Kravatlı Adamın Maceraları

Kravatlı Adamın Maceraları
Barış Acar http://prounodasi.wordpress.com/“Kravatlı Adam”ı tanıdığımdan beri, hayatıma bir heyecan girdi. Nerede, ne yapacak, yaptıklarının nasıl bir sonucu olacak; merak eder oldum. Rüstem Paşa Camisi’nin önünde Türkiye’de müzeciliğin kurucusu olmuş Osman Hamdi Bey kılığında çıkmıştı bir kez karşıma. Sarı cübbe yerine sarı işçi tulumu giymiş, kafasına da sarık kabilinden baret geçirmiş. Elinde tespih diye şerit metre. Kendine ölçecek bir şey, mühendisliğini yapılacak bir toplum arar gibiydi. O zamanlar henüz Kravatlı Adam değildi; ama Kravatlı Adam’ın bütün emarelerini toplamıştı kendinde.Şekil Değiştiren Sanatçı: Genco GülanBir çağdaş sanatçı olarak Genco Gülan, yaptığı onlarca sergiyle, performansla, etkinlikle sanat ortamında adından sık sık söz ettirse de yeterince tanınan bir sanatçı değil. Genco Gülan adı tanınmasına tanınıyor da, meşgalesi nedir, ne tür bir sanat yapar, hangi işlerini biliyorsunuz dendi mi, bir boşluk duygusu oluşur, bir süre cevap veremez insan. Bu her şeyden önce onu tanımlamanın zorluğundan ileri geliyor. Soruların cevabı ise onun sanat anlayışında gizli ve tabii Kravatlı Adam’da. Kravatlı Adam daha önce de çok farklı kılıklarda çıktı karşıma. Ama her seferinde hiç şaşmadan onun o olduğunu anlayıverdim. Ama önce Genco Gülan sanatı.Sanatçı, 1993 yılında, henüz performans sanatı ülkede tanınmış ve yaygın değilken, “Burunlu Yıldız”ı yapıyor. Yıldız Sarayı önünde yapılan bir etkinlikte Genco Gülan, tekerlekler takılmış metal borulardan bir yıldızı tören yürüyüşüyle saray bahçesinde dolaştırıyor. İstibdat Dönemi olarak anılan Abdülhamid’li yıllarda “burun” ve “yıldız” sözcüklerinin yasaklanışı üzerine bir gecikmiş eylem bu. 1995’te TÜYAP sergi salonuna tuğladan bir oda inşa ediyor, etrafına toprağını, tavuklarını da ekledikten sonra, içine 50 ekran anne-baba ve 35 ekran çocuklardan oluşmuş altı kişilik bir televizyon ailesi yerleştiriyor. 1997’de ülkede o güne dek bir çağdaş sanat müzesi olmadığı gerekçesiyle, kocaman bir tabelaya İstanbul Çağdaş Sanat Müzesi (iS.CaM) yazdırıp, tişörtlerini, antetli alışveriş poşetlerini  tasarlayıp bu özlemini sokak sokak, sergi sergi dolaştırıyor. 1998 yılında, bu kez Günümüz Sanatçıları sergisi için, performans sanatçısı arkadaşını bir tuvalle birlikte jürinin karşısına gönderiyor. “Ben, Genco Gülan’ın yapıtıyım” diye kendini tanıtan performans sanatıçısına jüri tarafından sergide ne yapacağı soruluyor. O da, “Ben karşıda duran bisiklet ve sandalye gibi bir eserim” cevabını verince iş sergiden geri çevriliyor.  Sanatçının 2000’lerden itibaren, “yeni medya” olarak anılan elektronik ortamda hazırladığı modellemeler, sergiler, internet sanatı çalışmaları; bor mineralinden yaptığı mutasyona uğramış heykeler de var. Her biri üzerinde durmak için bu yazıyı kitap kalınlığına çıkarmak gerek.  Özcesi, Genco Gülan’ın bütün çalışmalarında dünyaya karşı algısı tümüyle açık yenilikçi bir sanatçı, gülen bir adam, hınzır bir eleştirmen var. Devlet Resim Heykel Müzesi’ne, kurumun kendi hazırladığı sergi afişini buruşturup bir kaide üzerine yerleştirerek “İşte, size benim heykelim” de dese, berberden topladığı saçları DNA kodlarıyla birleştirip sergi salonuna da saçsa hep aynı temayı işliyor. Çağdaş sanatçının kendini malzemeden muaf kılan, herhangi bir araca, üsluba, akıma yapışıp kalmadan, dünyanın içinde rahatlıkla gezinen tavrının en rafine örneklerini veriyor.  Kravatlı Adam İş Başında Galeri Artist’te 2009 yılında sergilediği kılıçbalığı fotoğraflarını gördükten sonra, bunların hepsine birden “Kravatlı Adam’ın Maceraları” demeye karar verdim. Bunu derken, Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ı vardı kafamın bir köşesinde. Abdülcanbaz, nasıl 60’lı, 70’li yıllarda toplumun özlemlerini yansıtan bir figürse Genco Gülan’ın Kravatlı Adam’ı da günümüzün bastırılmış özlemlerini dışavuruyor.  “Artist” davasına kadar geri götürüyorum ben Karavatlı Adam’ın oluşum sürecini. 2006 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir çiftçiye “Artistik yapma” sözü üzerine sanatçının bir “artist” olarak dava açma girişimi bir milat olabilir. Bir süre Plastik Sanatlar Derneği’nin bir çıkış yapmasını beklediğini söyleyen sanatçı, sonunda kendisi bireysel olarak dava açmaya kadar götürür girişimini. Dava geri dönmüş olsa da, bürokratik aygıtın, onun işleyişinin, dilinin, Gülan’ın işlerinde hep bir çıkış noktası olduğunu göstermek için yeterli.  Sonra kılıçbalıkları gelir. Sanatçı, artık Kravatlı Adam olmuş, üzerinde siyah bir takım, takımına uygun siyah kravatıyla resmi bir kimlik edinmiş aramızda gezinerek performasını kendisiyle özdeşleştirir. Bu resmi kıyafet, toplumsal absürdü göstermek, eleştirmek, ona gülebilmek için seçtiği yoldur. Kafasına koca bir kılıçbalığı kafası geçirerek gecekonduların, sıkışmış trafiğin, kulelerin önünde poz verir, tam da üçüncü köprü tartışmaları sırasında Boğaz Köprüsü’nü kılıcıyla kesmeye kalkışır. Toplumsal travmaya yol açan, tarihsel bilinçsizlikten beslenen sorunlar Kravatlı Adam’ın kılıçbalığı kılığındaki bedeni tarafından saldırıya uğrar. Davetli olduğu bir festivale gidebilmek için vize alırken kendisinden biyometrik fotoğraf istenmesi üzerine, “bio-sanatçı” ironisiyle değişik formatlara göre çekilmiş görüntülerini bir araya getirip üzerlerinde oynayarak bir sergi açar. Biyo-kontrole karşı bir Kravatlı Adam reaksiyonu gösterir. Sanatçısı olduğu galerinin geçici duvarlarını yıkma işlevini seve seve üstlenir. Üzerinde takım elbisesi, elinde kazma canhıraş bir mücadeleye girişir duvarlarla. Avangard sanatçının bir paradosi olduğunu da bilerek bu eylemin yıkıcılığından kaçmaz. Yıkılan duvarlar mıdır, avangard sanatçı kimliği mi, yoksa bizzat Kravatlı Adam’ın yılların yorgunluğunu taşıyan bedenini işaret eden, imkânsızı deneyimlemeye kalkışmış sanatçı için bir yıkım ritüeli midir bu; tam olarak belli olmaz.  Abdülcanbaz’ın meşhur Osmanlı tokadı Kravatlı Adam’ın takım elbisesi içine sıkışmış kalmıştır. Yine de orada bir yerde gizilgüç olarak durduğunu hissettirir bize.  Sadece bir sanatçı olduğu için değil, aramanın tuzaklarına düşmekten korkmayan bir sanatçı olduğu için de merakla takip ediyorum Genco Gülan’ı. “Kravatlı Adam” bir gün salonunuzun ortasında dikilip size bilmediğiniz bir dilde şarkı söylerse sakın şaşırmayın!