlatıyor.
Toplantı bittiğinde katılımcılar birbirleriyle ortak bir fikri paylaşıyordu; “Kolombiya yapmış, Türkiye neden yapamasın!”