Geçtiğimiz aylarda CHP'den ihraç edilen Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Türk Ceza Kanunu'nda (TCK), cinsel istismar suçunda mağdur ile failin evlenmesi halinde fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya cezanın ertelenmesine imkan veren düzenlemeye ilişkin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'a yönelik adını anmadan "‘Küçüğün rızası’ kaç koyun ediyor bakan bey?" diye sordu.
Aylin Nazlıaka'nın Cumhuriyet'te yayımlanan (22 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Özellikle Anadolu’da çok kullanılan bir söz vardır; ar damarı çatlamak. Bu söz bile AKP’nin tecavüzcüleri AK’lama yasasından bahsederken, bu önergeyi hazırlayanlar, imza atanlar ve kabul oyu verenler için hafif kalıyor. Hiç şüphesiz bir insanın ömründe yaşayabileceği en ağır travmalarından biri çocuk yaşta cinsel istismara uğramaktır. Bunun daha da beteri tecavüz edenle bir hayat boyu aynı evde yaşamaya mahkûm edilmek, tüm yaşamı boyunca bedenini bir başkasına teslim etmek zorunda kalmak, yani her yeni güne yeni bir işkenceyle başlamaktır. İşte bu nedenle 13’ünde evlendirilen, 14’ünde anne olan Siirtli Kader, 15’inde intihar etti. 2014’te yaşanan bu elim olay ne ilk, ne de -bu gidişle- son olacak... Kızına Kader ismini koyan aile belki de çaresizliği baştan kabullenmişti. Peki ama devlet ne güne duruyor? Bu ülkeyi yönetenlerin görevi vatandaşlarına “insanca bir yaşam” sağlamak değilse nedir?
Yedi ay kadar önce Türkiye’deki Çocuk Destek Merkezleri’ni (ÇODEM) ziyaret etmeye başladım. Buralarda cinsel istismar mağduru olan birçok çocukla tanıştım. Geleceğe ne kadar umutsuz baktıklarını bizzat gördüm. “Biz hayata 1-0 mağlup başladık” diyen çocuklarımız rakamlarla kodlanmıştı. Çocukların tabiriyle, “içeride” bir puantaj sistemi kurulmuş. Yatağını toplamak 2 puan, dişini fırçalamak 1 puan, arkadaşlarıyla iyi geçinmek 3 puan, vb. Yeteri kadar puan toplarsan hafta sonu çarşı iznin oluyor. Puan toplayamazsan, yandın. Bazı ÇODEM’lerdeki kızların hiçbiri okula gönderilmiyor. Uzaktan eğitim alıyor. Yaşadıkları travmayı atlatmaları için “kişiye özel” ve yoğun bir psikolojik/psikiyatrik destek vermektense, ilaç tedavisi uygulamak yönetimin işine geliyor. Görüntüye bakarsanız her ÇODEM’de en az bir psikolog var ama çocukları kazanmak üzerine kurulmuş bir sistem yok. Onları normal hayata hazırlamak yerine “dışarısı çok tehlikeli” diye korkutmak hem daha az maliyetli hem de daha kolaylarına geliyor. Bu kontrolcü ve özensiz yaklaşım ÇODEM’deki çocuklarımızı topluma kazandırmak, 18 yaş sonrasında kendi ayakları üzerinde duracakları bir hayata hazırlamak yerine birilerine bağımlı hale getiriyor. Özetle, hayatın içine alınmak yerine iyice dışına atılıyor çocuklar. Yanıma konunun uzmanlarından oluşan bir heyeti alarak farklı illerde yaptığım bu ziyaretler esnasında, iktidarın ÇODEM’deki cinsel istismar mağduru çocuklara “kayıp hayatlar” gözüyle baktığını çok net gördük.
İşte AKP’nin bir gece yarısı operasyonuyla Meclis’e getirdiği ve dört bin sanığı kapsayacağı belirtilen önerge bu bakış açısını bir kez daha gözümüze sokuyor. Tecavüze uğrayanı tecavüz edenin kucağına atarak hayat boyu mağdur ediyor. Kader mahkûmu yalanına bel bağlanıp her türlü kötülük “iyi gibi”leştirilmek isteniyor. Bir yandan tecavüz meşrulaştırılırken, diğer yandan potansiyel tecavüzcüler cesaretlendiriliyor. Beş yılda çocuklara yönelik taciz, tecavüz, cinsel istismar davalarında yüzde 400’lük artış ve son bir yılda 16 bin 957 açılmış dosya olması bir tesadüf olmasa gerek. Kaldı ki bu vakaların pek azı hukuki platforma taşınıyor.
2012’de Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde üç yaşında bir bebek yaşamını kaybetti. Basında çıkan haberlerde Dilan bebeğin tecavüz sonrasında ölmüş olabileceği belirtiliyordu. Hemen ertesi gün atlayıp Dilan’ın köyüne gittim. Çok meşakkatli bir yolculuktan sonra ailenin evine vardım. Olayı araştıracağımı sosyal medyadan duyurduğum için beni bekliyorlardı. Dilan’ın annesiyle tanıştım ama konuşamadım. Bana kendisinin Türkçe bilmediği söylendi. Aile adına tüm konuşmaları ben yapacağım diyen bir erkek, bana basında bahsedilen Siverek Hastanesi raporunun doğru olmadığını söyleyip Diyarbakır Hastanesi’nden alınmış başka bir rapor gösterdi. Buna göre, Dilan boncuk yuttuğu için ölmüştü. Biz evden ayrıldıktan sonra Dilan’ın annesinin köyü inleten feryadı hâlâ kulaklarımda çınlıyor. O anneye yardımcı olamadığım için kahrolmuştum. Olayın üzerine gitmeye devam ettim. Kilit yer Siverek Hastanesi’ydi. Günlerce uğraştım ama ne doktorla görüştürüldüm ne de raporu görebildim. Bunun üzerine Diyarbakır’a gittim. Diğer raporu hazırlayan doktorla görüşmek istedim. Bu doktor da adeta kaçtı, telefonlarıma bile çıkmadı. O süreçte, birçok farklı kişiden en çok duyduğum cümle şu oldu: “Bizim buralarda kişinin namusu köyün/ilçenin namusudur. Köyümüzün/ilçemizin namusunu zedeletmeyiz.” İşte bu mantıkla olayların üstü kapatılıyor. Olan çocuklara ve kadınlara oluyor.
AKP’nin doğa düşmanı “yap-işletdevret” aklı, kadınlar ve çocuklar için “tecavüz et-evlen-kurtul” ahlaksızlığına evriliyor. Bir kez daha sivil toplum örgütleri ve konunun paydaşları yok sayılıyor. Her ne kadar Adalet Bakanı “Bu yasa bir defaya dönük olarak uygulanacak” dese de yapılması hedeflenen değişiklik kalıcı bir etki yaratacak. Çünkü cinsel ilişkiye rıza yaşı 15’ten 12’ye indirilecek. Böylece bundan sonra gerçekleşecek istismarlardaki failleri de kapsayıp koruyacak. 83 kadın örgütünün yaptığı ortak açıklamada da vurgulandığı gibi, TCK 103. maddedeki bu değişiklikle Türkiye’de kız çocuklarının 12 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve zorla evlilik şiddetine maruz bırakılmasının “yasal zemini” hazırlanıyor.
Çocuk tecavüzleri için “bir kereden bir şey olmaz” diyenlerin, “çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” diyerek açık açık “çocuklarınızın güvenliğini biz sağlayamıyoruz, siz başınızın çaresine bakın” mealinde konuşanların, “kadın mıdır kız mıdır bilmem” tanımlamasıyla ahlak zabıtalığı yapanların, “onun da orada ne işi varmış” diyerek bir kadın tecavüzünü meşru görenlerin niyetini biliyoruz. Kadın örgütlerinin emeği, yüreği ve kararlı mücadelesiyle 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren medeni yasadaki ve 1 Haziran 2005’ten itibaren geçerli olan Türk Ceza Kanunu’ndaki kadını güçlendiren düzenlemelerden çok rahatsız oldular.
Sözkonusu düzenlemeyle o dönemde kazandığımız haklarımızı geri almak için ilk adımı atmış olacaklar, ama biz buna asla izin vermeyeceğiz. Çocuklarımızı karanlık kafaların kirli ellerine teslim etmeyeceğiz. Aysel Gürel’in yazdığı, Sezen Aksu’nun seslendirdiği Ünzile şarkısında olduğu gibi kızlarımızın koyun karşılığı evlendirilmesini meşrulaştıranlara geçit vermeyeceğiz. “Küçüğün rızası” tanımını reddedeceğiz. Çocuk-tecavüzevlilik... Bu üç kelimeyi bir araya getirtenleri lanetleyeceğiz. Tüm duyarlı vatandaşlarımızı 22 Kasım, Salı günü yani yarın 10.30’da Meclis’in Dikmen kapısındaki direnişimize davet ediyoruz. Korkmayacağız, yılmayacağız, sinmeyeceğiz!