Borç, özellikle dış borç ve sıcak para üzerine yazdığımı biliyorsunuz. Bunu yaparken tek amacım var: Okuyucularımı borç konusunda bilgilendirmek ve soru sormalarını sağlayabilmek. Kim olursa olsun fark etmez. Sadece “bu borçla, “el atıyla” nereye kadar gideceğiz?” diye sorsunlar. Umarım soranlar çoğalmıştır.
Ama benim cevap veremediğim bazı sorular var.
Piyasalardaki çalkantının sonunda kurlar yine tarihi zirvelere oturdu. TCMB faizleri yükseltti ama kurlar durmadı. Bazıları “Olsun ne olur?” diyor.
Gelin olabileceklerin bazılarına bakalım.
Hazine ve TCMB web sitelerinden dış borç verilerini güncellemeye çalıştım. Ama kesin veriler değil. Kamunun yaklaşık 95 milyar dolar dış borcu var. Bankalarınki ise 200 milyar dolar civarında.
Buna karşılık reel sektörün dövizli borçlarını dış borç diye vermek zor. Çünkü resmi verilerde kayıtlar, borcun verildiği yere göre tutuluyor. Yani Türkiye’de dövizle borç verince dış borç sayılmıyor.Ona dövizli yükümlülük deniyor. Verilere böyle bakınca, şubat sonu itibariyle şirketlerin yurtiçindeki bankalardan aldıkları dövizli krediler 187 milyar dolar, yurtdışından aldıkları ise 108 milyar dolar kadar. Toplamı 295 milyar dolar ediyor.
Buraya kadar sorun yok. Soru bundan sonrasında.
Şimdi gelin basit bir hesap yapalım. Geçen yılsonunda 1 $ = 3,8 TL idi. Şimdi 4,7 lira oldu. Aradaki fark 90 kuruş. Bunun en az etkisi kamuya olacak. Eğer dolar kuru düşmez burada kalırsa borcu sadece 18 milyar dolar kadar arttı. Borç geri ödeme zamanı gelince Hazine, gelirlerinden bu kadarını dış borç ödemesi için kullanmak zorunda kalacak, bütçeye ek yük olacak.
Bankaların işi şirketler kredileri geri ödedikleri sürece rahat.
Ancak şirketler için aynı şeyi söylemek çok kolay değil. Kurlar bu seviyede kalırsa şirketlere gelen ek yükün yaklaşık 55 milyar dolar olduğunu söyleyebiliriz.
Burada küçük bir hatırlatma yapmama izin verin. Evet şimdiki şartlar 2001’e hiç benzemiyor. En azından sabit değil dalgalı kur sistemi var. Finansal kesim daha güçlü, bütçe açığı o günlere oranla biraz daha derli toplu. O günlerde döviz hareketinden etkilenen sorunlu bankalar için 47 milyar dolar harcama yapılmıştı. Bunun 22 milyar doları, çoğunluğu göreve zararları olmak üzere, kamu bankalarının ihtiyaçları içindi. O günler geçti. Biz yine günümüze dönelim.
Şimdi kamunun ek yükünü kimin karşılayacağı belli: Vergi verenler. Peki şirketlerin yükü nasıl ve hangi şartlarda dağıtılacak? Seçeneklere bakalım:
1) Tüketici üstlenecek (Üretilen malın talep sorunu yoksa, artan maliyet olduğu gibi tüketiciye yansıtılacak. Sonuç: Enflasyon artacak)
2) Çalışanlar üstlenecek (Malın talep sorunu varsa, üretim azaltılacak. Sonuç: Yavaşlayan büyüme ve işsizlik)
3) Patronlar üstlenecek (Özkaynak ihtiyacı olacak. Hissedarlar şirketlere ek sermaye koyacaklar)
4) Devlet sütlenecek (Ödenecek vergiler ve SGK primleri ertelenecek. Sonuç: Bütçe açığı)
5) Alacaklı banka üstlenecek (Yukarıdakilerin hepsi denenmesine rağmen sıkıntı devam ederse, bankalara olan borçların yeniden yapılandırılması gündeme gelecek. Sonuç: Tahsili gecikmiş alacaklarda (TGA) artış)
Önceki yazımda da değinmiştim. Bu dağıtım nasıl yapılacak? Kim ne kadar yük üstlenecek? Farklı düzeylerde olsa da enflasyon mu, bütçe açığı mı, işsizlik mi yoksa TGA mı artacak? Çok zorda olan şirketlerin piyasadan çekilmesine kamu karışacak mı?
Bunlar zor sorular. Ama yalnız bunlar değil. Dertler sadece kurdan gelmiyor. Bir de TCMB’nin faiz yükletmesinden sonra TL borçlu şirketlerin ve hanelerin, trilyon lirayı geçen TL borçlarının durumu var. Seçimlerden sonra faizler aşağı gelmezse onların ek yük hesaplarını size bırakıyorum.
Kısacası aşırı borçlu ekonomi kur ve faiz arasında sıkıştı kaldı. Gordion düğümünü kim nasıl çözecek bakalım.