T24 - Kürşat Bumin, Yeni Şafak gazetesi yazarı Hayrettin Karaman'ın T24'e yaptığı açıklamalar üzerine, "İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "tahammülün sınırını zorlayan" malum açıklamasına ilişkin değerlendirmesi bana fazlasıyla 'hoşgörülü' göründü!" dedi.
Hayreddin Karaman: Cemaatler arasında sözleşmeye ihtiyaç varYeni Şafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin'in "'Bakan'a hoşgörü diğerlerine 'tahammül' mü?" başlığıyla yayımlanan (4 Ocak 2012) yazısı şöyle:
'Bakan'a hoşgörü diğerlerine 'tahammül' mü?
Gazetemizin de yazarları arasında bulunan Prof. Hayrettin Karaman'ın çok uzak olmayan bir tarihte yayımladığı "Tahammül mü hoş görmek mi?" başlıklı yazısı -hatırlıyorsunuzdur muhakkak- epeyce tartışılmıştı. Bazı bölümlerini hak verdiğim bazı bölümlerini ise haksız bulduğum bu yazıdan o günlerde söz etmemiştim.
Karaman, T24'den Hazal Özvarış'a verdiği yeni röportajda bu konuya ilişkin fikirlerini bir kere daha açıklamış. Söz konusu röportajın bu konuyla sınırlı kalmadığını, "cemaatler arası" ve "cemaat-iktidar" ilişkileri gibi son günlerde özellikle öne çıkan konuları da kapsadığını hatırlatmak isterim. Ben bugün -tartışmaya geç katılan birisi olarak!- önümüzdeki metnin sadece bu "hoşgörü-tahammül" faslı ile ilgili bölümünü değerlendirmeye çalışacağım.
Söylediğim gibi, Hayrettin Karaman'ın geçen yılın ağustos ayında yayımladığı yazıda dile getirilen görüşlerin bir kısmına ben de katılmıştım. Mesela, Müslümanın "dış tavır olarak da dine, ahlaka ve âdâba aykırı davranışı" sergileyen insanlara bu davranışı cesaretlendirecek, meşrulaştıracak tavırlardan sakınmasını ve bu haller karşısında onlardan "en azından tebessümünü esirgemesi" gerektiğini tavsiye eden satırlar gibi. Çünkü gördüğünüz gibi tavsiye edilen tutum ("mecburen" de olsa!) "tebessümünü esirgemek" gibi dünyanın belki de en "hoşgörülü" tepkisine işaret ediyordu. Karaman'ın bu çerçevede bir Müslümanın farklı olanlarla arasındaki farkın "farkında olmak" mecburiyetinde olduğunu belirtmesinde de yadırgatıcı en ufak bir nokta yoktu. Tamam, "hoşgörü"nün "liberal" diyebileceğimiz tanımı-yorumunun sadece "kolektif inancı" değil "bireysel vicdan özgürlüğü"nü de kapsayan bir hoşgörü olduğunu hatırlayarak bu tavsiyenin "muhafazakar-ataerkil" nitelikte olduğu tabii ki ileri sürülebilirdi. Ancak, böyle bir "hoşgörü" tanımı da "vicdan-inanç özgürlüğü"nü birinci dereceden tanımak zorunda olduğundan, "farkın farkında olmak"la yetinen böyle bir tavsiyenin karşı çıkılabilecek hiçbir yanı yoktu. Dolayısıyla "kolektif inanç özgürlüğü" de tabii ki "hoşgörü"nün sınırları içindeydi.
Karaman'ın bu yazısında beni en çok yadırgatan cümleler şunlardı: "Şimdi bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikahsız yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişeninden çıplağına... kadar birçok insanla yan yana yaşıyoruz. Peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacak?"
Bu sözlerle tasvir edilen manzarayı en başta fazla abartılı bulmuştum. Gerçekten de yazarın sözünü ettiği bir "sokak", hele de bir "mahalle" ile mi karşı karşıyaydık? ("Bir apartman"a itirazım yok tabii ki. Ama bu durumda da çözüm kolay: Başka bir apartmana geçersiniz olur biter!) Sıralanan eylemlerin bir kısmı ile bir "sokak"ta karşılaşmak mümkündür diyelim; ama sıralanan eylemlerin sergilendiği bir "mahalle" ve giderek (metinde söylenmese de) bir "şehir"de mi yaşıyoruz? Ayrıca daha da önemli olarak, "sokak" ve "mahalle"de gözlendiği söylenen eylemler de "hoşgörü-tahammül" ekseni açısından bir bütünlük arzetmiyordu. Naralar atarak üzerinize gelen bir "şarhoş" ile bir "eşcinsel"in, "kumar" sektörünü sokağa-mahalleye taşıyan ve milletin huzurunu bozan ile "nikahsız birlikte yaşayan"ın, "Müslümanları sevmeyenler" ile "Müslümanlara düşman olanın", "çıplak gezenle" "sokakta sevişen"in aralarında nasıl bir benzerlik var ki, peşpeşe sıralanabilmişler... "Çıplak gezen"den kasıt başı açık ve uç örnek olarak mini etekle dolaşmayan değilse; "sokakta sevişen"den kasıt sokakta karşılaştıklarında birbirine sarılan kadın ve erkekler değilse... Yoksa doğrusu, Prof. Karaman gibi ben de -bırakın diğer şehirleri- İstanbul'da yaşamama rağmen bugüne kadar "sokakta sevişen" bir çift ile karşılaşmadım! Bir de eğer -tabii ki- "eşcinseller" ya da "nikahsız yaşayanlar" sokakta ve mahallede önüne gelenin yolunu "Cinsel tercihinizi siz de bizim gibi yapın! Siz de nikahsız yaşayın!" diyerek çevirmiyorlarsa!
Yani demek istediğim, bu "sokak" ve "mahalle" tasvirini fazlasıyla abartılı bulmuştum. İnanmazsanız etrafınıza bir bakın; manzara tam tersine epeyce mazbut nitelikte değil mi? Demek ki bu fazlasıyla abartılmış tasvirler yanlış olduğu gibi, bu tasvirlerin benimsenmesi durumunda ortaya "tahammül sınırlarını" aşan nitelikte bir manzara da çıkabilir. Sakınmak gerekir bu abartılı tasvirlerden. Özellikle bu tasvirler Karaman gibi sözlerine çok itibar edilen bir kimse tarafından yapılıyorsa. Kimileri etraflarında tasvir edilen sokak ve mahalleleri göremeseler bile, bu güçlü etkinin sonucu olarak algılarından şüpheye düşüp okuduklarının gerçek olduğuna inanmak gibi tehlike yaratıcı bir yanılgıya düşmezler mi? Oysa Türkiye , İstanbul örneğinde bile "farkın farkında olarak", bu farkları sorun haline dönüştürmeyerek beraberce yaşamayı epeyce öğrenmiş ve daha da öğreneceği belli olan bir ülke değil mi? (Sıkça tekrarlanan bir örneği de ben de tekrarlayayım: İstanbul'un İstiklal Caddesi gibi her gün onbinlerce "farklı" insanın "hoşgörü-tahammül" (artık hangisini tercin ederseniz!) çerçevesinde birarada olduğu bir şehir mekanının diğer metropollerde bir benzerini bulmak kolay mı?)
Hayrettin Karaman'ın T24'de yayımlanan röportajında bu "hoşgörü-tahammül" meselesine ilişkin yaptığı açıklamaları ilk yazısında dile getirdiği görüşlerine kıyasla epeyce farklı buldum. Karaman, röportaj tekniğinin de etkisiyle olacak konuya ilişkin düşüncelerini daha etraflıca anlatabilmek fırsatını bulmuş. "Hoşgörü"den vazgeçilip "tahammül" sözcüğünün benimsenmesi gerektiği yönündeki ısrarı burada da karşımıza çıkıyor. Ama içi çok daha doldurulmuş bir tarzda. Ayrıca çok önemli olarak, "tahammül"den söz ederken ister istemez akla gelen "tahammülün de bir sınırı vardır!" deyişinin işaret ettiği "şiddet kullanımı" meselesi hakkında da çok daha geniş açıklamalarda bulunmuş.
Bu önemli görüşlerin hakkını yememek için "röportaj"ı bir sonraki yazıda gözden geçirelim Ancak bugün için –madem ki yazının başlığında yer alıyor- "Bakan'a hoşgörü" ifadesinin başlıkta ne işinin olduğunu kısaca belirteyim: Hayrettin Karaman'ın Hazan Özvarış'ın bir sorusuna cevaben İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "tahammülün sınırını zorlayan" malum açıklamasına ilişkin değerlendirmesi bana fazlasıyla "hoşgörülü" göründü!