Dinler Tarihi Profesörü Ömer Faruk Harman, Mescid-i Aksa baskılarına ilişkin "Filistin sorunu bitmeden, İsrail bu huyundan vazgeçmeden, Filistinlilerin insanca yaşama hakları verilmeden Ortadoğu’da huzur olmayacaktır" ifadelerini kullandı. Harman, "İsrail’in duruşu ne izana ne insafa ne adalete, ne insan hakkına sığar. Bırak ibadetini yapsın. Kudüs ikinizin de ortak başkenti olsun. Sığamıyor musunuz? Nefes alamıyor Filistinli" dedi.
Hürriyet gazetesinde İpek Özbey'in sorularını yanıtlayan Dinler Tarihi Profesörü Ömer Faruk Harman'ın verdiği yanıtlar şöyle:
Kudüs üç din için de kutsal... Herkes saygı göstermeli, tamam, ama ortada büyük bir de zulüm var..
Filistin toprakları Tanrı’nın Hazreti İbrahim’e “Sana göstereceğim memlekete git. Seni büyük millet edeceğim ve seni mübarek kılacağım, seni mübarek kılanları mübarek kılacağım... Bu memleketi senin zürriyetine vereceğim” dediği yerdir.
Bu vaat edilmiş toprakların sınırı neydi?
Yine Tevrat’a göre Doğu’da Fırat Büyük ırmak, Batı’da Akdeniz, Güney’de Sina yarımadası, kuzeyde Lübnan dağları. Yalnız ortaçağ Yahudi düşüncesi vaat edilmiş toprakların kuzey hududunu bizim Toroslara kadar çıkardı. Tevrat’a göre Rab, Hz. İbrahim’e şöyle demiştir: “Şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden kuzeye ve güneye ve doğuya ve batıya bak; çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana ve ebediyen senin zürriyetine vereceğim”.
Ama ‘topraklar ilelebet sizin’ demiyor herhalde..
Mutlak bir vaat değildi. Bir takım şartlara bağlıydı. Öncelikle vahiy edilen ilahi hakikatlere uymaktı. Arz-ı Mev’ud ile ilgili ilk ahit Rab Yahova ile Hz. İbrahim arasında yapılmıştı ve bu toprakları ebedi mülk olarak sahiplenebilmek için Tanrı olarak sadece O’nu tanıyacak ve her erkek sünnet olacaktır. Hz. İshak ve Yakub ile yinelenen ahide göre de vaadin tahakkuku, Allah’ın emirlerini, kanun ve şeriatını tutmaya bağlıdır. Hz. Musa ile de bir ahit yapılmıştır ve bu ahitte Rab, “İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size miras olarak vereceğim” demektedir.
“Zalim olmayacaksın” diye de şart koşuyor değil mi?
Şöyle diyor: “Yollarınızı ve işlerinizi ıslah edin, sizi bu yerde oturturum. Yollarınızı ve işlerinizi iyice ıslah ederseniz, bir adamla komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka ilâhların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde, ezelden ebede kadar atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum.” Tevrat’ı otantik şekliyle muhafaza etmek ve yaşamak da şartlardan biriydi. Ama muhafaza edemediler.
Göçebe olmaları da olumsuz etkiledi, denebilir mi?
Hz. Musa’ya Tevrat verildiğinde Yahudiler yerleşik hayata geçmiş bir millet değildi. Mısır’dan çıkıp, Sina Yarımadası’na geldiler. Filistin toprakları mukaddes topraklardı ve hedef vaat edilmiş topraklara gitmekti. Girin dendiği halde İsrailoğulları “Biz girmiyoruz” dedi. “Bu Allah’ın emri” diyen Hz. Musa’ya, “Orada çok zorlu bir kavim var, biz oraya girmeyiz. Sen ve rabbin gidin savaşın, biz burada bekleyeceğiz” cevabını verdiler. O zaman Tanrı “İnat mı ediyorsunuz, o halde o topraklar size kırk yıl haram kılındı. Sina çölünde dolaşacaksınız” dedi.
Nerede yazıyor bu?
Hem Kuran, hem Tevrat’ta… Ama çölde de olmadı. Allah’ın emrini çiğnemekte adeta yarıştılar. Hasreti Musa’dan sonra İsrailoğulları savaş yapa yapa 200 yıla yakın süre o topraklara nüfuz etti. Nihayet Hazreti Davut zamanında Kudüs fethedildi.
Aslında Kudüs kimin?
Yebusiler denilen bir kavmin.. Yahudilerin yerleşik hayata geçişleri Hazreti Davut’un Kudüs’ü alışı, Kudüs’ü başkent yapması, sonra devlet teşkilatını kurmasıyla mümkün oldu. Sonra oğlu hazreti Süleyman krallık yaptı. Bugünkü Kudüs’te, Harem-i Şerif dediğimiz alanda Mabedin inşaatına başladı ve 7 yılda tamamlandı. Mabedin can alıcı noktası şimdiki Kubbetü’s- Sahra’nın bulunduğu yerdi. Mabed Yahudilikte çok önemli bir yerdir. Çünkü kurban ve hac gibi dini ritüellerin gerçekleşmesi ancak mabedin varlığına bağlı.
Sonra bir yakıp-yıkım süreci başlıyor. Nedir paylaşılamayan?
950 yılında açılmıştı, 930’da Hazreti Süleyman ölünce ülke ikiye bölündü, Kudüs Yahuda Krallığı’nın merkezi oldu. MÖ 587’de Babil kralı tarafından Kudüs yakılıp yıkıldı, oradaki Yahudiler mabetsiz kaldılar, Babil ülkesine esir olarak götürüldüler. 538’te Persler Babil’i yenince, Yahudiler’e “özgürsünüz” dediler. Bir kısmı Kudüs’e döndü. Pers krallarının da yardımıyla 515’te mabet ikinci kez aynı yere yapıldı. Bu ikinci mabet, M.Ö. 20’li yıllarda Kral Hirodes tarafından genişletildi. Mabed’in çevresine bir kuşatma duvarı çekildi. Bugünkü ağlama duvarıdır o. MS 68’de Yahudiler yine ayaklandı. Roma ordu komutanı, 70 yılında Kudüs’ü aldı, yaktı, yıktı. Mabet bir kez daha yıkılmıştı.
Yani birinci yıkılışı Babilliler, ikincisi Romalılar tarafından...
Elbette, mabedi yıkanlar Müslümanlar değil.
Müslümanlar ne zaman geliyor?
Peygamber efendimiz 620 yılında Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldü. MS 637’de Hz. Ömer Kudüs’ü fethetti. Kudüs patriği “savaşsız şehri teslim edeceğim ama halife Ömer gelirse” dedi. Hz. Ömer Kudüs’e gitti, patrik şehrin anahtarını verdi ve Kudüs savaşsız Müslümanlara teslim edildi. Namaz vakti geldi, Hz. Ömer patriğe nerede namaz kılacağını sordu. Patrik, diriliş klişesini gösterdi.
Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine ve sonra dirildiğine inanılan yer...
Evet. Hz. Ömer, bu teklife “Olur ama ben kilisede namaz kılarsam, Müslümanlar da beni takliden orada kılarlar ve orası kilise değil camiye döner” dedi. Biraz uzakça bir yerde namazını kıldı. Ve patriğe “Bana Mescid-i Aksa’nın yerini göster” dedi. Patrik de önüne düştü, bugünkü mekâna götürdü. Ama o zaman orası boş. Sadece kaya kütlesi var. Hz. Ömer burayı temizletti, orada namaz kıldı. Ve orada bir mescit yapılmasını buyurdu. Sembolik bir mescit yapıldı. Yıl 637. 695’te Emevi halifesi Abdülmelik B. Mervan bu kaya kütlesinin üzerini Kubbetü’s- Sahra ile örttü. Oğlu birinci Velid, 705’te şimdi bizim Mescid-i Aksa dediğimiz camiyi yaptı ki asıl adı kıble mescididir.
Bizim dinimiz açısından da çok önemli...
Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemiz, ikinci mescidimiz, üçüncü haremimiz. Kudüs’ü ilk fetheden Hz. Davut da, onun oğlu Süleyman da bize göre hak peygamberdir. Yahudiler, Davut’un soyundan olmakla gurur duyuyorlar ama kutsal kitaplarında Davut’a zina fiilini işlettiriyorlar. Zina, on emirden biri olarak yasaktır. Kuran, Davut’u metheder. Öyleyse Davut’a hak ettiği saygıyı, Yahudi mi gösteriyor, Müslüman mı? Hz. Süleyman, mabedi yapmıştır ama Müslümanların ona olan saygısı, Yahudilerden daha çoktur, zira Yahudi kutsal kitabına göre Hz. Süleyman’ın ahir ömründe putperest hanımlarının arzularına uyarak putlara tapmıştır ki bunu Müslümanların kabul etmesi mümkün değildir.
Neden bu topraklarda sorun hiç bitmiyor?
Yahudiler diyor ki, “Bu topraklar tanrının bize vaat ettiği topraklar”. Ama o vaadin mutlak olmadığını söyledim. İkincisi “Bizim mabedimiz vardı, ona bağlı ibadetlerimiz ve ritüellerimiz vardı. Şimdi o ritüelleri yapamıyoruz” diyorlar. Dolayısıyla Yahudi’nin en büyük hedefi Harem-i Şerif başta olmak üzere vaat edilmiş topraklar diye hududu çizilen Filistin topraklarının tamamıyla İsrail’de olması, Emeviler tarafından yaptırılan Kubbetü’s- Sahra ve Mescit-i Aksa’nın yıkılması, yeni bir Yahudi mabedinin inşası. Ama burada iki engel var. Birisi İslam dünyasının tepkisinden çekiniyorlar. İslam dünyasında adeta ölü toprağı serilmiş gibi bir gaflet var. Bir kere dinimiz açısından Kudüs’ün önemini bilmiyoruz. Yahudi, burası bana vaat edilmiş toprak diyor, ama vaadin şartları var, o şartlar ne kadar yerine getirildi o bilinmiyor.
Yahudiler de mabedine saygı istiyor…
Biz mabede saygılıyız. Ama Süleyman mabedini biz yıkmadık, Babilliler, Romalılar yıktı. Yahudi de mücadelesini yaptı. Mabedi yıkıp, yerine tapınak yapan da biz değiliz. Kudüs’ü aldığımızda hazreti Ömer’in halka verdiği bir emanname var biliyorsunuz. İnançlarında, her şeylerinde özgür olduklarına dair bu emannameyi Selahattin Eyyubi, Yavuz Sultan Selim Han da tekrarladı. Kanuni Sultan Süleyman, Ağlama Duvarı’nı tamir ettirdi, Kudüs’e surlar yaptırdı. Oradan Yahudileri biz kovmadık. Müslümanlar orayı aldıktan sonra ancak Yahudiler o topraklara gidip kutsallarını ziyaret edebildi. Ama ne oldu, 1099’da Haçlı Ordusu Kudüs’ü aldı. Hem Müslümanlar hem de Yahudiler büyük zulme uğradılar. Haçlılar Hıristiyan.
Ve artık Hıristiyanlar için de önem kazandı.
Tabii. Hz. İsa o mabede geldi, ibadet etti. Hıristiyan inancına göre Diriliş Kilisesi’nin bulunduğu yerde çarmıha gerildi, öldü, sonra defnedildi, sonra dirildi. Diriliş Kilisesi Hıristiyanlar için dünyanın en kutsal mekânı.
Peki Hıristiyanlarla neden aynı sorun yaşanmıyor?
Çünkü Hıristiyan mezhepleri “sen hâkim olacaksın, ben hâkim olacağım” diye kendi aralarında öyle bir kavga ettiler ki, papazlar birbirini öldürdü. Meseleyi Osmanlı çözüme kavuşturdu. Bugün orada hâlâ Sultan Abdülmecid Han’ın 1852’de belirlediği kurallar hâkim. Bir Müslüman ailededir o kilisenin anahtarı. Osmanlı, Hıristiyanların inancını yerine getirmesini sağladı. Haçlılar Kudüs’ü aldıklarında en çok zulmettikleri insanlar Müslümanlar kadar Yahudilerdi. Yahudiler din özgürlüğünü Müslümanlar Kudüs’ü aldıktan sonra yaşadılar. Bugün vatansızlığın acısını en çok anlaması gerekenler Yahudiler. Çünkü Roma onları kovdu. Ama bugün vatansızlığı Filistinlilere yaşatan kim? Yahudiler. Gazze şeridi Açıkhava hapishanesi gibi. Çocuklar bombalanıyor. Bugün Mescidi Aksa’nın hangi kapısına giderseniz gidin, bir manga İsrail askeri var. İşte son olarak Cuma namazında yaşananlar var.
Bölgede güvenliğin ileri teknolojiyle sağlanmasını neden bir güvenlik önlemi olarak görmüyor Müslümanlar?
Güvenliğin ileri teknoloji ile sağlanması kime yönelik? Mescid-i Aksa’ya namaz için giden insanlar mı İsrail için tehdit yoksa sokakta, özgürlükleri ellerinden alınmış Filistinlilerin oradaki varlıkları mı tehdit olarak görülüyor? Kendin için istediğini öteki için de istemedikçe nasıl dürüst insan olunur ki? “Şeriatta en birinci emir Allah’ı bir bilip sevmek, ikinci önemli emir ise komşunu sevmek değil mi? On Emir’de ne deniyor” Komşuna karşı yalan şahitlik etmeyeceksin. Komşunun evine tamah etmeyeceksin.”
Neden yapıyor bunu?
Müslümanları bezdirecek, sindirecek, hatta orayı yıkacak. Yıkacak ama İslam dünyasının tepkisinden endişe ediyor. Ben İslam dünyasının yeterince tepki gösterdiğine ve göstereceğine inanmıyorum. Hakikaten ölü toprağı serpilmiş gibidir. Yahu bütün dünya üzerinde Yahudilerin nüfusu 15 milyon. İslam dünyası 1 milyar 600 milyon.
Bu tepkisizliği neye bağlıyorsunuz?
İslam dünyasında halklar Filistinli’nin yanındadır. İsrailli nasıl yaşıyorsa Filistinli de öyle yaşasın ister. Ama yöneticilerin siyasi ilişkileri gibi başka şeyler var işin içinde. Şimdi Amerika İsrail’i destekliyor. Suudi Arabistan Amerika’yla 300 küsur milyar dolarlık silah anlaşması yaptı. Şimdi Arabistan kalkıp Amerika’ya rağmen bir şey diyebilir mi? Mısır’a bakın, Sisi anlaşma yaptı, Gazze’nin nefes alabileceği bir tek ferah kapısı var, onu kapatıyor.
Peki Türkiye’nin duruşu…
Türkiye probleme çözüm bulmaya çalışan adeta tek ülke konumunda. Filistinlilerin haklarını savunmak, İsrail’in ortadan kalkmasını istemek değil ki. Türkiye bölgede adalet hâkim olsun, insanlar mağdur edilmesin, insanca yaşama hakları kimsenin elinden alınmasın, çocuklar özgürce büyüyebilsin istiyor. Keşke yapılan yanlışlıklar ve haksızlıklar karşısında ne İslam ülkeleri ne de dünya bu kadar kayıtsız kalmasa.
Kan ve gözyaşı üzerine huzur kurulamaz
Burada bir anlaşmaya varmak ve buna sadık kalmak neden bu kadar zor?
Çünkü İsrail ötekine hayat hakkı tanımak istemiyor. Filistin’in hem İsrailliler hem de Filistinliler için vatan olmasını, onların da asırlar boyu yaşadıkları bu topraklarda özgürce yaşamalarını, bağımsız devlet kurmalarını, kutsal Kudüs’ü başkent yapmalarını, oradaki kutsal mekânlarda özgürce ibadet etmelerini çok görüyor. Vatansızlığın ne olduğunu en iyi kendisi bildiği, mabetlerine girmelerinin yasaklanışının acısını en iyi kendileri yaşadıkları halde bugün aynı şeyleri Filistinlilere, hatta sadece onlara da değil, Mescid-i Aksa’da namaza gelen diğer Müslümanlara da çok görüyorlar.
Yaygı kanı: "Filistin sorunu bitmeden, ne bölgede savaş, ne dünyada terör biter, ne İslamfobi biter” Katılır mısınız?
Filistin sorunu bitmeden, İsrail bu huyundan vazgeçmeden, Filistinlilerin insanca yaşama hakları verilmeden Ortadoğu’da huzur olmayacaktır. Çünkü kan ve gözyaşı üzerine huzur ve mutluluk kurulamaz.
İsrail’in duruşu ne izana ne insafa ne adalete, ne insan hakkına sığar. Zulüm üzerine bir şey kurulur mu? Vaktiyle Romalılar sana yaptılar, sen mazlumdun. Bırak ibadetini yapsın. Kudüs ikinizin de ortak başkenti olsun. Sığamıyor musunuz? Nefes alamıyor Filistinli. 10 emirden birinde “Komşunun evine tamah etmeyeceksin” deniyor. Adamın malı kalmadı, evi kalmadı. Yahudi düşmanı değiliz. Bu bilinsin ki, onlara en büyük iyiliği Osmanlı yaptı. Onların kutsal kitabına göre konuşuyorum, yapılanın doğru olmadığını söylüyorum. Bir arada yaşayın. Bir çocuk Gazze’de aç biilaç bekleyecek, siz refah içinde yaşayacaksınız, olmaz.. Antisemitizm falan değil, anti-insanizm yapmamak gerekiyor.
Kimdir?
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü (1972), İÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü (1973) mezunu... MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Dinler Tarihi Açısından Şehristânî ve el-Milel ve'n-Nihal adlı çalışmasıyla doktor oldu (1983). 1988'de doçent, 1994'te profesör unvanını aldı. 2005’te Paris Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşavirliği görevine atandı. 2009’da fakültedeki görevine geri döndü. Halen İbn Haldun Üniversitesi öğretim üyeliğini sürdürüyor..