Covid-19 salgını neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alınca, başka birçok uluslararası sorun gündemin dışına itildi.
Bu anlaşılabilir bir şey çünkü salgın küresel çapta 300 bine yakın insanın ölümüne, ekonomilerin kritik şekilde küçülmesine yol açtı. Bir yandan da bu kriz, uluslarası alanda toplumların nasıl organize olduğu ve ilişkilerimizi nasıl yürüttüğümüze dair soruları da su yüzüne çıkardı.
Bu esnada bazı büyük küresel krizler de bir kenara itildi. Ancak biz görmezden gelsek de bu krizler arka planda büyümeye devam etti. Bu krizlerden bazılarıyla mücadele edebilmek için artık çok geç kalmış bile olabiliriz.
Bazı hükümetler de Covid-19 salgınını fırsata çevirdi ve hazır dikkatler üzerlerinde değilken, uzun süredir yapmak istedikleri ancak tepkiler sebebiyle yapamadıkları konularda adımlar atmaya başladı.
Bundan sonraki haftalarda ve aylarda dikkate almamız ve takip etmemiz gereken 5 kriz:
ABD ile Rusya'nın birbirini tehdit etmek için kullandığı uzun menzilli nükleer silahları kısıtlayan "Stratejik Silah Azaltma Anlaşması" nam-ı diğer "Yeni Başlangıç"ın geçerliliği Şubat 2021'de doluyor.
Anlaşmanın yenilenmesi için yapılması gereken müzakereler için zaman gittikçe daralıyor. Bu anlaşmai yaklaşık 45 yıl süren Soğuk Savaş döneminden bugüne kalan son kitle imha silahları anlaşması.
Bu anlaşma olmadan, bağlayıcı kısıtlamaların ve şeffaflığın olmadığı bir ortamda yeni bir nükleer silah yarışının ortaya çıkabileceğiyle ilgili ciddi bir korku var. Müthiş bir şekilde hızlı hareket edebilen hipersonik füzelerin üzerinde çalışmaya şu an devam ediliyor. Bu durum da, yeni bir nükleer silah yarışıyla ilgili kaygıları artırıyor.
Rusya, bu anlaşmayı yenilemeye istekli görünüyor. Sadece prosedürlere bakıldığında bunu yapmak çok da kolay.
Ancak Trump yönetimi, "Yeni Başlangıç"ın olduğu haliyle uzatılmasından yana değil. Anlaşmaya Çin'i de eklemek istiyor ve eklenmemesi halinde uzatılmasını tercih edebilecek gibi görünüyor.
Çin ise bu anlaşmaya katılmaya hiç istekli değil. Anlaşmanın süresinin dolmasından bir yıldan az kaldı ve bu şartlar altında yeni bir kapsayıcı taslak çıkarmak için çok geç kalınmış olabilir.
Bu durumda eğer Washington'ın talebinde bir değişiklik olmazsa ya da Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık seçiminde Trump değil diğer aday seçilir ve yeni başkan anlaşmanın devamından yana tavır almazsa, "Yeni Başlangıç" tarih olabilir.
Trump yönetiminin İran'la P5+1 ülkeleri arasında imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından başlayan gerilim, daha da kötüye gidiyor.
Şu an hâlâ geçerli olan Birleşmiş Milletler (BM) ambargosu sebebiyle, birçok ülke Tahran'a gelişmiş silah satamıyor. Ancak yine nükleer anlaşmayı destekleyen BM kararına göre, bu ambargo da bu yıl 18 Ekim'de sona eriyor.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD'nin ambargonun devamını talep etmesi halinde "çok büyük sonuçları olacağını" söyledi.
Ancak BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya'nın İran'a yönelik ambargonun uzatılmasını veto etme ihtimali yüksek. Bu durumda Trump'ın, nükleer anlaşmayla birlikte hafifletilen İran'a yönelik ekonomik ambargonun yeniden genişletilmesi ve daha da sertleştirilmesi talebinde bulunması; bunun için Avrupa ülkelerine baskı yapması bekleniyor.
Trump'ın taktiğinin hiç de hesapta olmayan bir durum olduğunu iddia edemeyiz. ABD, nükleer anlaşmadan çekildiğinden bu yana İran'la gerilimi ve Tahran'a yönelik baskıyı artıracak adımlar atıyor. Bu şartlarda İran da anlaşmanın bazı maddelerini ihlâl etmekten çekinmedi. Ancak bunların hiçbiri geri dönülemez ihlâller değil.
Şimdi Trump yönetimi, ABD anlaşmadan çekilmiş olsa da İran'ın anlaşmanın tüm şartlarına uymasını istiyor. Uymaması halinde yeni yaptırımlar gelmesi gerektiğini söylüyor. Bir önceki Başkan Barack Obama döneminde görev yapan üst düzey bir yetkili, Trump'ın "Hem karnım doysun, hem pastam dursun" istediğini söylüyor.
Bu şartlarda ABD ve İran arasındaki ilişkiler daha da gerilirken ABD ve Avrupalı müttefikleri arasındaki sorunlar da büyüyebilir. Bir yandan da İran'a yönelik silah ambargosu İran'ın bölgesel politikasını değiştirmediği gibi, bölgede desteklediği gruplara silah sağlama kapasitesini de azaltmadı.
İsrail'in yıllardır seçim kampanyalarında dile getirilen "Batı Şeria'yı ilhâk etme" kararı, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun koalisyon hükümetinde görevi bir süreliğine de olsa paylaşması sebebiyle askıya alınmış gibi duruyordu.
Ancak Netanyahu, muhtemelen dikkati kendisine yönelik yolsuzluk davalarından başka yöne çekmek için, İsrail işgali altındaki Batı Şeria'nın bazı bölgelerini ilhâk ederek kalıcı olarak İsrail'in bir parçası haline getirecek planı hâlâ öneriyor.
İsrail ve Filistin arasında uzun süreli bir barış için tek umut olarak görülen "iki devletli çözüm" şansı Batı Şeria'nın ilhâk edilmesi halinde tamamen ortadan kalkmış olur.
Filistinliler bu ihtimali göz önünde bulundurarak Avrupa'daki bazı hükümetlerle görüşmelere başladı ve bu politikanın uygulanması halinde İsrail'e yönelik yaptırım uygulanması çağrısında bulundu.
Her zamanki gibi burada da Trumo yönetiminin pozisyonu kritik bir rol oynayacak.
Netanyahu'nun bu planı yaparken Donald Trump'ın daha önceki kararlarından cesaret aldığına şüphe yok. ABD Başkanı Donald Trump, daha önce Suriye'yle ihtilaflı oldukları Golan Tepeleri'nin İsrail tarafından ilhak edilmesi kararını onaylamış ve Kudüs'ü İsrail'İn başkenti olarak tanıdığını açıklayarak ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv'den Kudüs'e taşımıştı.
Şimdilik Washington, İsrail'in Filistin'in yeni bir devlet kurması üzerine görüşmelere başlaması şartıyla Batı Şeria'nın bazı bölgelerini ilhâk etmesini destekleyebileceğini söylüyor.
Bazı uzmanlar, Netanyahu'nun Batı Şeria meselesini sadece seçim öncesi muhafazakar ve milliyetçilerin oyunu almak için kullandığı görüşünde. Bu sebeple Netanyahu bu plandan geri adım atabilir, zaten bu planı destekleyen aşırı görüşlü İsrailliler de herhangi bir şekilde Filistin devleti için müzakerelerin başlamasına tepki gösterecektir.
Her şekilde önümzdeki dönem bu konu birçok soruna yol açmaya müsait.
Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden (AB) çıkışı anlamına gelen Brexit ismini neredeyse çoğumuz unuttuk.
Ancak saat işlemeye devam ediyor. İngiltere'nin birlikten çıkışı için karar verilen geçiş süreci, 31 Aralık'ta sona eriyor. AB ve İngiltere arasındaki ilişkinin gelecekte nasıl olacağına dair görüşmeler, bir belirsizlik içinde başlamıştı. İlişkilerin nasıl belirleneceğine dair bu belirsizlik sürüyor ancak Başbakan Boris Johnson'un geçiş sürecini uzatmak ya da ileri bir tarihe ertelemek gibi bir girişimi de henüz olmadı.
Ancak koronavirüs salgını Brexit'le ilgili tüm algıyı değiştirdi. Çünkü salgının etkisiyle birlikte Brexit'in, düzelmesi yıllar alabilecek olan bir ekonomik durgunluğa yol açacağı tahmin ediliyor. Bu sebeple İngiltere'de eski tartışmaları yeniden açma isteği pek yok. Bir yandan da zaman daralıyor.
Şu an hem AB ülkeleri hem İngiltere, salgınla mücadeleye odaklandı. Bu konuda İngiltere, şu ana kadar AB ülkelerine göre çok da iyi bir örnek oluşturmuş değil.
İngiltere'nin birlikten tama anlamıyla çıkması iki tarafı da zorlayacak. Ancak içine kapanan ülkeler, ekonomik durgunluklar, salgınla beraber gelen tüm sorunlar İngiltere'yi daha da zor duruma sokuyor. Amerika ya da Çin'den bu ortamda ne kadar destek beklenebilir? Tüm bu gelişmeler, müzakerelerin seyrini değiştirebilir.
Salgına karşı atılan küresel adımlar, bir kenarda büyümeye devam eden en büyük ve en karmaşık küresel sorunla mücadelede nasıl ortak adımlar atılabileceğine dair bir öngörü oluşturabilir.
Bazı ülkeler arasındaki gerilim salgın süresinde daha da arttı. Bu da, salgın sonrası iklim değişikliğine karşı zaten kırılgan şekilde oluşturulmaya çalışan işbirliğini daha da riskli bir hale getiriyor.
İklim değişikliğine karşı atılan adımların bazılarına kaldığı yerden devam edebilmek; örneğin BM'nin organize ettiği kritik önemdeki konferansları düzenleyebilmek, pek mümkün görünmüyor. Bu yıl için planlanan bazı toplantılar gelecek yıla ertelendi bile.
Peki uluslararası toplumun bu konudaki düşünce yapısı değişti mi? Asıl soru bu. Toplumlar artık bu soruna karşı daha acil adımlar atılması gerektiğini düşünüyor mu? Bunu salgın sonrasında göreceğiz.