Kudsi Erguner: Dini müziğin yozlaştırıldığı aydayız

Kudsi Erguner: Dini müziğin yozlaştırıldığı aydayız

Klasik sufi düşüncesi öğreticisi neyzen Kudsi Erguner, dini müziğin yozlaştırıldığını söyledi. Araştırmalarını Osmanlı müziğinin kökleri üzerine yoğunlaştıran ve dünyaca ünlü pek çok müzisyenle ortak çalışmalar yapan, Erguner, tasavvuf müziğinin bugünün yaşayan müziği olmaya zorlandığında ortaya geleneğin, dinin, sanat estetiğinin, edebiyatın kabul edemeyeceği bir ‘saçmalık’ çıktığını belirtti.

Erguner “Sözleri, enstrümanları, tavrı, edası ve sanatçısının yapmacık mimik ve icra tarzı ile ilahiden çok Anadolu türkülerinin arabesk versiyonu olan bir müzik, albüm albüm pazarlanıyor, özellikle Ramazan ayında, ‘tasavvuf musikisi' adı altında medyalarda halka dayatılıyor” dedi. Kudsi Erguner, Zaman gazetesinde dini müziğin günümüzde geldiği nokta ile ilgili görüşlerini paylaştığı bir yazı kaleme aldı.

Avatar filminin bestecisi Amotz Plessner ile ortak albüm hazırlığı içerisinde olan müzisyen Ömer Faruk Tekbilek de konu ile görüşlerini aktararak şunları söyledi:

“Dini duyguların ticari olarak istismar edilmesi her alanda olduğu gibi müzik alanında da doğru bir yol değil ve manevi vebali olduğu inancındayım.”

Neyzen Kudsi Erguner’in Zaman gazetesinde "Dinî müziğin yozlaştırıldığı aydayız" başlığıyla yayımlanan (29 Haziran 2015) yazısı şöyle:

Türk toplumu, çağdaş medeniyet yolunda kendisini ite kaka meçhul bir geleceğe doğru ilerletmeye çalışan aydınlar ile yüce bir tarih mirasından dem vurarak, geçmişi yücelten muhafazakârlar arasında çan tokmağı gibi sağa sola savrulup, amnezik ve şizofren bir hale gelerek yozlaşmış, Yunan filozofu Eflatun'un “Müziğini değiştirmeden bir toplumu değiştiremezsiniz!...” sözünü ispat edercesine değiştirilmeye çalışılan müzik de bu çöküşün aynası olmuştur.

Yakın geçmişe bakarsak, 1925 yılında kabul edilen ve halen geçerli olan 677 sayılı kanun ile tekkeler ve zaviyeler yasaklandı. Oralarda yaşayan Osmanlı'nın eliti, şairler, bestekârlar, hattatlar, alimler çirkin sözlere maruz kalarak, büyücülükle, üfürükçülükle itham edildiler. Yasaklı yıllarda, tasavvuf geleneğini gizlice yaşamaya çalışanlar, 1980'li yıllara kadar medeniyet ve rejim için bir tehlike kabul edilerek siyasal örgüt muamelesi gördüler. 1980 askerî darbesinden itibaren muhafazakâr, Müslüman taşra insanları Türkiye'nin siyasi ve ekonomik hayatında gittikçe güçlendiler.

Bir önceki aşırı Batıcı, geçmiş düşmanı büyük şehir insanının tersine, hiç bilmediği Batı medeniyeti ile yine hiç anlamadıkları Osmanlı mirasını birleştirme iddiasındaki yeni siyasal güç sonunda halkı Batı'dan da, Doğu'dan da mahrum bıraktı. Maksat siyaseten yasaklanan bir mirasın kalan izlerini korumak ve değerlendirmekten saptırılıp, yine siyaseten yaşatılmaya çalışılan popüler bir kültüre hizmete dönüştü.

Bugün ortadaki enkaz ve mevta süslenerek tüm dünyaya yaşayan bir güzellik olarak sunulmaya çalışılmakta. Bunun en güzel örneği de “Mevlevi Ayini” ve “tasavvuf müziği” adı altında yapılanlar. Sözleri, enstrümanları, tavrı, edası ve sanatçısının yapmacık mimik ve icra tarzı ile ilahiden çok Anadolu türkülerinin arabesk versiyonu olan bir müzik, albüm albüm pazarlanıyor, özellikle Ramazan ayında, ‘tasavvuf musikisi' adı altında medyalarda halka dayatılıyor.

Tasavvuf müziği büyük mutasavvıfların dinlemekten zevk aldıkları, vecd halini yaşadıkları tasavvufî mânâ ihtivâ eden şiirler üzerine bestelenmiş eserlerdir. Osmanlı döneminde naat, durak, ilahi, nefes, tevşih, Mevlevi ayini gibi değişik formlarda bestelenen bu şiirler geniş bir repertuar oluşturur. Klasik tasavvuf müziği sadece bu eserlerin çalınıp okumasından ibarettir. Bu müzik günümüzün toplumu için sadece geçmişin bir sanat mirasıdır. Bugünün yaşayan müziği olmaya zorlandığında ise ortaya ne geleneğin, ne dinin, ne sanat estetiğinin ne de edebiyatın kabul edebileceği bir saçmalık çıkmakta.

Ney yerini kavala, kanun yerini klavyeye, ud yerini gitara, Osmanlı medeniyetinin tasavvuf şiiri ve musikisi yerini yozlaşmış bir köy estetiğine bıraktığı gibi, yaşayan bir tasavvuf ve çalanda, dinleyende manevi bir müzik zevki olmayınca, işret âleminde dinlenen müzik ile manevi bir neşenin musikisi arasında fark da ortadan kalkıyor.

Şiirlerde ana tema olan kişinin Allah ile kalbî ricaları, yerini ölüm korkusu, İslam tarihinin trajik vakaları, cennet talebi gibi konulara bıraktı. Örneğin:

Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dünü günü

Bana seni gerek seni

(Yunus Emre)

 

Vâsıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dûr olmadan

Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan

Mest olup meydane geldim ta ezelden ta ebed

İçmişem aşkın şarabın âb-ı engûr olmadan

‘Mûtû kable en temûtû' sırrına mazhar olan

Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan

Âşıkın çok derdi amma sırrın izhâr eylemez

Söylemesi terk-i edeb çünki destûr olmadan

Bir acaîb derde düşmüş tutuşur şemsî müdâm

Hakk'a makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan

(Şemseddin Sivasi)

gibi dizelerin yerini,

 

Akşam olur güneş batar

Gönül derdine derd katar

Bu toprakta neler yatar

Sen de bir gün öleceksin

Bilir misin kafir, ölüm nicedir

Azrailen korku şeklinde gelir

Feryadı yükseltir ölüm acısı

Azrailen korku şeklinde gelir

(Abdurrahman Önül)

ve benzeri dizeler aldı. Bugünkü yozlaşmış toplumumuzun sanat zevkinin, yüce bir medeniyet mirasının devamı olması beklenemez, ancak geçmişin güzelliklerinin bugünü yüceltmesi ümit edilebilirdi. Maalesef, silinmiş hafızalarımız şimdilik buna el vermemekte.

Manevî vebali olduğu inancındayım

Ömer Faruk Tekbilek: "Esasen başlı başına her türden müzik üretimi sanatçının kalbinden geçen duyguların paylaşımı olarak zuhur etmelidir, asla taklit olmamalı veya ticari gelir için sunulmamalıdır bana göre... Dinî müzik veya tasavvuf deyince sorumluluk bir kat daha fazla olmalı kanaatindeyim. Dini duyguların ticari olarak istismar edilmesi her alanda olduğu gibi müzik alanında da doğru bir yol değil ve manevi vebali olduğu inancındayım. Bu tip sunumlara muhatap olan halkımız er ya da geç hakikisiyle taklidini ayırt edeceklerdir. Tasavvuf sonuçta zaten bireysel bir aydınlanma yolu olduğu için sadece ticari gelir amacıyla bunu kullananların bilerek veya bilmeyerek bizzat kendi manevi dünyalarına zarar verebileceğini düşünüyorum."