Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fehmi Koru, Erdoğan’ın 2002’deki seçiminin Obama’nın seçilmesiyle eşdeğer olduğunu ancak Türkiye’nin 2008’deki yönetim anlayışının Bush’u andırdığını söyledi. Fehmi Koru NTV’deki Yazı İşleri programında ABD’de seçim ve hükümetin Güneydoğu’daki olaylarla ilgili yaklaşımını değerlendirdi. Fehmi Koru, Obama gibi değişim sloganını kullanarak iktidara gelen AK Parti’nin Kürt sorunu, insan hakları ve demokrasi noktasında kendi çizgisinden saptığını belirtti. İktidar anlayışı Bush'u andırıyor“Türkiye bugün Amerika’da yaşananı 2002 seçimlerinde aslında yaşadı. Daha sonra kendisi de zenci metaforunu kullandığı için rahatlıkla söyleyebiliriz, Erdoğan Türkiye için Obama’nın Amerika’da başkan olmasına eşdeğerde bir gelişimin sonucu olarak ve büyük bir zaferle başbakanlığı elde etmişti. Siyasi yasaklıydı 2002’de Meclis’e bile girememişti ama önüne konulan engeller kalktı ve sonunda başbakanlığa kadar yükseldi. Aslında yine benzeri bir durum Abdullah Gül içinde söz konusu. Abdullah Gül’ünde cumhurbaşkanlığına engel konuldu hatırlayalım 2007’ni başlarında. 2007 seçimleri Abdullah Gül’ü de cumhurbaşkanı yaptı. Yani Türkiye’de aslında bugün Amerika’da yaşanana benzer bir süreç yaşanıyor. Ancak Türkiye’de 2002 yılında yaşanan Obamacı bir yaklaşımdı ama Türkiye 2008 yılına geldiğinde biraz Bush’u andıran bir yönetim anlayışı içinde sorunlara yaklaşıyormuş gibi görünüyor. Herkesten fazla Obamacı olmakIrak savaşı zamanında bizlere karşı savaşı savunan ve hatta Türkiye’nin de bu savaşta yer alması gerektiğini savunan insanların herkesten daha fazla ‘Obama’cı olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye aslında bu garipliklere en fazla eli kalem tutan, ağzı laf yapan insanlar arasında yaşayan bir ülke. O dönemde Amerika’dan bakıp ya da Türkiye’den Amerika’ya bakıp bir ay içinde Irak’ı dize getireceğini ve bir ay sonrada Türkiye ile hesaplaşmayı 1 Mart teskeresi yüzünden göze almamız gerektiğini söyleyen meslektaşlarımız bugün hala yazıyorlar ve hala Amerika’yı yorumluyorlar. Obamacı olmaları doğal çünkü netice itibariyle Bush ve McCain’in temsil ettiği çizgi artık bütün dünyada desteklenebilecek bir görüntü değil. O sebeple yine onlar hangi dürtülerle 1 Mart 2003 teskeresi sırasında neleri savunuyor idiyseler bugün de aslında aynı şeyleri savunarak Obama’ya sahip çıkıyorlar. Tabii ciddi bir tezat. Hükümetin Güneydoğu ve Kürt politikasını ciddi bir şekilde eleştiriyorsunuz. Kısaca sizi hükümetin politikasında esas olarak ne rahatsız ediyor? İktidar 1990'lardaki gibi hareket ediyor Ben aslında Kürt sorununa yaklaşımdan hareketle genel olarak hükümetin insan hakları, demokrasi noktasında son zamanlarda biraz kendi çizgisinden saptığı kanaatindeyim. Kürt sorununa yaklaşım da bunu en ciddi şekilde dışarı vuran bir olay. Biliyoruz ki bir değişim sloganını kullanarak iktidara geldi AK Parti. Ve o değişim sloganına uygun onun içini dolduracak şekilde de davrandı. Bugün Türkiye’de rahatlıkla Kürt sorunu diyebiliyorsak bunu biraz da AK Parti iktidarına borçluyuz. Eğer demokratik açılımlardan söz edebiliyorsak, Kürtçe dershanelerin açılması TRT’den Kürtçe yayının başlatılması ve buna benzer başka açılımlar aslında bu partinin iktidarda bulunduğu süre içinde gerçekleşti. Ama bunun bir adım ötesi aslında çok basit tedbirlerle bu sorunu geride bırakmamız mümkünken, kalkıp tekrar 1990’ların başlarının şartlarına yani terörle Kürt sorunun birbirine karıştırıldığı ve dolayısıyla sanki bu iş tanklarla silahlarla çözülecekmiş gibi bir anlayışın hakim olduğu dönemde doğru yol aldığımız hissini bana veren bir takım gelişmeler yaşanıyor bu da beni doğrusu rahatsız ediyor. Türkiye şu anda Mart 2009 tarihinde yapılacak olan yerel seçimlerin havasına girmiş durumda. DTP de bölgedeki siyasi üstünlüğünü kaybetmek üzere olduğunu farkında ve buna dönük gerilimi tırmandırıcı çalışmalar yürütüyor. Buna bir cevap olsun ve Türkiye’de iktidarın da bu konularda hassasiyetini dışa vursun diye Başbakan birbiri ardına bölgeye ziyaretlerde bulunuyor. İktidar üstünlüğü elden kaçırıyorAslında bütün siyasi partilerin DTP’nin de AK Parti’nin de böylesine çıkışlar yapmaya hakkı olması lazım. Ancak bunun bir iktidar partisine dönük sorumluluk içinde yerine getirilip getirilmediğini kendime sorduğumda o konuda kuşkularım doğruyor. DTP çizgidışı, siyasetdışı sistem dışı gerilimler peşinde tamam ama iktidar bu gerilimleri düşürmesi, tansiyonu düşürmesi gerekirken onu daha da yükseltici çıkışlar yaparak 22 Temmuz 2007 seçiminde elde ettiği çok açık olan bölgedeki üstünlüğünü elinden kaçırıyor. Ben bölgede AK Parti’nin yerel seçimlerde başarılı olmasını o partinin Türkiye genelindeki başarısından da bağımsız olarak önemsiyorum. AKP ne yapmalı? Çünkü öyle bir başarının elde edilmesi bölge insanının sistem içi çözümleri AK Parti’ye bıraktığını gösterecektir ve AK Parti’ye daha büyük sorumluluk getirecektir. O bakımdan da o sorumluluk içinde davranacak bir parti haline dönüşecektir AK Parti umudundayım. Ama bunu geriye götürecek yani 22 Temmuz’da elde ettiği bölgedeki siyasi üstünlüğünü DTP’ye yeniden kaptıracak bir AK Parti, içinden çıkılmaz hala getiriyor o sorunu. Ve sorunun içinden çıkılmaz hala gelmesi Türkiye için çok ciddi bir engel haline dönüşüyor. Cumhurbaşkanı çaba sarf ediyorBu tespitinizden hareketle Cumhurbaşkanı Gül, Kürt meselesinde bu içinden çıkılamaz hali değiştirebilecek çıkışlar yapabilir mi sizce? Yapmaya çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Mikrofon uzatıldığı her etkinlikte Cumhurbaşkanı çok açık biçimde bölgede neler yapılması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Hatta bir yabancı gazeteye verdiği mülakatı hatırlarsak geçmişte yapılan hataları da devletin en tepe noktasında bulunan insan olarak itiraf etmeyi bile gösterebildi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı sistem içinde yetkileri belirli olan bir konum. Bundan daha öte ne yapabilir ben bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla Cumhurbaşkanı bu sorunun varlığını kabul eden ve o sorunun demokrasi içinde çözümü için elden gelenin yapılmasını isteyen bir noktada.”