Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, Türkiye'nin Musul operasyonuna havadan katılmak için hazırlık yapması konusunda anlaşmaların sağlandığını ileri sürdü. Sarıkaya, "Hava gücüne ilişkin planlamalar da bitmiş; merkez üssü Katar’da bulunan DEAŞ’a karşı koalisyon Ankara’dan 2’si gündüz, 2’si öğleden sonra harekâta katılmak üzere 4 uçağı hazırda tutmasını istemiş" diye yazdı.
Sarıkaya, geçen günlerde TSK'nın Halep'in kuzeyinde bulunan YPG'yi vurmasıyla ilgili ABD'nin sorumlu olduğunu ileri sürdü. İddiaya göre ABD'te bağlı jetler YPG'nin önünde bulunan IŞİD unsurlarını vurarak kürt güçlerinin El Bab'a doğru yürümesini hızlandırmak istedi. Bunun üzerine TSK destekli Dabık ile Halep arasında bulunan YPG güçlerini vurarak bu ilerleyişi engelledi. Sarıkaya'nın aktardığını göre, Ankara IŞİD karşıtı koalisyon ortağı ABD’yi, "Jetlerinizle sadece o bölgedeki DEAŞ’ı vurarak alan yumuşatıp PYD’nin önünü süpürüyorsunuz, cesaretlendiriyorsunuz; aynı şeyi OSÖ için yapmıyorsunuz" diye uyardı.
TSK, YPG'nin vurulma anını yayınladı:
Muharrem Sarıkaya'nın Habertürk gazetesinin bugünkü (23 Ekim 2016) nüshasında yayımlanan 'Musul için 4 jet hazırda bekliyor!' başlıklı haberi şöyle:
Bir asra yakın zamandır Türkiye, komşusunun toprağına sadece kendisine yönelik terör gerekçesiyle girdi.
Uzun vadeli kalmamaya özen gösterdi; o ülkedeki demografik yapıya dönük bir çaba içinde de olmadı.
Son örneği IKBY’de görüldüğü gibi geçmişte tehdit olarak gördüğüyle de bir süre sonra bir noktada uzlaşmayı başardı.
Hatta ona hamilik yapma seviyesine getirecek düzeyde de ilişkisini geliştirdi.
Belki de bundandır, kendi başkentlerinden gelen kötülük veya olumsuzluk karşısında da orada yaşayan halka ilk kucak açan, onu kollayıp bakan da önemli durak oldu.
Güvenlikle ilgili önemli bir ismin dün kayda geçirdiği gibi, “ABD gibi seçimi, Fransa gibi Paris’te patlayan bombaların hıncını almak veya bir edinim kazanmak için” Musul operasyonunda olmayı istemedi.
Kendi güvenliğini birinci sıraya koymakla kaldı, ötesine geçmedi.
Bu konsept bugün de geçerli, ama 2004’ten farklı olarak...
Çünkü 2004’te o bölgedeki sorun o ülkenin içişleriyle ilgiliydi, bugün uluslararası mesele haline geldi.
O gün orada sadece koalisyon güçleri ve Irak halkı vardı, bugün herkes var.
Dolayısıyla Türkiye, binlerce kilometre öteden gelip sınırındaki yapıyı veya komşusunun nasıl olacağını belirlemek isteyenlerden çok daha fazla hakka sahip... Buna ister “Yeni konsept”, ister “Paradigma değişimi” densin Ankara’nın bakışı böyle.
Musul ve El Bab operasyonları da bu yeni konsept üzerine kurulu.
Güvenlik birimlerinin aktarımına dayanarak son yaşananları sıralarsam...
Öncelikle dün iddia edildiği gibi Hatay bölgesinde PYD’nin etkinliğindeki Afrin bölgesine tankların girmesi söz konusu değil; ama bu gerektiğinde girmeyecek anlamına gelmiyor.
Uzun menzilli toplarını da sınırın altına indirmiş bulunuyor.
Ayrıca YPG veya Suriye Demokratik Güçleri, El Rifat bölgesinin batısına çekilmezse Türkiye’nin hedefi olmaya devam edecek.
PYD bileşenlerinin bir anda doğuya hareketlenmesine ilişkin Ankara’daki güvenlik birimlerinin tespiti de ilginç.
Türkiye desteğindeki ÖSO Dabık’ı alıp güneydeki El Bab’a doğru ilerlemeye başlayınca, ABD’ye bağlı jetler PYD’nin önünü süpürerek hız kazanmasını sağlayacak şekilde DEAŞ hedeflerini vurmaya başlamış.
Bu Türkiye’nin El Bab yönünde önüne engel çıkarmanın yanında, bugüne kadar karşı çıktığı Afrin ile Kobani kantonunun birleşmesini de kolaylaştıran hareket, Ankara’nın tepkisini çekmiş.
Ankara bunun üzerine DEAŞ’a karşı koalisyon ortağı ABD’yi, "Jetlerinizle sadece o bölgedeki DEAŞ’ı vurarak alan yumuşatıp PYD’nin önünü süpürüyorsunuz, cesaretlendiriyorsunuz; aynı şeyi OSÖ için yapmıyorsunuz" diye uyarmış.
Ardından da 200 YPG’linin öldüğü operasyonu gerçekleştirmiş. Washington’dan ise Ankara’ya, "Ortak karar almadığımız davranışları ve operasyonları tek başınıza yapmayın" talebini iletmiş.
Ankara, her şartta “Bizim güvenliğimiz için gerekli” dediği El Bab’a kadar gitmekte kararlı.
Eğer ABD’nin verdiği söz doğrultusunda PYD’den arınmazsa Menbiç’e harekâttan da çekinmeyecek.
Musul operasyonuna gelirsek...
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da dün açıkladığı gibi kara gücünü Irak’a sokmayı şu aşamada düşünmüyor.
Buna karşın, ihtimalleri gözeterek askeri risk planlamasını da yapıyor.
Hava gücüne ilişkin planlamalar da bitmiş; merkez üssü Katar’da bulunan DEAŞ’a karşı koalisyon Ankara’dan 2’si gündüz, 2’si öğleden sonra harekâta katılmak üzere 4 uçağı hazırda tutmasını istemiş.
Uçaklar bu kapsamda görev emrini bekler vaziyete geçirilmiş. Ancak şu ana kadar Türk jetleri herhangi bir operasyonda görev üstlenmemiş.
Ankara, Türk yetkililerin de görev aldığı Katar’daki merkezden görev emrinin geleceğini söylemekle yetiniyor.
“Rus uçağının düşmesi sonrası ara verdiğimiz koalisyon içindeki görevimize, Moskova ile ilişkilerin düzelmesi sonrası yeniden başladık” denilmekle yetiniliyor.
Bağdat’tan gelen tepkilere ise “Muhatabımız koalisyon merkezidir, Bağdat hükümetinin sözleri değil” yanıtı veriliyor.
Bu arada Ankara, Musul operasyonunun Irak’ın kuzeyinde istenmeyen sonuçlara yol açması halinde kara gücüyle girmekten kaçınmayacağını da muhataplarına iletmiş...
Musul ve Rakka’yla ilgili paylaşılan önemli bir istihbarat bilgisi ise DEAŞ’ın bu bölgelerde direnmek yerine AB ülkelerinde seri bomba eylemlerine girişmesi...
AB, üye ülkeleri “DEAŞ’lı olduğundan en küçük şüphe duydukları kişileri sınırlarından sokmamaları” için uyarmış.
Son olarak şunu söyleyeyim; benzer istihbarat Ankara’nın elinde de varmış...