Küresel bir sorun: Sosyal adaletsizlik

Küresel bir sorun: Sosyal adaletsizlik

Sosyal adaletle ilgili önce bir iyi bir de kötü haber var. İyi haber: Eşitlik bakımından Kuzey ve Güney Yarımküre arasındaki uçurumda daralma eğilimi görülüyor. Bunun nedeni, özellikle gelişmekte olan ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılalarında kaydedilen artış. Kötü habere gelince: Zengin ve fakir ülkeler arasındaki sosyal adalet makası giderek açılıyor. Çünkü yoksul ülkelerde soyal adaletsizliklerle mücadeleye yeterince ekonomik kaynak ayrılamıyor. Oysa bunu çok da zor olmayan bazı adımlarla önlemek mümkün.

Vergi adaleti

Gelir mikarı arttıkça, vergilendirmenin de daha yüksek bir dilimden yapılması, sosyal adaleti sağlamanın en etkili yollarından biri. Bu sistemde az kazanandan az, çok kazanandan ise çok vergi alınıyor. Ancak pek çok ülkede gelir vergisi, varlık vergisine oranla daha yüksek. Bu durumda menkul ve gayrimenkullerden elde edilen rant gelirlerinden daha düşük vergi alınıyor. İşçiler ise vergi yükü altında eziliyor. Yani "çok kazanandan az, az kazanandan çok vergi” prensibi işliyor. Örneğin ABD Başkanı Trump'ın vergi reforma da bu prensibe dayanıyor. Hal böyle olunca da zengin ile fakir arasındaki uçurum artıyor. Ayrıca vergi kaçakçılığı nedeniyle pek çok ülke önemli ölçüde gelirden mahrum kalıyor. AB Komisyonu'nun tahminlerine göre, gerek vergi kaçırma gerekse dev şirketlerin bilanço manipülasyonu nedeniyle AB çapında yılda 50 ile 70 milyar euroluk bir vergi geliri kaybı söz konusu.

Oysa vergi adaleti prensibine dönülse hem dar gelirliler vergi yükü altında ezilmez hem de çok kazanandan çok vergi alınarak, eğitim ve sağlık gibi alanlardaki yatırımlara yeni kaynak sağlanabilir.

"Kirleten öder" prensibi

Günümüzde işletmeler küresel çapta faaliyet gösteriyor. Hammadeler, üretim maliyetleri nerede ucuzsa orada çıkarılıp işleniyor. Ucuza maledilen ürünler, yüksek satın alma gücüne sahip büyük müşterilere pahalı fiyata satılmak suretiyle büyük kârlar elde ediliyor. Bu kazançların vergilendirilmesi ise en düşük vergi dilimlerinin geçerli olduğu ve bu nedenle de "vergi cenneti” olarak nitelendirilen ülkelerde yapılıyor. Panama ya da Paradise Paper gibi zaman zaman patlak veren skandallar ise buzdağının sadece görünen kısmını teşkil ediyor.

Bu küresel üretim zincirinin bedelini ise söz konusu düşük maliyetli üretimin yapıldığı yerdeki insanlar ve doğa ödüyor. Örneğin küresel şirketler, bir ülkenin kara sularındaki hemen hemen tüm balıkları avladığında ya da büyük miktarlarda toprak satın alıp tarımsal üretim yaptığında, yerel balıkçı ve çiftçilerin ayakta kalma şansı da yokediliyor.

Vergi kaçakçılığı ve kara para aklamayı önlemek için üretimin yapıldığı ülkede vergilendirme yapılırsa, yoksul ülkeler kamu yatırımları için gerekli kaynağı da sağlanmış olur. Ayrıca "kirleten öder” prensibi uygulanırsa, şirketler çevre ve iklim dostu üretime daha fazla önem verir.

Âdil ücret, âdil dağılım

Büyük şirketler köşeye sıkıştıklarında "üretim tesislerimi, iş gücünün daha ucuz olduğu başka bir ülkeye taşırım” kozunu oynamayı seviyor. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde bu tehdit genelde işe yarıyor ve gerek işçi gerekse hükümet temsilcileri, daha düşük ücretler ödenmesini kabul etmek zorunda kalıyor. Ancak düşük ücret, aynı zamanda devletin gelir vergisinin azalması anlamına geliyor. Bu da başta eğitim ve sağlık olmak üzere temel hizmet kalemlerine yeteri kadar kaynak ayrılamamasına neden oluyor. Böylece sosyal adaletsizlik sarmalı büyümeye devam ediyor.

İşverenler açısından da düşük ücret politikası uzun vadede bazı risk ve zararlar barındırıyor.. Zira bu tür işletmelerde genelde protesto ve grev gibi işçi eylemleri sık görülüyor. Bu hem verimliliği düşürüyor hem de firma ya da marka imajı ciddi oranda gölgeleniyor. Hatta bundan istifade etmek isteyen ve aynı ürünleri piyasaya süren yeni rakipler de ortaya çıkabiliyor.

Herkes için eğitim

Dünyanın her yerinde, toplumun üst tabakasında yer almanın en önemli yolu eğitimden geçer. Birleşmiş Milletler'in 2030 Ajandası ile tüm ülkeler "Herkes için eğitim” imkanını sağlamayı taahüt etti. Özellikle kalkımakta olan ülkelerin "Ekonomi 4.0” olarak adlandırılan dijital ekonomi çağını yakalaması ancak eğimle mümkün.

Eğitim seviyesinin yükselmesi, aynı zamanda demokrasi bilincini de güçlendiriyor. Aynı zamanda iyi eğitimli insanların işsiz kalma riski çok düşük olduğu için sosyal adalet de büyük ölçüde tesis ediliyor. Bu da çatışma ve şiddet olaylarının bariz şekilde azalmasına neden oluyor.

Kadın-erkek eşitliği

İster zengin ülkelerde olsun ister yoksul: Kadınlar, aynı işi yapan erkeklere göre genelde daha düşük bir gelir elde ediyor. Bu alandaki ilerleme mevcut hız ve anlayışta devam ederse, ücretlerde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ancak 217 yıl sonra mümkün olacak. Ayrıca siyaset ve ekonomideki elit tabaka içinde kadınların sayısı ve rolü de pek fazla değil. Kadınların çocuk ve hasta bakımı ile ev işleri gibi "bedavaya” üstlendikleri ek görevlerin parasal değeri dünya genelinde ortalama 10 milyarı doları buluyor.

Peki, dünya nüfusunun yarısını dezavantajlı konumda bırakmak gibi bir lüksümüz var mı? Nesillerin iyi eğitim alıp iyi beslenmesi ancak kadınlar sayesinde mümkün oluyor. Çünkü araştırmalar, kadınların çocuklarda en çok bu iki konuya öncelik verdiğini gösteriyor. Eğer kadınlar toplumsal gelişim sürecine yeterince dahil edilmezse, gerek ekonomik gerekse politik açıdan sosyal adaletsizliklerin giderilmesi mümkün görünmüyor.

Helle Jepessen

© Deutsche Welle Türkçe