Hülya Karabağlı/ Ankara
CHP’den sonra BDP’de Uludere Alt Komisyonu’na 14 sayfalık muhalefet şerhini açıkladı. BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, ‘kasıt yok’ diyen alt komisyon raporuna, “Hava harekatında “imha kastı” olmasa, bu görüntüleri harekat merkezlerinde izleyenlerin hiç değilse ilk vuruş sonrasında durup yeniden bir değerlendirme yapmaları gerekmez miydi” dedi. Kürkçü, “Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar bu kafileyi yok etme kastıyla hedeflemişler; bir saate yakın bir süre içinde kafileyi dört kez vurmuşlar ve 34 suçsuz insanı yok etmişlerdir” dedi. Kürkçü, alt komisyon raporunun reddedilmesini, katliamdan ötürü halktan özür dilenmesini, Meclis’te Hakikatlar Komisyonu kurulmasının gerekliliğine dikkat çekti. Kürkçü’nün, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na verdiği muhalefet şerhi düştüğü raporu şöyle.
Roboski katliamını incelemekle görevlendirilen alt-komisyonun çoğunluk raporu, bir buçuk yılın ardından ulaşabileceği sonuçların en kötüsüne ulaştı.
Alt-komisyon çoğunluğu, inceleme görevinin tanımı gereği 28-29 Aralık 2011 gece yarısı gerçekleşen katliamı anlamak, açıklamak ve sorumluları ortaya çıkarmak için cevabını bulmaya zorunlu olduğu soruların hiçbirini yanıtlamayı başaramadı.
Üstelik, kurbanı oldukları katliamın sebebi kendileriymişçesine Roboski halkını suçlamaktan yüksünmedi. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı iki F-16 uçağından atılan bombalarla 34 suçsuz yurttaşın ortadan kaldırılmasında -34 kez müebbet hapsi gerektiren bir eylemde- bir suç görmeyen raporun, parmağını uzattığı tek “suçlu” tarihsel yurtlarını ortadan bölen sınırın iki yakası arasında mal getirip götüren Roboski köylüleri oldu.
Rapor, sonunda katliamı bir yana bırakıp kaçakçılıkla mücadeleye yönelik güvenlik tavsiyeleriyle dolu bir sonuç bölümüyle bitti. Ama ne yazık ki, katliam sorumlularını adıyla anmadı. Onlara yönelik hiçbir yaptırım da öngörmedi. Böylece raporun katliam sorumlularını ortaya çıkartmamak, katliamın üzerini örtmek için geciktirildiğine ilişkin kuşkuları doğrulamış oldu.
Bu sonuç kabul edilemez. Böyle bir sonuç, insanlıkla, hakikatle, adaletle, hukuk devletiyle, halkın egemenliği ilkesiyle, bağdaştırılamaz.
İnsansız hava aracı görüntülerinin kafilenin sivillerden mi yoksa bir PKK’lilerden mi oluştuğunu ayırt etmeye elvermediği doğru değildir. Uzmanlar 34 insanı tam 5 saat boyunca insansız hava aracıyla izledikten sonra Türk Silahlı Kuvvetleri hava saldırısıyla yok etmiştir. Bu süre zarfında gerçek zamanlı ve kayıttan gözlenen tek tek “objelerin’ yanı sıra bu ‘objelerin’ bir arada hareketi de kafilenin bir PKK kolu olup olmadığını anlamak için yeterince veri sunmaktadır. Başlıca işleri bu görüntüleri değerlendirmek ve bunlardan sonuç çıkartmak olan, bunun için eğitilmiş profesyonel askerlerin “gözlenen canlı grubunun insan ve hayvanlardan oluştuğu tespit edilmekle birlikte terörist sivil ayrımının kesin doğrulukla yapılamadığına ilişkin olarak alt komisyona ulaşan Genelkurmay belgelerinde yaptıkları değerlendirmeler inandırıcılıktan uzak olduğu gibi, katliamı mazur göstermek üzere ileri sürülen bu iddianın kendisi de başlı başına bir sorundur.
Olayın gerçekleştiği güzergâh ve 34 yurttaşın katledildiği alan askeri yasak bölgelerden biri değildir; kaldı ki, Irak toprağının Türkiye tarafından askeri yasak bölge olarak ilan edilmesi mümkün de değildir. Bölgede hareket halindeki her şeyin ateş altına alınacağına dair halka bir uyarı yapılmış olmadığı gibi, Roboski halkı uzun yıllardır, bir bölümünün Geçici Köy Korucusu olmalarının verdiği güvenle bu güzergahta korkusuzca –hayatlarına son verilmeyeceğinden emin olarak- mal getirip götürmekte ve askerle aralarında “yazılı olmayan bir anlaşma” olduğu inancıyla hareket etmektedir. Özetle bölge halkı açısından 28-29 Aralık günleri olağan günlerden biridir. Başlarına gelen felaketle ilgili olarak almaları gerekli ve mümkün herhangi bir önlemi almamış değillerdir; o güne kadar “kaçakçılık” gerekçesiyle devletin güvenlik güçlerinin saldırısına da maruz kalmamışlardır.
Ancak, gerek 23. Sınır Jandarma Tümen Komutanlığının tertip ederek gün boyunca sürdürdüğü “yıldız” uçar birlik harekâtı sırasında, gerekse Genelkurmay’ın koordinasyonunda yürütüldüğüne şüphe olmayan hava harekâtı öncesinde ve sırasında halkın esenliğinin gözetilmesine yönelik hiçbir önlem alınmadığı; kafilenin bir PKK kolu değilse ne olacağına dair prosedürleri gözeten bir akıl yürütme yapılmadığı; başından beri birçok düzeyde uzmanlar arasında var olduğu anlaşılan kuşkunun sanık veya/şüpheli lehine yorumlanması ilkesinin hiçe sayıldığı; kafilenin ne türden bir tehdit teşkil ettiğine dair hiçbir somut değerlendirme yapılmaksızın ve prosedürler gözetilmeksizin ateş altına alındığı; ateş altına alınmasından önce kafilenin uyarılması ve teslime zorlanmasını sağlayacak hiçbir girişimde bulunulmadığı açıktır.
Raporun alt komisyonda görüşülmesi sırasında 34 yurttaşımızın katledilmesinde “bir kasıt olmadığı”na ilişkin olarak eklenen hüküm Genelkurmay açıklamalarına bile aykırı olduğu gibi akıl ve mantıkla izah edilmesi de mümkün olmayan bir boş sözden ibarettir. Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar bu kafileyi yok etme kastıyla hedeflemişler; bir saate yakın bir süre içinde kafileyi dört kez vurmuşlar ve 34 suçsuz insanı yok etmişlerdir.
Üstelik daha önce değilse ilk saldırı sırasında ve sonrasında insansız hava aracı görüntülerinden, hedeftekilerin siviller olduğuna dair her türlü belirti ortaya çıkmasına karşın harekat son kişi yok edilinceye kadar sürdürülmüştür.
Kafiledekiler askeri eğitim almış kişiler olsalar F-16’ların yaklaşması sırasında havadan saldırıya uğramakta olduklarını sezmeleri, dağılarak hedef küçültmeleri gerekirdi. Oysa her dört vuruşta da çoğu çocuk ve genç olan hedefteki insanlar birbirlerine sokularak korunmaya çabalamaktadır. Hava harekatında “imha kastı” olmasa, bu görüntüleri harekat merkezlerinde izleyenlerin hiç değilse ilk vuruş sonrasında durup yeniden bir değerlendirme yapmaları gerekmez miydi?
Şırnak’ta komisyona verilen askeri brifing sırasında 23. Sınır Jandarma Tümen Komutanı İlhan Bölük’ün açıkça ifade ettiğine göre, ordunun o alandaki başlıca politik-askeri hedefi şahsen Fehman Hüseyin idi. Bölgedeki bütün “hareketlilik” onun etkisine bağlanıyordu, geçmişte silahlı kuvvetlerin uğradığı zayiat onun eseri olarak görülüyordu.
Rapor başından sonuna kadar kendisini Genelkurmay’ın alt komisyona sunduğu perspektife uydurma çabası içinde, kâh Roboskililerin başlarına geleni hak ettikleri imalarının etrafında dolaşıyor, kâh sorumluluğu “kaçakçılar”a ve kaçakçılık’a yüklüyor. Harekâtı hangi otorite düzenledi? İnsansız hava aracı görüntülerini kim yorumladı ve son değerlendirme nerede yapıldı? Harekâta ilişkin spesifik istihbarat nereden ve kimden geldi? Spesifik istihbarat yoksa “hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçakları ile ateş altına alınması gerektiği değerlendirmesini hangi otorite yaptı?Vur emrini kim verdi? Alt komisyon raporunda bu sorulara yanıt verilmedi.
Bu soruları yanıtlamayan bir rapor 34 Roboskili’nin öldürülmelerinde birinci dereceden rol oynayan kişi ve kurumları ortaya çıkartmış ve üzerine düşen rolü oynamış olamaz. Ama komisyon çoğunluğunun imzalarıyla Genelkurmay ve Başbakanlık’ın sorumsuzluğunu güvence altına almış olur.
Genelkurmay Başkanlığının “PKK sızması” tezini doğrulamak üzere tavşanının suyunun suyu değerinde de olsa bir “gizli tanık” bulunmuş oluyor.
Ancak “gizli tanık”ın suçladığı kişilerden biri geriye Güney’e döndüğü, iki kardeşi de hayatlarını kaybettiklerinden görünüşte hukuki pratik açısından kimse bir zarar görmüş olmuyor.
Ne var ki, Roboski de PKK’nin faaliyetleriyle bağlantılı bir köy olarak işaretlenmiş ve direnişinin cezasını dolaylı yoldan çekmeye mahkum edilmiş oluyor.
Böylece Roboski’yle dayanışma gösterenler de PKK ile dayanıştıklarına dair bir karineyle suçlanabilir hale geliyorlar.
Alt Komisyon her ne kadar hakikate ulaşmaktan kaçınmayı seçmiş olsa da İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu alt komisyon çoğunluğunun hatasını düzeltebilir. Bu raporu reddedebilir. Ancak İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Roboski’de insanlığa karşı bir suç işlenmiş olduğunu kabul ederek ve yukarıdan beri ortaya koyduğumuz gerekçelerle sorumluları yargıya havale ederek Roboski köylülerine ve kalpleri onlarla birlikte çarpan Türkiye ve dışındaki milyonlarca Kürde ve Türkiye’nin adalet peşinde koşan milyonlarca insanına şunu demiş olacaktır: ‘Pardon! Özür diliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi sizlerden özür diliyor… Devletin halka karşı işlediği suçun hesabı sorulmalıdır. Oğullarınız, bir güvenlik harekâtında askeri ve psikolojik başarı şehvetinin kurbanı oldular. Onların yargılanması ve cezalandırılması için her şeyi yapacağız.
“Roboskililer bu özrü kabul eder veya etmez, buna karar vermek onların hakkı. Ama TBMM ve onun İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, bir kere bu yola girmekle, devletin menfaatlerinin değil, Roboski halkının ve halkların haklarının koruyucusu olma rolünü üstlenme yolunda tarihi bir hamleyi gerçekleştirmiş olacaktır. Roboski’nin hesabının Meclis’te ve siyaseten sorulması, herkes emin olabilir ki, “müzakere” sürecinin sahici bir çözüme doğru ilerleyebileceğine dair memleketin en yüksek kürsüsünden verilmiş somut ve açık bir işaret olarak okunacaktır.”
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu doğru bir adım atarak kendisini Hakikat Komisyonu mertebesine yükseltebilir
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun alt komisyonlarından Terör ve şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesi komisyonu geçtiğimiz aylarda kabul edilen raporunda “Gerçeklerin Ortaya Çıkarılması İçin Komisyon Kurulması” başlığında altında başka ülkelerdeki çatışmalı süreçlerden çıkışta önemli bir toplumsal rol almış olan Hakikat ve Barış Komisyonlarının kurulması istemlerine yer vermişti.