Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Jeffry Frieden, krizin altında sadece teknik değil, ağırlıklı olarak politik sebeplerin yattığını belirterek, "Küreselleşme sürecinde kazananların yanı sıra kaybedenler de var. Bu kesimlerin sorunlarına da cevap verilmesi lazım" dedi. Frieden, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından düzenlenen "Küresel Kapitalizmin Geleceği ve Türkiye" konulu konferansta "Küresel Kapitalizm Bir Kez Daha Çökecek mi?" konulu bir sunum yaptı. Dünya ekonomisinin 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında da benzer bir entegrasyon süreci yaşadığını kaydeden Frieden, o dönemde uluslararası ticaret ve insan hareketliliğinin, bugünkü seviyelerin üzerinde olduğunu, küreselleşmenin verdiği hızla ciddi büyüme yaşandığını ve makroekonomik istikrarın yakalandığını, aynı dönemde siyasi kurumların da daha demokratik olma yolunda ilerlediğini belirtti. Frieden, hızlı büyümelerin yaşanmasına imkan sağlayan bu sürecin ucuz tarım ürünlerinin zengin ülkelere girmesi nedeniyle bu ülkelerdeki çiftçilere karşı bir tehdit oluşturması ve dönem dönem finansal panikler yaşanması gibi kusurları da bulunduğunu ifade ederek, şunları kaydetti: "1920'lerde görüldü ki daha evvelki dünya ekonomik düzeni önemli uluslararası güçlerin konsensusu ve işbirliği niyetiyle ayakta durmuştu. Bu konsensusu mahveden şey 1. Dünya Savaşı oldu. 1929'daki büyük bunalımda Fransa ve Almanya arasındaki diplomatik bir anlaşmazlık tetiği çekti. Bunda iç politikadaki konsensusun da sona ermiş olması rol oynadı. Uluslararası işbirliği için yurt içi aktörlerin de istekli olması lazım. Geçmişteki küreselleşme, ekonomik değişikliklere uygun şekilde ayak uyduramadı, yeni ihtiyaçları karşılayamadı, politik olarak önemli hale gelen insanların ihtiyaçlarını göz ardı etti." Şu anda yaşanan krizin altında da yalnızca teknik değil ağırlıklı olarak politik sebeplerin yattığını belirten Jeffry Frieden, politik olarak etkin bir tepki vermek ve ekonomik gerçeklere ayak uydurmak gerektiğini söyledi. Frieden, küreselleşme sürecinde kazananların yanı sıra kaybedenler de bulunduğuna işaret ederek, bu kesimlerin sorunlarına da cevap verilmesi gerektiğini vurguladı. ABD'de 10-15 sene önce halkın küreselleşmeyi büyük ölçüde desteklediğini, ancak şimdi tam tersi bir görüşün hakim olduğunu aktaran Frieden, son 30 yılda gelir dağılımında yaşanan ciddi bozulma ile kalifiye olmayan işgücünün gelirlerinde büyük düşüş yaşanması ve çok zenginlerle orta sınıf arasındaki farkın çok fazla artmasının küreselleşme ile özdeşleştirildiğini ifade etti. "ABD'deki kriz son 15 yılın ekonomik tutumunun sonucu" Frieden, büyük borç altında bulunan ABD ekonomisinde tüketim patlaması yaşandığını ve bu makroekonomik tutumun sürdürülemeyeceğinin 3-4 sene önce anlaşılmaya başlandığını dile getirerek, "ABD'nin şu andaki krizi, son 15 yılın ekonomik tutumunun bir sonucudur. Ürettiğimizden fazla tüketiyor, tasarruf ettiğimizden fazla harcıyorduk. Şimdi bunun tersini yapmalıyız. Bu tedbirleri almak kolay olmayacak, siyasi zorluklara neden olacak" dedi. Günümüzdeki sorunun ekonomik ve politik anlamdaki uluslararası küreselleşmenin korunması ve iyi bir şekilde sürdürülmesi olduğunu söyleyen Frieden, "Çok zor dengeleri kurmamız lazım. Bu dünya ekonomisinin entegrasyonundan tüm ülkelerin yararlanması lazım. Aynı zamanda siyasi ve ekonomik istikrarı da yaratmalıyız ki, bu ülkelerdeki insanlar da bu küreselleşmeyi desteklesin. Bunu yapmak birkaç sene önce kolaydı, şimdi önümüzde büyük bir kriz olduğu için çok zor" diye konuştu. Jeffry Frieden, konuşmasından sonra soruları yanıtlarken, ABD ekonomisinin bu durumunda Irak Savaşının etkisi konusunda, bunun hem getirdiği maliyet nedeniyle hem de siyasal anlamda olumsuz etkisi bulunduğunu ifade etti. "Bu Muson Yağmuru’ndan mutlaka etkileneceksiniz" Yapı Kredi Başekonomisti Cevdet Akçay da global finans piyasalarındaki krizi "muson yağmuru"na benzeterek, "Kuzey Kore değilseniz, mutlaka etkileneceksiniz. Az da ıslanabilirsiniz, sırılsıklam da olabilirsiniz" dedi. Türkiye'de "bize birşey olmaz" ve "kimseye birşey olmaz, en kötü biz etkileniriz" şeklinde iki yanlış yaklaşım bulunduğunu söyleyen Akçay, Türkiye'nin ihracatla değil iç dinamiklerle büyüdüğünü, bu nedenle ihracatla büyüyen ülkelerin karşı karşıya kaldığı iç talep yaratma sorununu yaşamadığını, Türkiye için asıl önem taşıyanın dışsal fonlama olduğunu ifade etti. Akçay, Türkiye'nin asıl olarak sıkı mali politikalarla büyümesi, ancak bir süre sonra bunun normalleştirilmesi gerektiğini belirterek, şimdi büyümeye katkıda bulunacak kamu harcaması yapmaya başlama zamanının gelip gelmediğini ve bunun günümüzdeki konjonktürde doğru olup olmayacağını tartışma ihtiyacı bulunduğunu söyledi. Cevdet Akçay, Türkiye'nin enerji dışındaki cari açığı ve ihracat pazarları ile ürünlerinin çeşitliliği açısından kendisiyle benzer ülkeler arasında iyi bir performans gösterdiğini kaydetti. “En büyük risk finansal muhafazakarlık dalgasına kapılmak” The Conference Board Başekonomisti Bart Van Ark da finansal piyasalardaki karmaşanın kısa vadeli kredilere ve para piyasalarına etkisi nedeniyle son yıllarda verimliliğini artıran ve iyi performans gösteren diğer sektörleri de etkileyebileceğini belirterek, Avrupa ve Japonya'nın bu süreçten beklenenden hızlı şekilde etkilendiğini, gelişmekte olan ekonomilerin ise görece iyi durumlarını koruyarak global ekonominin lideri olabileceğini söyledi. Van Ark, "Karşımızdaki en büyük risk olarak, bir çeşit finansal muhafazakarlık dalgasına kapılmamızdan korkuyorum. Uluslararası işbirliği ve koordinasyon önümüzdeki günlerde daha da önemli hale gelecek" dedi. Önümüzdeki en büyük zorlukların iklim değişikliği ve sürdürülebilir büyümeyle ilgili olacağını ifade eden Van Ark, bu noktada teknoloji ve inovasyonun büyük önem kazandığını, teknoloji için sermaye gerektiğini, bunun da finansal yenilikler yapılması ihtiyacını doğurduğunu anlattı. "Türkiye’de politika değişimleri krizlerden doğuyor” Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Ziya Öniş de son dönemde küresel yönetişim kurumlarının zayıfladığını, ABD'nin uluslararası düzeydeki taahhüdünde bir gerileme görüldüğünü belirtti. Öniş, Türkiye'nin Çin gibi proaktif ülkelerden farklı olarak reaktif bir devlet olduğunu ve politika değişimlerinin krizlerden doğduğunu ifade ederek, bunun da bir takım yırtılma ve devam edebilme dengesizlikleri yarattığını söyledi. Yurt içi tasarruf oranının düşük olduğunu ve GSMH'da Ar-Ge'ye ayrılan payın düşük seviyede bulunduğunu aktaran Öniş, bu yapısal zaafların kendini yüksek cari açıkta gösterdiğini dile getirdi. Öniş, "Kısa vadede Türkiye ekonomisini koruyan şey, bankacılık sektörünün iyi düzenlenmiş olması, yüksek faiz gibi olgulardır. Bunlar bir araya gelerek küresel krizin hızlı etkisini hafifletmiştir" diye konuştu.