Kur krizi, bankacılık krizine döner mi?

Kur krizi, bankacılık krizine döner mi?

Aram Ekin Duran 

Türkiye ekonomisi, Türk Lirası’ndaki aşırı değer kaybı nedeniyle zor günler geçiriyor. Dolar kurunun 7 TL'ye yaklaşmasıyla birlikte, 250 milyar dolara ulaşan özel sektör borçlarının nasıl ödeneceğine ilişkin kaygılar ‘alarm’ seviyesine çıktı.

Özellikle yabancı finans kuruluşlarından alınan yaklaşık 140 milyar dolarlık borcun geri ödemesinde yaşanabilecek sıkıntılar nedeniyle, Türkiye’deki kur krizinin bir bankacılık krizine dönüşmesi endişesi büyüyor. DW Türkçe’ye konuşan uzmanlara göre, bir an önce kur seviyesini aşağı indirecek adımlar atılmadığı takdirde, kriz yerli ve yabancı bankalara da sıçrayabilir.

Türkiye’de son yıllarda ekonomi politikalarına duyulan güvensizlikle birlikte ABD ile yaşanan papaz Andrew Brunson krizinin tetiklediği kur krizi sonucunda, 10 Ağustos Cuma günü dolar kuru 6,87 seviyesine kadar çıktı. Asya'da piyasaların açılmasıyla birlikte 7,24'ü gördü. Dolar kuru Pazartesi sabahı itibarıyla ise 7'nin altına düşerek 6,74 seviyesine indi.

Böylelikle Brunson'ın ev hapsine alındığı 25 Temmuz tarihinden bugüne Türk Lirası Dolar karşısında yüzde 40'ın üzerinde değer kaybederken, 13 Ağustos Pazartesi sabahı itibarıyla son 1 yılda TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı yüzde 100'e yaklaştı. Bu durum, Türk şirketlerinin yaklaşık 250 milyar dolarlık borcunu da katbekat artırmış oldu.

Avrupalı bankalar da tehdit altında

Türkiye'de yüksek faiz ve enflasyon nedeniyle yılın geri kalanında iç talepte kayda değer bir gerileme beklenirken, Mayıs 2019’a kadar toplamda 50 milyar dolarlık borç ödemesi bulunan şirketlerin bu ödemeyi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği merak konusu.

Türk şirketlerin borç ödemelerinde yaşanacak sorunların bankacılık sistemine sıçraması hâlinde ise Türkiye’de 2001 krizinden sonra bir kez daha ‘bankacılık krizi’ yaşanabileceği endişesi artıyor.

Bu noktada yerli bankalar ile birlikte yabancı finans kuruluşlarının alacakları da büyük önem taşıyor. Uluslararası Borçlar Bankası'na (BIS) göre, Türk şirketlerin İspanya'daki bankalara 83.3 milyar dolar, Fransız bankalarına 38.4 milyar dolar ve İtalyan borç verenlere de 17 milyar dolar borcu bulunuyor. Bu nedenle Türkiye'de yaşanabilecek iflas olaylarının Avrupa bankacılık sistemine de zarar verebileceği belirtiliyor.

Geçen hafta ABD merkezli yatırım bankası Goldman Sachs’tan yapılan açıklamada, Türkiye’deki kur krizinin bankacılık sektörünü tehdit ettiğine işaret edildi Goldman Sachs analistleri tarafından yapılan açıklamada, "Türk lirasının artan değer kaybı, özellikle düşük sermaye seviyesi olan bankalar için sermaye endişelerini arttırabilir" denildi.

Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman da New York Times gazetesinde yayımlanan makalesinde Türkiye'de TL'nin tarihin en düşük düzeylerine gerilemesiyle birlikte yaşananların 1998 Asya Krizi'nin tekrarına benzediğini yazdı.

“Kaçınılmaz bir sonuca gidiyoruz”

DW Türkçe’ye konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı, “Şu an için bir bankacılık krizinden söz edemeyiz. Ama uzun vadeli borçlarda yaşanacak sorunlar, mutlaka bankacılık sektörünü sıkıntıya sokacak” diyor.

Türkiye ekonomisinde meydana gelecek yavaşlamanın ve iç talebin azalmasının etkisiyle binlerce şirketin borcunu ödeyemez hâle geleceğini kaydeden Prof. Günçavdı, “Şu anda basına yansımıyor ama reel sektörde de bankacılık sektöründe de işten çıkarmalar yaşanıyor. Bu, durgunluk ve işsizliğin bir arada ortaya çıkmasına neden olacak” diye konuşuyor.

Şu anda bankalar açısından en büyük endişenin bu borçlu şirketlerin durumu olduğunu ifade eden Günçavdı’ya göre, Türkiye "kaçınılmaz bir sonuca” doğru gidiyor.

Bugün yaşananların 2001 krizinden farklı özellikler taşıdığını dile getiren Günçavdı, “2001’de kriz Hazine ve bankacılık sektörü kaynaklıydı. Bugün ise sorun şirketlerin borçlarından çıkıyor. Yani aslında ülke ekonomisi ve hane halkı açısından çok daha kapsamlı ve büyük bir kriz yaşanabilir” değerlendirmesinde bulunuyor.

Ekonomideki bozulmanın Eylül ayı verileriyle birlikte ortaya çıkmaya başlayacağını belirten Günçavdı, şöyle konuşuyor: "Türkiye’de yaşananlar Malezya’da yaşananlara benziyor. Ancak orada Türkiye’deki gibi güçlü bir bankacılık sistemi yoktu. Her zaman Türk bankacılık sisteminin çok şeffaf olduğu söylenir. O zaman Halk Bankası, Rıza Sarraf’ın altınlarını nasıl muhasebeleştirdi? Dolayısıyla Türk bankacılılık sisteminin şeffaflığıyla ilgili de endişelerimiz var.”

Yeni bir ‘İstanbul Yaklaşımı’ mümkün mü?

Son dönemde özel sektör borçlarının yarattığı tehlikelere karşı yeni bir ‘İstanbul Yaklaşımı’nın hayata geçirilip geçirilmeyeceği de önemli bir tartışma konusu hâline gelmiş durumda. İstanbul Yaklaşımı, 2001 krizi sonrasında kaynak kaybına uğrayan ve ağır borç yükü altına giren üretici sektörlere, bankalar aracılığıyla kaynak aktarma sürecini ifade eden bir tanım.

O dönemde ‘İstanbul Yaklaşımı’ ile IMF’den elde edilen kaynağın 3 milyar dolarlık kısmı bankalara aktarılmış ve bu kaynağın yüzde 60’ı şirketlere kredi olarak kullandırılmıştı. Geçen hafta bir televizyon kanalına konuşan Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Başkanı Hüseyin Aydın, İstanbul Yaklaşımı’nı hatırlatarak, “Ülke bilançosuna katkı sağlayacak bir düzenlemeye kimse itiraz etmez" ifadelerini kullandı. Şu anda Türk bankacılık sisteminin aktiflerini iyi yönettiğini belirten Aydın, yıl sonunda kredi büyümesinin yüzde 15-16 olabileceğini kaydetti.

Takibe düşen kredilerde artış

TBB verilerine göre, Tük bankacılık sisteminin bilanço büyüklüğü 3,7 trilyon liraya ulaşmış durumda. Bu bilançonun yüzde 64’ü bireylere ve firmalara verilen kredilerden oluşuyor. Sorunlu kredilerin oranı ise yüzde 3 gibi makul bir seviyede bulunuyor. Ancak son dönemde takibe düşen kredilerde artış gözleniyor.

Bankalar ikinci çeyrek bilançolarını açıklamaya devam ederken, Garanti Bankası 2018 için NPL (takibe dönüşen kredi) beklentisini yüzde 4-4.5 aralığına yükseltmiş, yasal mevzuat ve uluslararası uygulamalar doğrultusunda, vergi karşılıkları, beklenen zarar karşılıkları ve diğer karşılıklar dâhil toplam 4.3 milyar TL karşılık ayrıldığını açıklamıştı. Yapı Kredi de döviz kurundaki artış ve faaliyet ortamında yaşanan kötüleşmenin de etkisiyle bankanın toplam karşılıklarının bir önceki yılın aynı döneme göre yüzde 41 arttığını açıklamıştı. Akbank'ın da ikinci çeyrekte artan karşılıkların baskıladığı net kârı sınırlı artışla 1.6 milyar TL olmuş, NPL'si yüzde 2.7'ye yükselmişti.

"Ekonominin durmasına üç ay var”

DW Türkçe’ye konuşan ekonomist Atilla Yeşilada'ya göre, Türk bankacılık sektörü açısından bugün itibarıyla finansal bir sorun bulunmasa da, piyasalardaki güven krizinin devam etmesi hâlinde bankalar birkaç ay içinde zor duruma düşecek.

Bundan sonraki dönemde Merkez Bankası’nın faiz arttırması ya da kamu bütçesinde kesintilerin durumu düzeltmeye yetmeyeceğini dile getiren Yeşilada, “ABD’nin ekonomik yaptırımlarına devam etmesi hâlinde piyasada çok ciddi panik başlar. Türkiye'yi finansal sistemden çıkarırlar. Ticari kredi alamazsınız, şirketler batar. Merkez Bankası’nın elinde rezerv kalmaz ve iflas ederiz. Bu işin şakası yok” diye konuşuyor.

Türk bankalarının her ay vadesi gelen 10-12 milyar dolar tutarında borç ödemesi yaptığını belirten Yeşilada, şöyle konuşuyor: “Gün gelir de bankalar bu miktarda yeniden borçlanamazsa döviz kuru daha da yükselir ve sonunda Türkiye ekonomisi durur. Ondan sonra ya Arjantin gibi IMF’ye başvurursunuz ya da Özal’dan önce olduğu gibi döviz tutmayı yasaklarsınız. Bu noktaya gelmemize üç ay var.”