Prof. Dr. Korkut Boratav, daha önce kullandığı “Atatürkçü olmadan sosyalist olunamaz” ifadesine açıklık getirdi. “Sosyalizm, Türkiye’de de bu devrimci dönüşümleri özümseyen ve aşmayı hedefleyen bir hareket olarak görülmelidir” diyen Boratav “Ortaçağ devletinin vesayetinin reddi, Türkiye’de Osmanlı düzenine karşı ödünsüz bir meydan okuma anlamına gelir” görüşünü dile getirdi.
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’den Fevziye Özbek’le söyleşi yapan Boratav şunları söyledi:
Atatürkçülük ve sosyalizm
-Tam bu kelimelerle olmayabilir ama ‘Atatürkçü olmadan sosyalist olunamaz’, diyorsunuz. Neden? Bu sözü açabilir misiniz?
Asıl meramımı, “aydınlanmacı olmadan sosyalist olunamaz” ifadesi daha iyi anlatır. Zira, modern, (bazılarının yeğlediği ifadeyle “bilimsel”) sosyalizm, aydınlanmanın üçüncü ayağıdır. Aydınlanma, Ortaçağ devletinin, dinin ve paranın vesayetine karşı çıkan düşünsel bir devrimdir. İlk ikisi, Kant’ın temsil ettiği aydınlanmadır. Marx, bunları hem benimseyerek, hem de “paranın vesayetinin reddi” öğesini de ekleyerek sosyalizmi de aydınlanma devrimiyle bütünleştirmiştir. Türkiye ortamında aydınlanmacılığı Kemalist devrim temsil eder. Ortaçağ devletinin vesayetinin reddi, Türkiye’de Osmanlı düzenine karşı ödünsüz bir meydan okuma anlamına gelir. Saltanatın ilgası, Cumhuriyet ve hukuk devrimi budur. Dinî vesayetin reddi de hilafetin ilgası, laiklik ve bilimsel eğitim öğelerinden oluşur. Sosyalizm, Türkiye’de de bu devrimci dönüşümleri özümseyen ve aşmayı hedefleyen bir hareket olarak görülmelidir. Kemalist devrimler Türkiye’nin Müslüman halkı tarafından benimsenmiştir. Dolayısıyla sosyalizm de Müslümanlık ile bağdaşır. Buna karşılık dinî bağnazlığı Osmanlı özlemleriyle bütünleştiren İslamcılık, sosyalizmle bağdaşmaz. “İslamcı sosyalizm” de ciddiye alınan bir akım olamaz.
- Hindistan ve Pakistan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye oldular. Bu örgütü ve “düşman kardeşler” olarak adlandırılan bu ülkelerin katılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum, ŞİÖ’nün çok çeşitli karşıtlıklar içinde olabilecek ülkeleri, işbirliği arayışları içinde birleştirebilme potansiyeli taşıdığını gösteriyor. Bu nedenle Türkiye’nin de tam üyeliğini savunmamız gerekir.
- Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çin devlet aygıtı, henüz kapitalist sınıf tarafından fethedilmemiştir. Bu nedenle dış ekonomik ilişkilerinde emperyalist güdülenmelerden çok, ülkeye ait (ulusal) çıkarlar gözetilmektedir. Kapitalizmin motivasyonlarından yalıtılmış ulusal çıkarların önceliği, biçimsel olarak bazı emperyalist politikaları andıran eşitsiz, baskıcı özellikler taşıyabilir. Ancak Çin, dış dünyadaki uygulamalarında bu türden bir sapmadan tamamen değilse bile, büyük ölçüde uzak kalmaya özen göstermektedir. Bunda, ÇKP’nin iktidara, emperyalizme karşı çetin bir mücadeleden sonra gelmesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Ülkeler arası ilişkilerde hegemonik yönelişlerin reddi, Çin’in etkili olduğu bağlantısızlar hareketinin ana ilkelerinin başında gelmişti. Çin Halk Cumhuriyeti, uluslararası ilişkilere dönük tüm belgelerinde bu ilkeleri hâlâ hatırlamakta ve hatırlatmaktadır. Bu yöneliş, ulusal çıkarların, “karşılıklı çıkarlar” biçiminde sunulması; mümkün mertebe de uygulanması sonucunu doğurmaktadır.