Hükümet, küresel mali krizin Türkiye'ye yansıması konusunda oldukça iyimser. Türk işadamlarının önde gelen isimlerinden Bülent Eczacıbaşı ise, krizin ciddiyetine dikkat çekiyor ve hükümetin özel sektörle diyaloga girmesinin şart olduğunu söylüyor. Kriz yönetimi ya da kriz masası oluşturulmasını ve özel sektörle diyalog mekanizmasının kurulmasını isteyen Eczacıbaşı Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı "Teknemiz sağlam demek kesinlikle doğru ama şimdi rüzgâr fırtınaya dönüştü. Yani biz sağlamız demek doğrudur ama biz bugüne kadar ne yaptıksa onu yapacağız şeklinde mesaj yeterli olmaz. Neyi farklı yapacağımızı da ortaya koymak lazım" diye konuştu. Grubun Almanya'da satın aldığı fabrikalara düzenlenen basın gezisinde Köln'deki Vitra Showroom'unda gazetecilerle sohbet eden Eczacıbaşı, sorunsuz bir ülke kalmadığını ve tüm ülkelerin krizin dalgasına kapılmış durumda olduğunu vurguladı. Türkiye'de sorunun kaynak kıtlaşması değil reel daralma olduğunu anlatan Eczacıbaşı şunları söyledi: "Üretim azalması, pazarların küçülmesi söz konusu o nedenle kaynak azalmasını bir kenara bırakıp biraz da reel daralmanın üzerinde fikir oluşturmamız lazım. IMF ile yeni bir stand by anlaşması yapılması da yararlı olur." IMF ile anlaşma yararlı olur İhracatçıların kurlardan şikâyetçi olduğunu kendilerinin de aşırı değerlenmiş Türk Lirası'ndan şikayetçi olduklarını belirten Eczacıbaşı, bunun kısa sürede giderilecek bir şey olmadığını, yıllarca devam ettiğini hatırlattı. Eczacıbaşı, "Maliyetlerimiz Türkiye'deki enflasyonla arttı fakat karlarımız artmadı. Bunun kısa dönemli etkileri alınan tedbirlerle giderilebilir fakat bunun bir sınırı vardır. Rejim yapmak için perhiz yaparsınız kilo verirsiniz ama bunun bir sınırı vardır. Merkez Bankası'nın emin ellerde olduğunu düşünüyorum" diye konuştu. Eczacıbaşı, IMF ile anlaşma yapılmasının da yararlı olduğunu düşündüğünü söyleyerek, yenilenen bir anlaşma olmasının iyi olacağını belirtti. Eczacıbaşı, "Stand by, ihtiyari değil. 2009 yılında reel krizin etkilerini belli edeceği kabul edilmeli. Parlak büyüme hızları beklenmemeli, herkes bütün hesapları buna göre yapmalı" dedi. Borç riski sanayinin üzerinde Bankacılık sektörünün 2001 yılındaki bankacılık sektörü olmadığını ama bu bankacılık sektörün de risklerin dışında olduğu anlamını gelmediğini kaydedern Eczacıbaşı, borç yükünün sanayinin üzerinde olduğuna dikkat çekti. Eczacıbaşı, sanayinin 140 milyon dolar bir borcu üzerinde taşıdığını, dolayısıyla kaynak daralmasından ve pazarların daralmasından mutlaka etkileneceğini belirtti. Ülkedeki siyasi gündeme dair de açıklamalar yapan Eczacıbaşı, anayasa değişiklikleri ve terör gibi konuların Türkiye için yaşamsal önem taşıdığına dikkat çetti. Hiçbirinin geriye düşmesine izin verilmemesi gerektiğini ifade eden Eczacıbaşı, "Hükümet sadece bir şey yapar, başka şeyle uğraşmaz diye bir şey yok. Türkiye'nin sorunları çok. Bütün bunlarla eş zamanlı olarak uğraşma zorunluluğu var" dedi. Panik yapmayalım ama ciddiye de alalım Türkiye'de sorunlar var, sorunsuz ülkenin olmadığı çok açık. "Neden kaynaklandı, sonuçları ne olur? Spesifik önlemler var mı?" gibi soruların cevaplarını kim biliyor onu bilmiyorum. Tartışılacak bir ortamı yaratmak galiba birinci adım olması lazım. Yani bizim olağanüstü bir durumla karşı karşıya olduğumuzu kabul edip, hükümetin de kamu yönetiminin de bunu kabul edip, buna göre bir düzen içerisine geçmemiz şart. Dünyada bir kriz var, bu kriz gerçek, reel ve ciddi bir kriz. Bunun artık sadece psikolojik etkenlerle ilişkili olmadığı çok açık ortada. Ciddi sonuçlarının olacağı da ortada. Bunu görüp ona göre bir düzen kurmak lazım. Bunun adına kriz yönetimi diyebilirsiniz, kriz masası diyebilirsiniz ama diyalog mekanizmalarını geliştiren özel sektörle kamu yönetimi arasında daha sıkı bir ilişki bilgi akışı gerçekleştirmeye olanak veren bir düzen içine geçmemiz gerek. Telaşa kapılmamak doğrudur, paniğe kapılmamak doğrudur, ama krizi ciddiye almamak doğru olmaz. Gemi sağlam demek yetmez, yeni rota çizmemiz şart! Bizim gemimiz sağlam deniyor, bu doğru. Biz çok güzel bir rüzgarda yıllarca yol aldık başarılı rota izledik, başarılı politikalar izledik. Ama şimdi rüzgar fırtınaya dönüştü, rüzgarın yönü değişti, dolayısıyla farklı bir şekilde dümen tutacağız. O farklılığı ortaya koyabilmemiz gerekir diye düşünüyorum. O zaman bu mesajlar güven sağlayıcı olur. Belki iletişimi bu yönde geliştirmek gerekebilir. Fakat Türkiye izlediği doğru politikaların ödülünü bugün alıyor tabii ki. Biz teknemiz sağlam diyebiliyorsak son altı, yedi yıldır izlenen doğru politikalar ekonomideki temel dengelerin gelişmesi, bankacılık sisteminin sağlığa kavuşması, bunlar bugün bize yardımcı olacak çok önemli faktörler. Dünyada bir kriz ortamı vardır. Kriz ortamının politikaları değişik olacaktır. Yani biz sağlamız demek doğrudur, ama biz bugüne kadar ne yaptıksa onun yapacağız şeklinde mesaj yeterli olmaz. Neyi farklı yapacağımızı da ortaya koymak lazım. Çünkü rüzgarlar değişmiştir. Ekonominin zayıf yönleri olduğu vurgulanmalı Hükümet neler yapmalı? Hükümetin ekonominin güçlü yönlerini vurgulayarak bir güven verme yaklaşımı içerisinde olduğunu görüyoruz. Bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Hükümetler bunu böyle yapmak zorundalar, böyle yapmalılar. Ama bunu yaparken bazı eksik yönlerin iletişimini tamamlamak gerekir. İletişimi daha güven verici kılmak için. Yani ekonominin güçlü yönlerini vurgularken zayıf yönlerini de ortaya koymak, bunların getireceği riskleri ve nasıl giderilebileceğini tartışmaya açmak gerekir diye düşünüyorum. Telaşa kapılmamayı doğru buluyorum ama önlem almamayı krizi küçümsemeyi doğru bulmuyorum. Türkiye çok riskli bir ülke değildir ya da en riskli ülkelerden biridir başka bir söylem. Türkiye hiç etkilenmez iddiası başka. Ben öyle okumuyorum siyasetçilerin açıklamalarını. Sorun sadece bir kaynak sorunu değil aynı zamanda bir reel daralma sorunu. Dünya pazarları daralıyor. İhracatımızın yüzde 56'sı Avrupa'ya. Böyle bir ortamda daralmanın bizi etkilememesi gibi bir şey sözkonusu olamaz. Pazarlarımız daralacak, üretimimiz düşecek Genellikle endişelerde hep kaynak kıtlığı hedef alınıyor. Kredi daralması, bunun Türkiye'ye getirebileceği kaynak çıkışı, kaynak kıtlaşması. Çok radikal bir değişiklik. Dünya kaynak bolluğu yaşadı son yıllarda, bunun üzerine tabii duruluyor. Oysa bir reel daralma söz konusu dünyada, üretim azalması, pazarların küçülmesi söz konusu o nedenle kaynak azalmasını bir kenara bırakıp biraz da reel daralmanın üzerinde fikir oluşturmamız lazım. Yani pazarlarımız daralacak, kuruluşların üretimleri azalacak. Bu kaçınılmaz yani bundan Türkiye'nin etkilenmeyeceği gibi bir şey sözkonusu değil. Çünkü dünya pazarı küçülüyor. Son tahminler 2009 yılında dünyadaki büyümenin yüzde 3 dolayında, gelişmiş pazarlarda ise 0 olacağını gösteriyor. Çin'in bile yüzde 2.5 kaybedeceği tahminleri var. Bunların sonuçlarını Türkiye'nin yaşamaması tabii ki mümkün değil. O nedenle bunları da dikkate alan ve aniden ortaya çıkabilecek gelişmelere karşı önlemleri kısa sürede değerlendirip yürürlüğe koyabilecek bir düzen lazım.