Gökçer Tahincioğlu
Fişleme ve takip, hemen tüm devletlerin vazgeçemediği, teknoloji ilerledikçe yöntemlerini değiştirerek sürdürdükleri temel eylemlerden.
Türkiye gibi anayasa değişikliği de yapsalar, devletler,güvenlik gerekçesiyle halkı takipten bir türlü vazgeçemiyor.
2010 referandumunun “12 Eylül’e yargı yolunun açılması” ile birlikte en önemli anayasa değişikliği vaatlerinden birisi, fişlemelerin tarihe karışacağıydı.
Öyle olmadığı, anayasa değişikliğine rağmen devletin ne eski fişlerden, ne yeni fişlemelerden vazgeçemediği 15 Temmuz’dan sonra açığa çıktı.
Güvenlik soruşturmalarında açığa çıkan bilgiler, iki üç nesil önce, yakınlarının yaptıkları eylemlerin bile bilgi fişlerine işlendiğini ortaya koydu.
Büyük şair Nâzım Hikmet’le ilgili yazılan onlarca kitap, makale, yazı yaşamının hemen her anını, kimlerle neler yaşadığını ortaya koyuyor.
Doğan Kitap’tan çıkan, gazeteci Tolga Şardan tarafından kaleme alınan “’Komonist Masası’ndaki Nâzım Hikmet” adlı kitap ise Nazım kitaplarından bütünüyle ayrı bir içeriğe sahip.
Kitap ismini, Nâzım Hikmet’i adım adım takip eden polislerin yazdığı tutanaklardan alıyor. Polisler, cumhuriyetin ilk yıllarında emniyette resmi bir birim olarak kurulan “Komonist Masası”na yazıyor tüm tutanakları.
Şardan, gazeteci titizliğiyle, devletin tozlu arşivlerinden, bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış, Nâzım Hikmet’in takip fişlerini ele alarak işlemiş kitabında.
Fişlemeler, devletin enerjisinin nasıl harcandığını, güvenlik gerekçesiyle hiçbir eylemi olmayan insanlara bile neler yapıldığını, devletin güvenlik bürokrasisini yönetenlerin zararlı gördükleri ideolojilere karşı olan yaklaşımını açıklıkla ortaya koyuyor.
Kitapta yer alan orijinal belgeler, bir yandan Nâzım Hikmet’in nasıl adım adım izlendiğini gösteriyor, bir yandan da devletin fişleme pratiğinin iktidarlardan bağımsız olarak nasıl aralıksız sürdüğünü.
Şardan’ın kitabı, bu yönüyle tarihsel.
Kitaptaki belgelere göre Nazım hem cumhuriyetin ilk yıllarında, hem İsmet İnönü yönetiminde, hem Demokrat Parti iktidara geldiğinde hem de 27 Mayıs darbesinden sonra aralıksız takip ediliyor.
Hiçbir iktidar döneminde takip eylemi bitmiyor.
Tutanaklar, öylesine detaylı ki Nazım Hikmet’in hangi ile kaçta geldiği, öğlen yemeğinde ne yediği, dolmuşa ne kadar para ödediği bile işlenmiş.
Fişleme o kadar büyük bir organizasyona dönüşüyor ki, Nâzım Hikmet’le görüşen kim varsa, dört bir yana yazı gönderilerek bütün seceresi çıkartılıyor ve gerekirse o kişi de takibe alıyor.
Kitaptaki belgeler, Nâzım Hikmet hakkında yapılan bu yazışmaları ve takibe alınan kişileri de tek tek gösteriyor.
4 yaşındaki oğlu Mehmet'in bile Ankara'ya geldiğinde Sovyetler Birliği elçiliğine gitmemesi için devletin seferber olduğunu belgeler ortaya koyuyor
Şardan, kitabında belgeleri sıralayıp, sadece fişlemeleri göstermekle yetinmiyor. Nâzım Hikmet’in yaşamını detaylarıyla araştıran Şardan, belgeleri bu yaşam öyküsünün içinde tarihsellikle aktarıyor. Okur, bir an olsun sıkılmadan, tarihi belgelerin neden ve nasıl hazırlandığı sorusunun yanıtını da kitapta bulabiliyor.
Deneyimli gazeteci Tolga Şardan, kitabında, Nâzım Hikmet’in ideolojik tercihleri nedeniyle sürekli takipte olduğunu çok net biçimde aktarıyor ancak bununla da yetinmiyor. İktidarların, devletin bu takiplerini nasıl dönemsel olarak kullandığını Nâzım Hikmet’in yaşamı üzerinden aktararak, siyaset-devlet ilişkisine de mercek tutuyor.
Şardan’ın kitabı gösteriyor ki devletler ve Türkiye, nesilden nesile güvenlik politikalarını aktarıyor. Bu politikayı miras alanlar da gerekliliğini, nedenini, niçinini sormadan devlet adına yasadışı takipleri ve fişlemeleri sürdürüyor.
Bugün artık muhafazakâr ve milliyetçi partilerin şiirlerini rahatlıkla miting meydanlarında kullandığı Nâzım Hikmet, devletin radarından ölümünden yıllar sonra bile çıkmamış bir komünist.
Ve kitap gösteriyor ki Nâzım Hikmet’in mezarı, arzu ettiği gibi Anadolu’daki bir köy mezarlığında olsaydı, ziyaret edenlerin tamamı da takibe alınacak ve soruşturulacaktı.