Küba: Fidel Castro'nun hayallerinin ve korkularının yansıması

"Fidel Castro ölmeden Küba'yı görelim" demiştik biz de pek çok seyahat sever gibi… Ve dediğimizi yaptık. Yaklaşık sekiz ay öncesinden Küba'ya gidiş-dönüş uçak bileti aldık. Son güne kadar, kelimenin tam anlamıyla son güne kadar, bazı bürokratik nedenlerden ötürü seyahati gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğim belirsizdi. Yine de sorunlar yaşamayı göze alarak Küba seyahatine çıktım. İnsan hayatında kaç kere Küba'ya gidebilirdi ki!

Küba'nın başkenti Havana'dayken konuşuyorduk kendi aramızda:

"Biz buradayken Fidel Castro ölse, inanılmaz bir cenaze töreni izler, tarihi bir ana tanıklık ederiz" diye. Belirtmem gerekir ki, Castro'nun ölümünden bir temenni olarak değil, sadece bir ihtimal olarak bahsediyorduk. Ben kafama koymuştum. Eğer bu gerçekleşirse, dönüş uçak biletimi yakacak, binlerce Türk Lirası ödemeyi göze alarak cenaze töreni için Havana'da kalacak, oradan BBC Türkçe'ye haberler geçecektim.

Seyahatimizin sonuna geldiğimizde, 24 saati aşan bir yolculuğun ardından, Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan gece İstanbul'a döndüm ve eve varır varmaz uykuya daldım. Öğle saatlerinde arkadaşlarımın odamın dışında "Fidel Castro ölmüş" sözlerine uyandım ve yatağımdan fırladım.

Şu an Küba'dan aldığım, ülkenin en ünlü gruplarından Los Van Van'ın plağı odada yankılanırken bu yazıyı yazıyorum ve kendimi dünyanın en talihsiz gazetecisi gibi hissediyorum…

Bu yazıyı okuyanlar şunu bilmeliler ki, bu yazı yıllar süren derin bir araştırmaya değil, 10 günlük Küba seyahatim boyunca edindiğim izlenimlere dayanıyor.

Küba'ya gitmeden önce hayalini kurduğumuz yer ile vardığımızda karşılaştığımız gerçeklik arasında farklar var. Gitmeden önce paranın insan ilişkilerinin önüne geçmediği bir Küba bekliyorduk ama turistik hale gelmiş, sokaktaki insanların çoğunun turistlere ATM gözüyle baktığı bir Küba ile karşılaştık. Sizin yediğiniz bir öğle yemeğinin ücretinin onların bir aylık maaşına denk gelmesi bu durumu anlaşılır kılıyor.

Küba'da turistlerin kullanımı için 'çevrilebilir peso' anlamına gelen 'convertible pesos' (kısaca CUC) kullanılıyor. Bir CUC yaklaşık bir Euro'ya denk geliyor. Küba halkı ise 'Küba pezosu' denen başka bir para birimi kullanıyor. Bir CUC, ortalama 25 Küba pezosuna denk geliyor.

Havana'nın merkezinde gözümüze ilk çarpan, muhteşem mimari güzellikteki evlerin bakımsızlıktan dökülüyor olmasıydı. Ve yoksulluk… 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ambargo altındaki Küba'da başlayan ve sıkı tasarruf tedbirlerini içeren 'özel dönem'de ülke, Sovyetler'den gelen yardımın kesilmesiyle birlikte ekonomik krize girmişti.

Lonely Planet seyahat rehberine göre, neredeyse bir gecede ülkedeki endüstriyel fabrikaların yarısı kapanmış, ulusal ekonominin yaklaşık % 60'ı erimiş, Kübalılar alışık oldukları malları bulamaz olmuşlar ve üç yılda ortalama bir Kübalı vücut ağırlığının 3'te 1'ini kaybetmiş.

Bugün, Küba ekonomik olarak kendini yavaş yavaş toparlıyor, bu da çoğunlukla turizm sayesinde oluyor. Küba'nın en büyük gelir kaynağını turizm oluşturuyor, ardındansa tütün sektörü geliyor.

Havana'da geçirdiğimiz vakitte üç farklı 'Casa particular'da (Kübalıların evlerinin odalarını turistlere kiralaması) kalmamız, halkın yaşadığı sokaklarda dolaşmamız, alışveriş yaptıkları marketlere girmemiz, bu yoksunluğu yakından görmemizi sağladı. Sabun ve tuvalet kağıdının bir lüks olduğunu kavramamıza yardımcı oldu. Ancak turizm sektöründe çalışanların gelirlerinin artması sonucu komünizmle yönetilen ülkede gelir dağılımda büyük farklılıklar oluşmaya başlamış.

İlk kaldığımız casa particular'da temizlik, yemek hazırlamak gibi ev işleriyle uğraşan 39 yaşındaki Yuni, fizik tedavi üzerine yüksek lisans yapmış. Ancak ülkede en çok kazanan meslek grubundan biri olan doktorların bile ayda ortalama 40 CUC (yaklaşık 40 Euro) kazandığı düşünüldüğünde, turizm sektöründe çalışmasının nedeni anlaşılıyor.

Her ne kadar yoksunlukla mücadele etseler de eğitim ve sağlık gibi temel insan hakkı olarak görülen hizmetler Küba'da ücretsiz. Spor ve kültür sanat aktivitelerine erişim bir lüks değil, vatandaşın bir hakkı olarak görülüyor. Örneğin Yuni'nin bir arkadaşının kızı, bale eğitimi alıyor. Ama Küba'da bütün kamusal hizmetlerin dört dörtlük olduğunu söylemek yanlış olur. Turistik 'her şey dahil' otellerin bulunduğu, karayla bağlantısı bulunan bir ada olan Cayo Coco'ya giderken ve oradan dönerken gözlemlediğimiz gibi, insanlar bir yerden bir yere gitmek için saatlerce ulaşım aracı bekliyorlar, hatta Havana'ya dönerken kullandığımız otobüse paralarını sallayarak bir nevi "Paramız da var, yeter ki bizi al" diyorlar.

Bu kadar yokluk olunca insanlar para kazanmanın farklı yollarını arıyorlar. Örneğin Havana'dan Cayo Coco'ya yaptığımız dokuz saatlik yolculukta kullandığımız 1980'lerden kalma olduğunu tahmin ettiğim Lada marka taksinin şoförü, benzini hükümet çalışanı arkadaşından aldığını söylüyor. Hükümette çalışan arkadaşı, hakkından artan benzini piyasanın altında bir fiyata satıyor. Ancak taksi şoförü, Cayo Caco'ya varmadan önce bir benzinlikten benzin alıyor. Çünkü adaya girişteki kontrol noktasında polisler, benzinin fişini sorabilir.

Bir diğer para kazanma yolu ise 'seks turizmi'. Genç, güzel ve çekici Küba kadınları, Batılı ve orta yaşın üzerindeki erkekleri Havana'ya çekiyorlar. 60'lı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim Kanadalı Michael da Kübalı kadınlara ilgi duyan erkeklerden biri. Havana'da bir kahve dükkanında tanıştığımız Michael, Küba'ya yaklaşık 15 yıldır geliyor ve her geldiğinde aylarca kalıyor. Kübalı kız arkadaşları olmuş ve bunlardan iki tanesinin üzerine her biri ortalama 30 bin Kanada doları (yaklaşık 77 bin Türk Lirası) evler almış. Evler kadınların üzerineymiş, çünkü Küba'da yabancılara ev satılmıyor. İlişki bitince de kapının önüne konmuş, ödediği paralarla kalmış.

İnsanların Kübalılara ilgi duymasını anlayabiliyorum, çünkü Kübalılar gerçekten sıcakkanlı kişiler. Kaldığım casa particular'ların sahipleriyle, sadece iki üç gün kalmama rağmen ayrılırken kucaklaştık. Yaklaşık beş ya da on dakikalık konuşmamızın sonunda kaldığım casa particular'lardan birinin sahibi bana kızının kocasının, kızını ve çocuğunu bırakarak çalışmak için yasa dışı yollarla ABD'ye gittiğinden dem vurdu. Şu bir gerçek ki, pek çok kişi çalışmak için ABD'ye gitmenin bir yolunu arıyor, halk arasında da, en azından Havana'da, Amerikan kültürüne ilgi yaygınlaşıyor, Havana'ya varır varmaz havalimanında bindiğimiz takside Amerikan pop şarkıları çalıyordu, araca Küba ve ABD bayrakları asılmıştı.

Fidel Castro, İngiltere Kraliçesi Elizabeth'ten sonra yönetimde en uzun kalan yaşayan devlet başkanıydı. 1959 devrimi ve ardından gerçekleştirdiği sosyal ve siyasal değişiklikler, dünyanın kimi yerlerinde hayranlık, başka yerlerindeyse düşmanlıkla karşılandı. İnsan Hakları Örgütleri yıllar içinde, Castro'nun sistemi ayakta tutmak için insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiğine ve muhalifleri baskı altında tuttuğuna dikkat çeken raporlar yayımladı. Raporlarda keyfi gözaltılar sürekli bir uygulama olarak yer aldı.

Ülkenin kimilerine göre 'baskıcı' bir yönetimle idare edilmesinin belki de bir nedeni Fidel Castro'nun resmi rakamlara göre 600'den fazla suikast girişimi atlatmasıydı. Konuştuğumuz bir Kübalı, Fidel Castro'nun nerede yaşadığının halk tarafından bilinmediğini, son yıllarda Havana yakınlarındaki 'Sıfır noktası' anlamına gelen Punto Zero'da yaşadığına ilişkin dedikoduların çıktığını anlattı. Daha sonra internette yaptığım araştırmalarda, bu bilgiyi doğrular nitelikte haberlerle karşılaştım.

Bir Kübalıya göre, Fidel Castro'yu kamu içinde eleştirmeniz, hapse yol açabilir. Suç oranının neredeyse olmadığı ülkede turistler rahatça gezebiliyor. Bunun nedenlerinden biri ise halkın polisten oldukça korkuyor olması.

2008 yılında Fidel Castro'nun kardeşi Raul Castro'nun yönetimi devralmasıyla ülkede açılımlar olmaya başlamış, örneğin devrimden beri ilk kez özel işletmelere izin verilmiş. Bu tarihten önce Kübalıların Cayo Coco'ya girmeleri yasakmış. Bunun bir nedeni, Kübalıların deniz yoluyla ABD'ye kaçmalarını önlemek olabilir. Konuştuğum bir kişi, Küba'da balıkçılığın gelişmediğini, çünkü tekne ile ABD'ye kaçmalarını engellemek için halkın tekne sahibi olmalarına izin verilmediğini anlatmıştı.

Ancak Aralık 2014'te başlayan ABD ile ilişkilerin normalleşme süreci artık ülkenin dış dünyaya daha açık bir politika izleyeceğinin kanıtı. 2015'te 54 yıl sonra ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu, karşılıklı elçilikler açıldı. Barack Obama bu yıl Küba'ya gerçekleştirdiği ziyaretle, 1928'den beri ülkeyi ziyaret eden ilk Amerikan başkanı oldu.

İlişkilerin normalleşmesini takiben ABD'nin kendi vatandaşlarına getirdiği vize kısıtlamalarının gevşemesiyle, Amerikalı turistler Havana sokaklarını doldurmaya başlamış. Oradaki seyahatim süresinde üç Amerikalı turistle sohbet etme şansım oldu, bir ara Havana'da iki kruvaziyer gemisinin yan yana olduğunu da gördüm.

Küba Devrimi, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve 'emparyalist' olarak nitelendirilen ülkelere bir başkaldırıştı. Ülkede, doğrusu ya da yanlışıyla, Küba'ya özgü bağımsız politikalar uygulandı. Fidel Castro'nun o zamandan bu zamana ülke için ideallerinin ne kadarını gerçekleştirebildiği bilinmez. Bilinen bir tek şey var ki onun ölümü hem Küba'yı hem de dünya tarihini değiştirecek.

Havana'daki bir sahafçıdan aldığım kitapta, 1 Ocak 1959'da Batista'nın Küba'dan kaçmasıyla Fidel Castro'nun ülkenin doğusundaki Santiago de Cuba kentinde başladığı ve ülkeyi boydan boya geçerek 8 Ocak'ta Havana'da on binlerce kişi tarafından karşılanarak sonlandırdığı zafer yolculuğu fotoğraflarla gösteriliyor. Adının 'Tomi' olduğunu söyleyen sahafçı bana, "Fidel Castro bu kitapta gösterilen yolculuğu araba üzerinde ölümü göze alarak yaptı. Bu yolculuğu yaparak sadece Havana'ya gitmeyi amaçlamıyordu, aynı zamanda Batista rejimindeki düşmanlarına bütün Küba'da devrimi başardığından emin olduğunu gösteriyordu" demişti.

Küba'daki devrim başarıya ulaştı mı, sürecek mi, yoksa küreselleşme çağının düzenine yenik mi düşecek, bunu zaman gösterecek.