‘Komünizmi de biz getiririz’ sözü kime ait?

‘Komünizmi de biz getiririz’ sözü kime ait?
Yıllardır eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan tarafından söylendiği bilinen “Memleket komünist olacaksa onu da biz yaparız” sözü ile ilgili yeni bir iddia ortaya atıldı. Sözün söylendiği sırada kendisinin de aynı odada bulunduğunu belirten Indiana Üniversitesi öğretim üyesi ve Van 100. Yıl Üniversitesi konuk öğretim üyesi İlhan Başgöz, Radikal gazetesinde yayımlanan (19 Mayıs 2009) yazısında “Aslında kimin söylediği pek de önemli değil. İddianın kendisi bir devirde bazı insanların zihniyetini göstermesi bakımından önemli” diyerek o ismi açıkladı… İşte Başgöz’ün “Memleket komünist olacaksa onu da biz yaparız; kim söyledi bunu” başlıklı yazısının tamamı… Bu yazının başlığındaki fikir sık sık Ankara Valisi Nevzat Tandogan’a mal ediliyor. Geçen hafta Radikal’de gene aynı görüş tekrar edildi. Aslında kimin söylediği pek de önemli değil. İddianın kendisi bir devirde bazı insanların zihniyetini göstermesi bakımından önemli. Benim tanık olduğum bir olay var. Bu sözün kimin ağzından çıktığını gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Bu olay, 1945-50 İsmet İnönü demokrasisinin ne denli bir demokrasi olduğunu göstermesi bakımından öğreticidir. Bunun için yazıyorum. 1945’teki demokrasi İsmet İnönü’nün 1945’te, övüne övüne getirdiği demokrasinin gerçek demokrasi ile hiçbir ilgisi olmadı. Bu devir öyle bir devirdi ki, Aziz Nesin’in evinde Fransızca Larousse lugatı bulununca polisler lugatı, La La La Rus Rus Rus diye heceleyip, bu Rus kitabıdır diye Aziz Nesin’i karakola buyur edebiyorlardı.. Ev sahibim, bu adam gece saat ikilere kadar komünistlik yapıyor diyor, mahkemeye başvurabiliyor, beni evden çıkarmak istiyordu. Geç vakitlere kadar doktora tezimi yazıyordum. Aslında beni çıkarıp yeni kiracıdan hava parası alacaktı. Üç solcu üniversite hocası için TBMM’den özel kanun çıkarılıyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü binalarının havadan resimleri çekiliyor, binaların kuruluş biçiminde orak çekiç keşfediliyordu. Veteriner Fakültesi öğrencisi Nevzat, bir ağacın gölgesinde oturup ders çalışırmış. Komünist diye şikâyet ediliyordu. Bu ağacı, vaktiyle Türkiye’yi ziyaret eden Rus generali Voroşilof dikmişmiş. İsmet Paşa, devletin bütün desteğini sağlayarak İsmail Hakkı Tonguç’a Köy Enstitülerini kurduruyor. Sonra aynı İnönü, Tonguç’un komünist diye mahkemelerde sürünmesine göz yumuyordu. Tonguç’un suçu bir ögrenciye Ignazio Silone’nin ‘Fontamara’ adlı kitabını vermesi idi. Güney İtalya’daki açlığı anlatan bir romandır bu. İtalya’da da olsa açlıktan bahsetmek komünistlikti. Mahmut Makal da ‘Bizim Köy’ adlı kitabında Türk köyünün geriliğini ve sefaletini anlattığı için hapis yatıyordu. Orhan Veli’nin hakkı var: “Açlıktan bahsediyorsun, demek ki sen komünistsin, bütün binaları yakan sensin,Ankara’da’kileri sen İstanbul’dakileri sen, ...sen ne domuzsun sen.” İsmet Inönü’nün 1945’le 50 arasında yaptıkları 45’e kadar yaptıklarının tam tersidir. Bunu rahmetli Erdal İnönü’ye sormuştum. Seçimi kaybetmekten korktukları için demişti. Gerçeğin yarısı böyledir. Öteki yarısını da, Marshall yardımının bize yüklettiği koşullarda aramak gerekir. Bir piknik anısı Böyle bir devirde, Dil ve Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden, kızlı erkekli bir grup Baraja eğlenmeye gittik. O vakit Ankara’nın tek eğlence yeri barajdı. Orada küçük ama güzel bir orkestra vardı. Parası olanlar bira içti. Ankara birası idi. İsmet Paşa ile Celal Bayar’ın arasını açan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki bira fabrikasının birası. İş Bankası özel girişiminin başındaki Celal Bayar fabrikayı, devlet yardım etsin, biz kuralım, demiş Başbakan İnönü, “Hem devlet kolaylık sağlasın, hem özel girişimciler kazansın, ben devletçiliği anlarım ama dolapçılığı anlamam” karşılığını vermiş ve fabrikayı devlet kurmuştu. Kumanyalar yendi, danslar edildi ve bir ara orkestra ‘Volga Volga’ diye bir Rus halk şarkısı çalmaya başladı. Bu, Don balıkçılarının tanınmış bir halk şarkısıdır: “Önümüzde çok yol var, yürüyelim yoldaşlar, hayda da hayda” filan diye Türkçeye çevrilmiştir. Bilenlerimiz orkestraya katıldı, benim gibi sesi pek kötü olanlar sadece dinledi. Koro halinde türkü söylendi. Başka türküler de söyledik. Güzel bir hafta sonu geçirmiştık, evlerimize döndük. Ben deliksiz bir uykudaydım ki kapı çalındı. İki sivil polis: “Vali bey sizinle görüşmek istiyor, hükümet binasına gideceğiz” dedi. Gece yarısı vali beyin hükümet binasında ne işi olacak? Herhalde çok önemli bir şey var diyerek gittim. Hoş, gitmemek olur muydu? Vali konağına vardım. Ne göreyim, bizim arkadaşların hepsi vali beyin kapısının öınünde volta atmıyorlar mı? Hayrola, nedir filan dedimse de kimsenin bir şey bildiği yok. Arkadaşlar işi matrağa vuruyor. “Taş kaldırmışsınız oğlum, neden saklıyorsunuz?” filan yollu şakalar yapılıyor. O devir solcu öğrencilerin her ay başında bir taş kaldırarak, Rusya’dan para aldıkları dedikodusu vardı. Buna inananlar da yok değildi. Saat 10 da vali bey teşrif ettiler. Vali CHP valisi Avni Doğan’dı. Kaşlarını Atatürk’ün kaşları gibi yukarıya kaldırmış, heybetli bir vali. O vakit böyle kaşlar Atatürkçülük işareti idi. Karşısına dizildik. Kız arkadaşlarımız pek tedirgindi. Hepimizi şöyle bir süzdü vali bey. Bizi korkutacak kadar beklediğine inandıktan sonra “Siz dün bir Rus şarkısı söylemişiniz. Doğru mu?” deyiverdi. Büyük suçumuzu kabullenmemizi istiyordu. Biz hem bu dehşet suçumuzu öğrenerek rahatlamış, hem de yarı gecede bunun için mi çağrıldığımıza hayret etmiştik. “Türk şarkıları yok muydu? Siz Türk değil miniz” diye bizi bir güzel haşladı Ankara Valisi. “Aman vali bey biz Türk halk şarkıları da söyledik, sonra ilkin orkestra başladı, onlar da suçlu olmalı” filan diyecek olduk. Varak-ı Mihr ü Vefa’yı kim okur kim dinler? Sonra aşağı perdeden nasihata geçti vali bey. Gençmişiz, geleceğimizi düşünmeli imişiz. Bu seferlik bizi affediyormuş. Sonra o meşhur cümleyi patlattı. “Bakın çocuklar! Eğer bütün dünya komünist olacaksa Türkiye en son komunist olacaktır. Eger Türkiye komünist olacaksa onu da biz yaparız size bırakmayız, haydi gidin.” Ucuz atlattık diye evlerimize döndük. Bir daha da Volga Volga şarkısını ağzımıza almadık. Tandoğan’dan aynı cümle Aynı cümleyi Nevzat Tandogan’ın Osman Yüksel’e söylediği rivayet ediliyor. Osman Yüksel’in komünistlikle ilişkisi yoktu. Yüksel hem dehşetli dindar, hem de sert milliyetçi idi. Hisar’da komşu idik. Sefil bir odada yaşardı. Yoksuldu. O milliyetçi ben solcu, gene de birbirimizi sayar ve görüşürdük. Ben Nâzım Hikmet’ten okurdum, Osman Mehmet Akif’ten şiirler okurdu. Osman, Serdengeçti adlı bir dergi çıkardı bir ara. Şairliği de vardı. Aklımda iki dizesi kalmış: “Girmişti Katerina Baltacı’nın koynuna.” Osman Prut bozgunumuzu Katerina’nın Baltacı ile yatmasına bağlardı, buna da gerçekten inanırdı. Ona göre Kızılbaş’la kızıl arasaında bir baş farkı vardı. Alevileri komünist sayardı. Nasıl oluyor da Vali Tandoğan Osman’ı komünistlikten sorguya çekiyor ben anlamadım. Osman’ın dürüst bir tarafı vardı. Demokrat Parti’den bir ara milletvekili seçildi. Kıravat takmamakta ısrarlı oldu.Meclis’te kıravatsız oturan tek milletvekili idi. Demokrat Parti Toprak Reformu Kanunu’nu kuşa benzetirken tek karşıt oyu Osman kullandı. Köylüye toprak verilmesinden yana idi. Elbet yeni seçimlerde Osman’ı listeye almadılar. Vali Tandoğan’ı arkalamak değil niyetim. Kılıkları kötü diye köylüleri Atatürk Bulvarı’ndan geçirmezdi Tandoğan. Sefaretlerin önünden geçerek bizi yabancılara kötü göstermeye hakları yoktu. Tandoğan’ın adı bir doktorun öldürülmesi davasına karıştı. Tanık olarak mahkemeye çağrıldı. Sanık muamelesi yapılmış olacak ki: “Bana bunu nasıl yaparlar?” diyerek başına bir kurşun sıktı, 1946’da olacak, öldü. Astığı astık, kestiği kestik bir vali idi. Uzun yıllar Ankara ondan soruldu. Hakkını da yememek gerek. Meyhaneler tam vaktinde kapanırdı. Ankara sokaklarını sarhoşlar dolduramazdı. Milli Korunma Kanunu’nun yaman uygulayıcısı idi. Karaborsacılara göz açtırmazdı. Ne diyelim, sevabı ve günahı ile gitti. Adı Tandoğan Meydanı’nda kaldı.