Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Mescid-i Aksa'da yaşanan "dedektör" kriziyle ilgili olarak "401 sene boyunca idaremiz altında bulunan Kudüs’ü 9 Kasım 1917’de İngilizler’e terketmek zorunda kalmıştık ama şehri boşaltmamızın sebebi saldırılara dayanacak gücümüzün hiç kalmamış olması değil, Kudüs’ün top mermilerinden zarar görmesi ihtimali idi" dedi.
Murat Bardakçı'nın "Kudüs’ü İngilizlere neden terkettik bilir misiniz? Zarar görmesin diye" başlığıyla yayımlanan (30 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
401 sene boyunca idaremiz altında bulunan Kudüs’ü 9 Kasım 1917’de İngilizler’e terketmek zorunda kalmıştık ama şehri boşaltmamızın sebebi saldırılara dayanacak gücümüzün hiç kalmamış olması değil, Kudüs’ün top mermilerinden zarar görmesi ihtimali idi. İlk defa bugün bu sayfada yayınlanan ve Kudüs’ün son idarecisi olan İzzet Bey, İstanbul’a, İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği şifreli telgrafında “Kutsal mekânlara top mermileri düşüyor, tahribata engel olmak için şehri boşaltıyoruz” diyor.
Mescid-i Aksa’da birkaç günden buyana herbiri gerilimi daha da arttıran ardarda hadiseler yaşanıyor.
Harem-i Şerif’in girişine metal dedektörler yerleştirilmesi ile başlayan huzursuzluk önceki gün de İsrail’in elli yaşın altındaki erkeklerin kutsal mekâna girmelerini yasaklaması üzerine daha da tırmandı,İsrail gerçi geri adım atıp dedektörlerin kaldırılacağını duyurdu ama Harem’in bütün kapılarının açılması üzerine İsrail askerleri cemaate gaz bombaları ile saldırdı.
İslâm’ın Kâbe’den önceki kıblesi olan Mescid-i Aksa ile Harem-i Şerif’te yaşanan gerilim, İslâm dünyasını ayağa kaldırdı. Diğer Müslüman ülkeler hadiseler karşısında Türkiye kadar sert olmasa bile İsrail’i ardarda kınıyorlar.
Bütün bu gelişmeler üzerine, İslâm İşbirliği Teşkilâtı’na üye ülkelerin dışişleri bakanları çağrımız üzerine önümüzdeki hafta başında İstanbul’da olağanüstü bir toplantı yapma kararı aldılar.
Yıllardan bitmeyen gerginliklerin yaşandığı Kudüs, 401 sene boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir yerleşim merkezi idi ama Kudüs’ü bize ait olan diğer topraklardan ayrı tutmuş, Mekke ile Medine’ye gösterdiğimiz saygıyı buraya da göstermiş, hattâ Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz birliklerinin yaklaşması üzerine şehri tahrip olmasını önlemek maksadıyla boşaltmıştık.
Bugün bu sayfada yeralan arşiv belgeleri de gösteriyor: Kudüs’teki birliklerimizi çekerek şehri 1917’nin 9 Kasım’ında İngilizler’e bırakmamızın sebebi işte bu endişe idi: Belgelerdeki ifadesi ile “mübarek makamların tahrip olmasını önlemek”!
1914’te katıldığımız dünya savaşında cephelerin çoğunda ardarda yenilmiştik ve çöken cepheler arasında Filistin de vardı. İngiliz generali Sir Edmund Henry Hynmann Allenby’nin 1917’nin 7 Kasım sabahı Kudüs’e karşı giriştiği saldırıya karşı koyamamış, şehre top mermilerinin düşmeye başlaması üzerine de o gün öğleden sonra çekilmeye başlamıştık. Kaybımız bu kadarla da kalmadı, Gazze’yi de verdik, sonra 120 kilometre geriye gittik ve Suriye’de tutunmaya çalıştığımız sırada Filistin’in tamamı bir anda elimizden çıkıverdi. Tam 401 sene boyunca İstanbul’dan giden mutasarrıfların, yani vali ile kaymakam arasındaki mülki amirlerin idare ettiği Kudüs’ün ardından diğer şehirler de İngilizler’in oldu.
Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey’in İngiliz Kumandanlığı’na gönderdiği teslim mektubu
Kudüs’teki 401 senelik hâkimiyetimiz, İngilizler’in “boğa” lâkaplı generali Allenby’nin 1917’nin 9 Aralık günü bizim “Babu’l-Halil” yani “Hazreti İbrahim Kapısı” dediğimiz, Batı’nın da “Yafa Kapısı” diye bildiği yerden şehre girmesi ile noktalandı.
Şehrin bin küsur sene boyunca harabe halinde duran surları 16. asrın ortalarında Kanuni Süleyman tarafından yeniden inşa ettirilmiş, Akdeniz sahilindeki Yafa kasabasından Kudüs’e uzanan yolun surlarla birleştiği yere bir kapı yapılmış, buraya “Halil Kapısı” denmişti. “Halil”sözüyle Hazreti İbrahim kastediliyor ve peygamberin Kudüs’e buradan girmiş olduğuna inanılıyordu.
Kanunî surları yaptırırken Halil Kapısı’nın üzerine “Lâ ilâhe illâllah, İbrahim halilullah” yani “Allah’tan başka ilâh yoktur, İbrahim de onun dostudur” yazan bir kitabe koydurmuş, böylelikle Kudüs’ün sadece Müslümanlar’a değil, her üç semavî dine ait olduğunu ifade etmişti.
General Allenby, Kudüs’e Kanunî’nin koydurduğu işte bu kitabenin altındaki kapıdan girdi... Ama otomobili ile değil, yürüyerek...
Şehre yaya olarak girmesinin sebebini “Böyle kutsal bir şehre otomobil ile yahut at üzerinde girmek mekâna saygısızlıktır” diye açıklamıştı ama vermek istediği mesaj farklı idi: Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in Kudüs’ü 1898’de ziyareti sırasında şehre otomobil girmesinin, hattâ Halil Kapısı’nın İmparator’un otomobilinin geçebilmesi için genişletilmesinin yarattığı tepkiye karşı propaganda yapmak!
Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey’in İstanbul’a gönderdiği telgraf
1898’de İstanbul’a gelen Wilhelm hem Hristiyanlar’ın hem de Müslümanlar’ın koruyucu melekliğine soyunup Kudüs’e kadar uzanmış ama arabasının Halil Kapısı’ndan geçemeyeceğinin anlaşılması bizim teşrifatçılara derd olmuştu. Uzun uzun düşünülüp taşınıldı, çözüm nihayet bulundu ve Kanuni’nin yaptırdığı kapı majestelerinin arabalarının şerefine “genişletildi”, yani yan tarafları yıkıldı.
Haber İstanbul’u günlerce meşgul etmiş, “Yıkmakla iyi mi, yoksa kötü mü ettik?” diye tartışılmıştı...
General Allenby’nin Kudüs’e işte bu yüzden yaya olarak girmişti: “Wilhelm kutsal şehre gereken saygıyı göstermemişti ama ben gösteriyorum” demek için!
Kudüs’ü İngilizler’e teslimimizin fotoğrafı: Belediye Başkan Vekili Hüseynîzade Hüseyin Bey, teslim mektubunu beyaz bayrak çekerek İngiliz birliklerine veriyor
Kudüs’ün teslim töreni Yafa Kapısı’nda başladı, İngiliz birlikleri Yafa Caddesi boyunca Kudüs’ün Arap ve Hristiyan halkının tezahüratı arasında ilerleyip şehrin idaresini ele aldılar ve güvenliğin sağlanıp bir sıkıyönetim ilânının ardından Allenbyfatih edâsı ile Kudüs’e girdi. İngiliz birliklerinin Yafa Caddesi’nde o gün, yani 9 Kasım 1917’deki işgal yürüyüşleri ileAllenby’nin şehre girişini gösteren fotoğraflar, Kudüs’teki 401 senelik hâkimiyetini kaybeden Türkiye’de bir hüzün sembolü olacaktı...
Ve, bir tuhaflık daha: General Allenby 9 Aralık’ta Halil Kapısı’ndan Kudüs’e adımını attığı sırada, müttefikimiz Almanya’dakiler de dahil olmak üzere Avrupa’da kiliseler zafer çanları çalıyor ve Selâhaddin Eyyubî’den buyana Müslümanlar’ın hâkimiyetinde olan Kudüs’ün yeniden Hristiyanlar’ın eline geçmesini kutluyorlardı.
Bugün bu sayfada, Kudüs’ü İngilizler’e terketmemiz ile ilgili şifreli bir telgraf ile şehrin teslim belgesini görüyorsunuz...
General Allenby’nin Kudüs’e girişi Batı basınında böyle yeralmış, Allenby’nin şehri meleklerin himayesinde aldığı resmedilmişti
Osmanlı Arşivleri’nde DH.ŞFR./573-68 numarada muhafaza edilen şifreli telgraf, Kudüs’teki son mutasarrıfımız İzzet Bey’in Dahiliye Nezareti, yani İçişleri Bakanlığı ile yaptığı son yazışma...İzzet Bey şehre top mermilerinin düşmeye başladığını söyleyip mübarek mekânların tahribini önlemek maksadıyla askeri çekip Kudüs’ü boşaltmak zorunda kaldıklarını ve teslim konusunda İngilizler ile temas ettiklerini haber veriyor.
Bugün İngiliz Arşivleri’nde bulunan diğer belge ise, İzzet Bey’in Kudüs’ün el-Hüseynî ailesine mensup Belediye Reisi Vekili Hüseyin Bey ile İngiliz Kumandanlığı’na yolladığı teslim mektubu.
İzzet Bey, General Allenby’nin karargâhına gönderdiği mektupta şöyle diyor:
“İngiliz Kumandanlığı’na,
Her milletçe mukaddes olan Kuds-i Şer’if’te iki günden beri bazı emâkine (mekânlara) obüsler düşmektedir. Hükümet-i Osmaniye’ce sırf emâkîn-i diniyyeyi (dinî mekânları) tahripten vikayeten (korumak için) asker kasabadan çekilmiş ve Kamame ve Mescid-i Aksa gibi emâkîn-i diniyyenin (dinî mekânların) muhafazasına memurlar ikame edilmiştir.
Tarafınızdan da bu yolda muamele edileceği ümidiyle işbu varakayı Belediye Reisi Vekili Hüseynîzade Hüseyin Bey ile gönderiyorum efendim.
Kudüs Müstakil Mutasarrıfı İzzet. 8-9/12/33 (1917)”.
Biz, Kudüs’ü işte bu telgrafın gönderilmesinden birkaç saat sonra kaybettik!
Kudüs’ün “bizim” olduğu günlerde, surlarda dalgalanan Türk bayrağı