Hülya Karabağlı/ Ankara
CHP PM Üyesi Bursa Milletvekili Sena Kaleli, anne ile kalan çocukların kimlik bilgilerinin değiştirilmesi gerektiğini böylelikle okul ve resmi işlemlerden yapılacak takibin önüne geçilelebileceğine dikkat çekiyor.
Haziran ayında 16 kadının öldürüldüğü Türkiye'de, erkeklerin şiddet için her yolu kullandıkları ortaya çıktı. CHP Parti Meclisi Üyesi, Bursa Milletvekili Sena Kaleli, çocukların okul kaydından mezuniyetlerine kadar her türlü bilgisinin yer aldığı 'e okul' kayıt sisteminin kadınların takibini kolaylaştırdığını söyledi. Kaleli, bu durumun sadece kadının kimlik bilgisinin değiştirilmesinin yetmediği, çocuklar için de aynı işyemin yapılması gerektiğini gösterdiğini söyledi.
Kaleli, ziyaretlerde bulundukları konukevlerindeki kadınların'e okul' kaygısını dile getirdiklerini söyledi. Bu konunun acil ve öncelikle çözülmesi gerektiğine dikkat çeken Kaleli'nin T24'e değerlendirmesi şöyle:
Ziyaret ettiğimiz konukevlerinde bizlere en çok iletilen sorunlardan biri de okula giden çocuklar üzerinden takip yapılarak iz sürülmesidir. Özellikle e – okul kayıt sistemi üzerinden yapılan bu takipler cinayetle sonlanan trajedilere neden olmaktadır. Burada da alınacak önlem çok basittir.
Konukevinde kalan kadının kimliği nasıl değiştiriliyorsa anneyle kalan çocuğun da kimlik bilgileri değiştirilerek okul ve resmi işlemlerden yapılacak takibin önüne geçilebilir. Ama ne yazık ki “şiddet uygulayanın teşhiri” gibi bu konuda da adım atılmamaktadır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çatısı altında kurulmuş olan “Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerine” “Koza” adı verilmesidir. Koza adı, sığınma evinde kalanlar için olumsuz algı ve endişe yaratmaktadır. Çünkü doğa yasası gereği kozasından çıkan kelebeğin öldüğü gibi, sığınma evinden çıkan kadının da öleceğini çağrıştırmaktadır.
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası’nın yürürlüğe girdiği Mart 2012 tarihinden sonraki bir yıl içinde işlenen aile içi şiddet kaynaklı cinayet sayısı bir önceki yıla göre yüzde 14,2 artmıştır.
Ne kadar iyi niyetli olunsa da şiddetin kaynağına yönelik çözümler üretilmediği sürece artmaya da devam edecektir.
Çünkü ülkemizdeki şiddet araştırmaları genellikle sosyo – kültürel yapı ve değerler üzerinde yürütülmekte ve buna göre çözümlere hedeflenilmektedir.
Ancak en az bu değerler kadar etkin rol oynayan biyolojik ve psikolojik boyut nedense göz ardı edilmektedir.
Kişilik bozuklukları, sosyalleşememe, kontrol güçlüğü gibi biyolojik etkenlerin yanı sıra izlenilen filmlerden oynanan oyunlara, baskı ve sorumluluktan mesleki deformasyona kadar bir dizi psikolojik etkenler de şiddeti beslemektedir.
Son Gezi Parkı olaylarıyla ilgili uygulanan devlet şiddetinin temelinde, baskı ve yüklenilen sorumluluk kadar mesleki deformasyonun da büyük rol oynadığı açıktır. Sıcak çatışma bölgelerinde bulunanlarda da bu duruma sıkça rastlanılmaktadır.
Şiddetin artmasının en önemli nedenlerinden biri de çıkartılan yasaların caydırıcı olmamasıdır. Buna en güzel örnek hala şiddet gören kadınların teşhir edilmesidir. Oysa bu ezberin bozulması ve şiddet uygulayanın teşhir edilmesi önemli bir toplumsal baskı oluşturacaktır.
Adli ve idari kolluk gücü hizmeti yürütenlerin şiddetle ilgili değer yargılarının sorgulanmaması ve bu alanda uzmanlaşmaya gidilmemesi, şiddetle etkin mücadelede önemli bir eksikliktir. Her ne kadar genelleme yapılamasa da adli ve idari kolluk güçleri içinde sanki şiddet uygulayanı haklı gören, hatta empati kurarak şiddet görene de hak ediyormuş gibi bakan bir anlayışın olduğu da inkar edilemez.