Yeni tip koronavirüsün yol açtığı Covid-19 hastalığı ile mücadele kapsamında sağlık sisteminin kapasitesini aşmaması için çoğu ülkede sıkı sosyal mesafe önlemleri uygulanıyor.
Bu önlemler kapsamında başta hizmet sektörü olmak üzere havayolu taşımacılığı, turizm, konaklama gibi çok sayıda sektör çok zor bir dönemden geçiyor.
Serbest meslek ve işyeri sahipleri de koronavirüs salgının yarattığı krizden etkilenenler arasında en önde.
Hem arz hem de talebin darbe yemesi, dünya çapında bütün ekonomilerin çok zor bir döneme girdiğine işaret ediyor.
Bu kapsamda Türkiye'de hükümet 100 milyar liralık 'Ekonomik İstikrar Kalkanı' adında bir program açıkladı.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Dayanışma Kampanyası başlatıldığını duyurarak insanların bağış yapabilecekleri hesap numaralarını paylaştı.
Ancak çoğu uzmana göre bu program altında açıklanan önlemler ve paketin büyüklüğü bu çapta bir krizle mücadele etmek için yeterli değil.
Kimi ekonomistler böylesine sıra dışı bir krizle mücadele etmek adına kaynak bulunması için para basılması gibi adımların atılmasını önerirken, kimi uzmanlar ise bu adımın yaratacağı enflasyona karşı uyarıda bulunarak dışarıdan bir kaynak bulunması gerektiğini aktarıyor.
Türkiye ekonomisinin koronavirüsün yarattığı krizle mücadele etmesi için atılması gereken adımları konu alan raporları ve farklı ekonomistlerin görüşlerini derledik.
Hükümetin 18 Mart'ta açıkladığı 100 milyar liralık paket kapsamında alınan önlemler şu şekilde:
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ise 17 Mart tarihinde 100 baz puan faiz indirimine gitti.
TCMB aynı gün koronavirüs salgınının yarattığı belirsizliğin Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin sınırlandırılması adına, bankaların TL ve yabancı paraya ulaşımında esneklik sağlanması; reel sektöre kredi akışının temini için bankalara ilave likidite imkanlarının tanınması ve ihracatçı firmaların nakit akışının desteklenmesi amacıyla birtakım tedbirler açıkladı.
TCMB, 31 Mart günü açıkladığı yeni adımlar kapsamında ise tahvil alımlarını genişleterek daha bol ve ucuz likidite sağlamaya yönelik adımlar attı.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 30 Mart tarihinde Twitter'dan yaptığı açıklamada kamu bankalarıyla aylık 5 bin TL'nin altında geliri olan vatandaşlar için Temel İhtiyaç Desteği'ni devreye aldıklarını belirtti.
https://twitter.com/BeratAlbayrak/status/1244596662003171328?s=20
Ayrıca Kısa Çalışma Ödeneği ile faaliyetlerini azaltan ya da durduran işletmelerde çalışan vatandaşlara 3 ay boyunca maaş desteği verileceğini ifade etti.
Dünya genelinde ise hükümetler ve merkez bankalarının bugüne kadar taahhütte bulunduğu destek paketlerinin büyüklüğü 7 trilyon dolara ulaştı.
Bu miktara ABD Senatosu'ndan geçen 2 trilyon dolarlık teşvik paketi ve Japonya'da 274 milyar dolara varması beklenen önlemler dahil.
Almanya neredeyse GSYH'sının yüzde 28'ine denk gelen bir paket açıklarken İspanya ve İngiltere gibi ülkeler GSYH'larının yüzde 15'inden daha büyük miktarda bir teşvik paketi açıkladı. ABD'de ise bu oran yüzde 9'un üzerinde.
Türkiye ise sadece GSYH'sının yüzde 2'sine denk gelen bir paket açıkladı.
Bu oranlara bakıldığında Türkiye'nin ekonomik olarak çok küçük bir adım attığı düşünülüyor.
Bloomberg geçen hafta yaptığı haberinde, TÜSİAD'ın (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği) koronavirüs kriziyle mücadele için daha sıkı önlemlerin alınması adına hükümete bir mektup yazdığını öne sürdü.
Konuyla ilgili Bloomberg'e konuşan kişilere göre TÜSİAD'ın yazdığı mektubunda koronavirüs salgınının yol açacağı ekonomik krizden kurtulmak için hükümetin daha büyük bir teşvik paketi hazırlaması gerektiği belirtildi.
Hükümetin koronavirüs salgınının yaratacağı ekonomik hasarla ilgili atması gereken adımlar için farklı ekonomistler farklı görüşler öne sürüyor.
Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, üç önlemin hayata geçirilmesi gerektiğini, bunun ilkinin hastalığı kontrol etmek olduğunu söylüyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Gürkaynak, "Sağlık tarafını çözmeden ekonomik tarafın çözülmesi söz konusu değil. 'Ekonomiden feragat etmeyelim' diye sağlıkta atılması gereken adımları öteledikçe aslında iktisadi faturayı büyütüyoruz" diyor.
Gürkaynak'a göre sağlık alanına kaynak ayrılmasının ardından şu adımlar atılmalı:
Gürkaynak, şirketlerin batmasının önüne geçilmemesi takdirinde bu kriz sona erdikten sonra üretim ağlarını tekrar ayağa kaldırmanın mümkün olmayacağını vurguluyor.
Birçok masrafı devletin üstlenmesi gerektiğini belirten Gürkaynak'a göre şirketlere kaynak aktarılmalı:
"Şu işe yarar bir şey değil; 'Birtakım ödemelerinizi, faiz ödemenizi erteledik; ama faiz işlemeye devam edecek.' Şunu hatırlamak lazım, Türkiye'deki şirketlerin çoğu, günlük geliri ile günlük giderini karşılayan müesseseler. Günlük gelirini karşılayamadığı anda da sallanmaya başlıyorlar.
"En iyi ihtimalle haftalarca, daha kötü ihtimalle en azından birkaç ay gelirinden feragat edecek şirketler var. O şirketlerin gelir kaybının kapatılmasına ihtiyaç var. Bu şirketlere bunu borçla vermeniz takdirinde bu borcu ödeyecek bir kaynakları yok. Arada iş yapılmayan dönemdeki borçluluğu bir şekilde üstlenmek gerek.
"O yüzden şu an ihtiyaç duyulan şey bu şirketlere kredi vermek, borç vermek değil. Şirketlere doğrudan kaynak aktarmak. Sermayelerini eritmelerini engellemek. Birtakım yükleri devletin üstüne alıp kamulaştırması gerekiyor, sonra da devletin onu sırtlanacak gücü olmadığı için onunla uğraşmak gerekecek."
Gürkaynak, önce bu adımların atılması, ardından da oluşacak kamu borcunun nasıl çözüleceğine bakılması gerektiğini belirtiyor.
Kaynak olarak ise Türkiye'nin sadece TL'ye değil, dolara da ihtiyaç duyması dolayısıyla para basmak yerine dışarıdan döviz bulacak bir yöntem düşünülebilir.
Bunun için de IMF gibi uluslararası bir fon çözüm olabilir.
IMF (Uluslararası Para Fonu) Mart ayının başında yoksul ve gelişmekte olan ülkelerin koronavirüs kriziyle mücadele etmesi içi 50 milyar dolarlık bir kaynak yarattıklarını açıklamıştı.
TEPAV'dan (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) Dr. Fatih Özatay ve Dr. Güven Sak'ın beraber kaleme aldığı raporda ise bu dönemde 'sıra dışı ekonomik önlemlerin' alınması gerektiği ifade ediliyor.
Raporda devletin talep düşüşünü engellemek üzere "son kertede alıcı" olarak alım garantileri ile geçici bir süre için devreye girmesi gerektiği belirtiliyor.
Böyle bir duruma örnek olarak devletin uçaklardaki boş koltukları satın alması gösteriliyor.
Böylece bir sektörde yaşanan kaybın zincirleme olarak diğer sektörleri olumsuz etkilemesinin önüne geçiliyor.
Bu politikaya göre eğer özellikle hizmet sektöründe talep düşüşü kaynaklı daralma milli gelirin yüzde 20'si kadar olacak ise devlet bu kadar alım garantisi ile devreye giriyor.
Peki bu alım garantisi nasıl verilebilir? Raporda şu şekilde anlatılıyor:
"Genel talep düşüşünü telafi etmek üzere ihtiyaç duyanlara alım garantisi olarak milli gelirin yüzde 10'u kadar bir kaynak aktarıldığını düşünelim. Bunu finanse etmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığı GSYH'nin yüzde 10'u kadar Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) ihraç edebilir.
"Bu DİBS'ler Merkez Bankası'na -yasasında geçici bir değişiklik yapılarak- satılabilir. Böylece Merkez Bankası bilançosu büyür ve Hazine ve Maliye Bakanlığı Merkez Bankası'na belli bir vadede borçlu kalır. Hazine ve Maliye Bakanlığı Merkez Bankası'ndan elde ettiği parasal kaynağı genel talep düşüşü nedeniyle zor durumdaki nihai mal ve hizmet üreticisi şirketlere aktarır.
"Bu aktarım tüm bankalar ya da yalnızca kamu bankaları ya da Türkiye Kalkınma Bankası eliyle yapılabilir. Şirketlere ürettikleri mal ve hizmete olan talepteki düşüşün büyüklüğü dikkate alınarak, alım garantisi verilir. Alım garantisi ile birlikte şirketlerin hayatiyeti için en önemli problem olan Covid-19 kaynaklı belirsizlik bir ölçüde ortadan kalkar."
Raporda bu garantinin verildiği şirketlere, normal faaliyetlerini sürdürmesi ya da 'sürdürüyor gibi' davranmaları, istihdamlarını azaltmaması ve tedarikçilerine ödemelerini yapmaları şartının getirilmesi gerektiği özellikle vurgulanıyor.
Bu kriz sonucu işsiz kalanlar adına İşsizlik Fonu için de Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın DİBS ihracı ve Merkez Bankası'nın DiBS'leri satın alarak geçici parasal genişlemeye gitmesi operasyonu ile kaynak yaratılabileceği belirtiliyor.
Raporun yazarları, gereken kaynağın Merkez Bankası'nın parasal genişlemeye gitmesi ile sağlanmasının ülkenin risk algısını artırabileceğini, ancak böyle sıra dışı dönemlerde sıra dışı önlemlerin alınabileceğini aktarıyor.
Ekonomist Dr. Mahfi Eğilmez de bloguna yazdığı makalesinde IMF'nin koronavirüs krizinden etkilenen ülkeler için ayırdığı fondan yararlanılmayacaksa geriye kalan tek çarenin para basmak olduğunu belirtiyor.
Eğilmez, elde kullanılabilir kaynak olarak yalnızca işsizlik fonunun bulunduğunu, ancak onun da artacağı tahmin edilen işsizler için kullanılacağı düşünülürse bir çare olamayacağını söylüyor:
"Eğer IMF'ye başvurarak Fon'un koronavirüsten etkilenen ülkeler için ayırdığı Hızlı Kredi İmkânından (Rapid Credit Facility) yararlanılması düşünülmüyorsa geriye tek çözüm olarak para basmak kalıyor.
"Yasa değişikliği yapılarak belirli bir süre ve miktarla sınırlı olmak üzere Hazine'ye Merkez Bankası'ndan 'kısa vadeli avans' kullanım imkânı verilebilir. Kullanılacak bu miktara gösterge faiz uygulanması ve kullanım tarihini izleyerek örneğin bir yılın sonunda geri ödenmesi koşulu getirilebilir. Bu, para basmak demektir.
"Buna karşılık borç olarak verileceği ve faiz uygulanarak bir yılda geri ödeneceği için enflasyonist etkisinin, ekonominin çökmeye başladığı, talebin düştüğü bu ortamda minimum düzeyde kalacağını tahmin etmek yanlış olmaz."
Ekonomist Eğilmez aynı zamanda Twitter hesabından hükümete yazdığı açık bir mektubu da paylaştı.
https://twitter.com/mahfiegilmez/status/1244131294067462151?s=20
Burada Eğilmez, ivedilikle iki maddenin hayata geçirilmesi görüşünde:
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ise işçi sağlığı ve güvenliği için alınması gereken önlemleri şu şekilde sıraladı: