'Yeni Şafak'ın sahibi Albayrak askere direndi, ama hamasete direnemedi'

'Yeni Şafak'ın sahibi Albayrak askere direndi, ama hamasete direnemedi'

Hazal Özvarış

[email protected] 

Yaklaşık üç ay önce, 3 Temmuz 2013 akşamı Mısır darbeye sahne olurken T24'ün manşetlerinde bir haber belirdi. Yeni Şafak'ta yazan Kürşat Bumin, gazeteden insan kaynaklarının telefonuyla "ihraç edilmişti."

28 Şubat iktidarının hiç hazzetmediği Yeni Şafak, üstelik o süreç devam ederken Kürşat Bumin'i kadrosuna katarak gerçeğe doğru sağlam bir yol inşa etmişti. İslamcı/mufazakar çizginin muhalefetteyken peşine düştüğü "hürriyet" iddiasını süslemek için vitrinden geçirilmek üzere davet edilmiş görünmüyordu Bumin gazeteye. Zira yeri geldiğinde Yeni Şafak'ı da eleştirerek 16,5 yıl yazdı Yeni Şafak'ta. Ve epeydir iktidarda olan muhafazakar çizgi, sonunda Bumin'in üzerine de çekildi. Yeni Şafak, gerçekle en kuvvetli bağlarından birini, Bumin'le yollarını ayırarak kopardı.

28 Şubat döneminde Yeni Şafak'ta yazmaya başlayan Bumin, Hürriyet'ten Zaman'a eleştirilerini hiçbir mahalleden esirgemedi. Bumin, gerek Yeni Şafak'ta Alper Görmüş ile hazırladıkları "Kronik Medya" sayfasında, gerek Umur Talu, Ümit Kıvanç, Nabi Avcı ve Nuray Mert gibi ismlerin de katkı sunduğu medyakronik.net sitesindeki "Köşe Kapmaca" köşesinde medyanın hallerini arşive kaydetti. 

Bumin, köşe yazarlığının yanı sıra, Ege Üniversitesi'nin ardından Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim üyeliği yaptı ve "Sivil Toplum ve Devlet", "Batı'da Devlet ve Çocuk", "Demokrasi Arayışında Kent", "Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Politikaya Övgü" ve "Medyakronik" adlı beş kitap yayımladı.  

Sol-liberal çizgisi bilinen Bumin, evet, özellikle son yıllarda Yeni Şafak'ın gerçeklerle en önemli bağlarından biriydi. Sürekli aynı kanaati tekrar etmek gibi Türkiye'de yaygın olan köşe yazarlığı pratiğine itibar etmeyen Bumin, tartışılan gündemde gerçeği bulmaya "çalışan" yazılarla çıkıyordu okurun karşısına. Gazete köşelerinde yaygın alışkanlıklardan doğru bakarsanız, "muhabir mesaisiyle kendisini cezalandıran bir yazar" karşısındayız!

Bumin, muhabir seven bir yazar olarak hem hacimde, hem nitelikte ağır soruşturma dosyalarını çalışmaktan kaçınmadı ve ihlal kayıtlarında aradığı gerçeğin bulduğu parçalarına karşı ideolojik süzgeç kullanmadı.

Sonuç; şimdilik, 16 seneyi aşkın süredir yazdığı Yeni Şafak'taki köşesinin bu yaz kapatılması oldu.

Köşesinin kapatılmasının nedenini ve bugün köşe yazarlarından medya patronlarına değerlendirmelerini sormak için Bumin'le buluştuk. T24'ün sorularına Kürşat Bumin'in verdiği cevaplar aşağıda, buyrun.              

 

'Doğan grubunda turnike, Yeni Şafak'ta telefon' 

 

- Yeni Şafak'tan neden kovuldunuz? Bu nasıl gerekçelendirildi? Sizce gerçek sebep neydi?

Bunun gerekçelendirmesini Genel Yayın Yönetmeni (İbrahim Karagül) yazısının altına düştüğü bir notla açıkladı: "Bizim gazetemiz herkese açıktır. Tarihimize bakarsanız böyledir, fakat gazetemizi küçük düşürücü sözler söyleyince..." Benim ifadelerimse küçük düşürücü değildi, gazetenin içinde polemik yapmak istemeyeceğim bir insana, çok arandığı için cevap verdim. Ve "Bir zamanların muteber gazetesi Yeni Şafak kimlere kaldı" ifadesini kullandım. Bu ne bütün gazeteye, ne de tüm köşe yazarlarına dairdi, bir insana dair söylendi. Fakat çirkin ve hiç görülmedik biçimde insan kaynaklarından birinin "Yazı hayatınıza gazetede son verildi" şeklinde, çok kaba bir yöntem kullandıldı. Eskiden Doğan medya grubu için "Turnikeden geçmiyorsa kart, kovulmuşsunuz demektir" denilirdi. Bu da öyle, orada turnike var, burada insan kaynaklarından bilmem kimin mesajı. Ben de yazmış olduğum son yazıyı T24'e gönderdim.

 

'Bu adamın Yeni Şafak'ta ne işi var' tepkisi

 

- 16 yıl önce neden Yeni Şafak'ta yazmaya başlamıştınız?  

Ben 16 buçuk yıldır Yeni Şafak'ta idim. Oraya yazmaya başladığımda ne AKP, ne Başbakan Erdoğan vardı; bambaşka bir Türkiye idi. Bu tanımlamaları sevmem ama, bugün de söylendiği gibi "İslami" ve "laik" diye iki cepheyle anılan bir Türkiye'ye karşı olduğum için İslami cenahın içinde yazmayı sakıncalı görmedim.

Ülkede doğru bir siyasetin doğabilmesi amacıyla hareket ettim. Gelişmelere Yeni Şafak'ın bütün yazarlarıyla her zaman aynı açıdan bakan bir yazar olmadım. 28 Şubat dönemi olduğu için de medya yazıları yazmak uygundu. Bugün pişmanlığını belirten pek çok kalem de dahil olmak üzere medyanın o günkü perişan hali analiz edilmeyi hareket ediyordu. 

Muhafazakar cenahtan değil, soldan biri olduğum için etrafımdaki pek çok insan "Ne işin var orada" dediler. Sonra duydum ki Yeni Şafak'ın etrafındaki insanlar da "Bu adamın ne işi var burada" demiş. Dolayısıyla, sol cenahtan öbür cenaha geçen ilk köşe yazarı oldum. Bunu anlamlı da buldum, çünkü ikiye bölünmüş bir Türkiye'nin bunu aşmadan hiçbir sorununu çözemeyeceğini düşündüm. Ve tamamen serbest yazdım; fikri hür, vicdanı hür oldum. 

- Ayrılınca "Yazılarım hiç müdahaleye uğramadı" diyen yazarlar arasında müdahaleye uğramayacak ayarlarla yazma gayreti içinde olanlar da mevcut.

Çok doğru. Fakat ben istediğimi müdahaleye uğramadan yazdım. Yeni Şafak'a dair de eleştirel çok yazı yazdım. Hatta Alper Görmüş ile "Kronik Medya" diye bir sayfa da hazırladık ve neredeyse her gün sayfanın üçte biri Yeni Şafak'a dairdi. 

 

Yeni Şafak, Kronik Medya sayfasını neden kapattı? 

 

- Ama Kronik Medya da Yeni Şafak tarafından sonlandırıldı. Buna benzer deneyimleri hiç yaşamadınız mı? 

Kronik Medya'nın kapatılması şöyle oldu; gazetedeki bir yönetim değişikliği ertesi, "daha normalleşelim, şununla bununla didişmeyelim" denildi. Bunu anlıyorum, biz de bıkmıştık zaten. O yüzden bu teklif bize de çok iyi geldi. 

- Diğer medya ve patronlarıyla didişmek mi istemedi Yeni Şafak? 

Diğer gazetelerle böyle uğraşmayalım istediler, çünkü 28 Şubat döneminde bu çok anlamlıydı. Ama o döneme geldiğimizde artık olmayabilirdi. "O şunu yazdı, bu bunu" tadındaki medya eleştirilerini ben de artık okumuyorum zaten. İlgimi çekmiyor. O çok sıkı bir siyasi mücadelenin zamanıydı. Şimdi yok mu diyeceksiniz. Bugün o kadar aşikar ki üzerine yazmaya bile değmeyecek kadar tarafgirlik var. 

- Kronik Medya sayfası açık olsa bugün o sayfayı nelerle doldururdunuz? 

Çok malzeme var ama bende böyle bir istek kalmadı.  

- Ne gibi malzemeler var? 

Örneğin, başbakanlık başdanışmanlarının köşe yazarı veya televizyon programcısı olduğu tuhaf bir dönemdeyiz. Bu durumun tuhaflığı o kadar ortada ki analize filan ihtiyacı yok. 

- Sizin köşeniz açıkken Yeni Şafak'ta mahlasla köşe yazıları kaleme alan Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan vardı.   

Evet, artık kaç başdanışman var bilmiyorum ama bu başdanışman hem Yeni Şafak'ta halen takma adla, Star'da da kendi adıyla yazıyor. Bu da görülmemiş bir şey tabii ki. Milletvekillerinin gazetelerde köşe yazarı olma adeti eskiden de vardı ama epey zaman önce kaldırıldığını hatırlıyorum. 

- Okuyucu için araya girelim. Bu ayrımı kural olarak Doğan Yayın Grubu uyguladı. Ancak diğer medya organlarında köşe sahibi AKP'lilerin yanı sıra CHP milletvekili İlhan Cİhaner de Sol gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. 

Bence bu da aynı şekilde olmamalı. Mesela Mümtaz Soysal da hatırlıyorum,  kısa Dışişleri Bakanlığı döneminde köşe yazarlığını bırakmamıştı. Dışişleri'nin ne düşündüğünü öprenmek isteyen yabancı diplomatlar için epey faydalı bir hizmetti! Bu medeni dünya denilen Batı'da rastlanan bir şey değil. Ben her gün okumuyorum ama bir başdanışman her gün "Başkanlık lazım memlekete" derken, öbür başdanışman PKK ve barış sürecini anlatıyor. 

- "İktidar partisinden birileri politikalarını anlatıyor, diğer köşe yazarlarıyla polemiğe giriyor. İşte sivilleşme" diyerek duruma olumlu bakan birine yanıtınız ne olur? 

Hükümet, bu şekilde başdanışmanlarıyla basında yer alması gereken bir kurum değil. Hükümet siyasi bir organ ve siyaset aleniyet gerektiren bir iş. Yazılı veya görsel medya, danışmanların edindikleri bilgileri açıkladıkları bir platform değil. Ama bu görüntü aslında birçok gazetecinin haberinde de görünüyor. Onlar da mümkün olduğu kadar hükümete yakın kaynaklardan elde ettikleri bilgileri aktarmayı bir gazetcilik başarısı olarak görüyor. Buna bir örnek; açıklanmakta olan demokratikleşme paketiyle ilgili tutum. Gazeteciler paketi hazırlayanlara yakınlıklarıyla birtakım bilgiler aktarıyor. Başbakan da "Bazıları doğru, bazıları yanlış" diyor. Noel Baba'nın yılbaşı paketi muamelesi yapılması basının kabul etmemesi gereken bir tutum. Basının paketin içinde ne var, ne yok diye dedektiflik yapacağına bu yöntemin yanlış olduğunun altını çizmesi lazım. 

 

'Karagül tek başına beni işten çıkaramaz'

 

- Danışmanların yanı sıra 365 günün 300'ünde köşelerini hep benzer kanaatleri bildirerek dolduran yazarlar arasında siz kazı yapmadan kalem oynatmazdınız. Mirzabeyoğlu'nun mahkumiyetini de, Cihan Kırmızıgül'ün "puşi" davasını da yazdınız. Ötesine geçip, Yeni Şafak'ın patronu Albayrak'ın telefon konuşmalarının da yer aldığı İlhan Cihaner'in yürüttüğü soruşturmayı da köşenize taşıdınız. Bu çıkışınıza patron katından ne tepki geldi? 

En ufak bir tepki gelmedi. Onun için şaşırdım da biraz. Çünkü Yeni Şafak bununla övünürdü, Yusuf Ziya Cömert, "Yeni Şafak, kendisini eleştirenlere de yer verir" demişti. Şimdi çok değişti. 

- Size dair kararın sebebini yönetimin değişmesinde mi görüyorsunuz? Kararın sahibi sizce İbrahim Karagül mü?  

Hayır. İbrahim Karagül'ün tek başına yapabileceği bir şey değil bu. Benim yazdığım yıllarda özgürlük çok önemliydi, gazete de başta İslami cenahınkiler olmak üzere özgürlüklere önem verirdi. Şimdi olan yönetimle ilgili değil, patronla da ilgili değildir herhalde diyorum ama ondan da emin değilim. 

Türkiye'de henüz yolunu bulmamış siyaset hızla hamasete dönüştü. Bunun süreceğine kanaat getirildiğinde bütün hava değişti. Severek okuduğum köşe yazarları hala var Yeni Şafak'ta, ama onları ayırdığım zaman bir hamaset gazetesi kalıyor geriye. Eskiden çok ciddi bir siyaset gazetesiydi. 

 

'28 Şubat'ta durum çok daha kötüydü' 

 

- Ahmet Hakan işten çıkarıldığınızda köşesinde "Gel de 'Bütün bu olup bitenlerin 28 Şubat'ta medyada olup bitenlerden ne farkı var' deme' ifadesini kullandı. Sizin bu soruya yanıtınız ne? 

28 Şubat başka bir şeydi. Devletin ve yönetimin çok daha çiğ ve kötü olduğu bir dönemdi. Bugün iyi demiyorum, ama o zaman çok daha kötüydü durum. "Eskiden asker, bugün hükümet atıyor" da diyemiyorum. Sonuçta, akil insan olduk ve sonra kovulduk!

- AKP'nin Akil İnsanlar Heyeti'ne seçtiği bir isim olarak köşenizden olurken ne yönetim, ne patron sebep değildir diyorsunuz. O zaman kim yaptı? 

Patron için belki diyorum. Asıl olarak ülkede esen rüzgara bağlı bir durum bu. Siyaset yerini hamasete bıraktı. Ve gazetelerde hamasetin iyisi mümkün olduğu kadar seviye düşürülerek yapılır. Ne kadar aşağı inersen o kadar makbul olursun. 

- Sizce 28 Şubat'ta darbeye direnen Albayrak, hamasete direnemiyor mu?

Öyle görünüyor. Olanlardan patronların mutlaka haberi vardır, ama bir telefon bile gelmedi. Hatta e-mail adresimi bile hızla kaldırdırlar. Albayraklar siyasi mücadelede iyilerdi, AKP'nin yola çıkış ve yükseliş dönemi de bir siyaseti gerektiriyordu. Şimdi gereken siyaset değil artık...

 

'Kamu ihalesi yasağı gelse Albayrak gazeteyi bırakır' 

 

- Yeni Binyıl'dan çıkarılma sürecinizi aktardığınız Kronik Medya yazınızda kararın "sorumsuz Cumhurbaşkanı" Ergun Babahan'a değil, hükümeti eleştiren yazılarınızdan rahatsız olan patronaja ait olduğunu söylemiştiniz. "Bugün de Albayrak, Dinç Bilginlik yapıyor" gibi bir cümle aklınızın kıyısından geçiyor mu? 

Albayraklar gazetecilikte iddialı değiller, başka işlere yoğunlar. Dinç Bilgin gazeteci aileden geliyorlardı ve sanıyorum, bununla övünüyordu. Bildiğim kadarıyla, Ahmet Albayrak hiç gazeteyle ilgilenmez, kardeşi ilgilenir. 

- Gazete patronlarının kamu ihalelerine katılımı yasaklansa sizce Albayrak'ın tercihi hangisinden yana olur; gazeteden mi, diğer işlerinden mi? 

Bence gazeteyi bırakır. 

- Sizce bugün Yeni Şafak'ın çizgisi "Başbakan ne derse o" çizgisi mi? 

Halihazırda öyle, eskiden değildi. Ben Başbakan'ı eleştiren yüzlerce yazı yazmışımdır. 

 

'Yeni Şafak'ta iyi bulduğum yazarlara kırgınım'

 

- Ali Akel Uludure yazısı yüzünden kovuldu, siz önce Gezi, ardından "Milli İradeye Saygı mitingleri eşliğnde sandık-demokrasi özdeşleştirmesi"ni eleştirdiniz ve son olarak Salih Tuna'ya verdiğiniz cevap küçük düşürücü bulundu. 

Demek ki suyumuz ısınıyormuş. 

- Suyunuzu neler ısıttı?

Ben siyasette vardım, bu hamaset onu kaldırmadı. Eski Yeni Şafak yok. 

- Tek patron iki Yeni Şafak mı var? 

Tabii, tabii. Ayrıca gazetedeki iyi bulduğum yazarlara da kırgınım. Ben neredeyse Yeni Şafak'ın kuruluşundan beri burdayım. Aralarında eski genel yayın yönetmenleri de var. Mesela onların suskunluğu da o eskinin muteber gazetesine yakışmadı. 

- Sizce, sizin gönderilmenize dair kalem mi oynatmadılar, yoksa satırlar çıkarılmış olabilir mi?

Bence yazmadılar. 

- Sizce onların elini tutan ne oldu? 

Bilmiyorum. Ama sonuç böyle. Benim yerimi hemen liberal bir yazarla doldurmaya çalıştılar! 

- Ali Akel'in ayrılışına dair bir notu köşenizde biz mi göremedik, yoksa siz mi yazmadınız? 

Yazmadım. 

 

'Ali Akel'in ardından yazsam iyi olurmuş…' 

 

- Sizden sonra yazmayanlara kırgın olan biri olarak siz neden Akel'in ardından yazmadınız? 

Bilinçli bir şekilde yazmamazlık etmedim, belki çok fazla yazıldığını düşündüğüm için yazmadım. 

- Aslında Yeni Şafak'ta sadece Hilal Kaplan'la Özlem Albayrak yazdı. Kendi gazetesinden bir ismin daha ayrılışına dair fikrini duyması hoş olmaz mıydı? 

Ali Akel'in bana kırılmadığını tahmin ediyorum. Dediğim gibi, çok yazıldığı için yazmadım, çekindiğimden yazmamazlık etmedim. Ama yazsam iyi olurmuş…

 

'Darbe olmaması vesayetin bittiği anlamına gelmez' 

 

- Askere karşı siyaseti savunduktan sonra bugün hamasetin baskın olduğunu söylediğiniz siyasi söylemin dinamikleri sizce ne? 

Askerin bugün ne kadar siyasetten çıktığını bilmiyoruz. Sabahleyin, evimin yakınındaki okulda bir müdür konuşuyordu, eşime "Asker buraya gelmiş" dedim, adam orduda yaşadıklarını "hazır ol"larla okulda yaşatıyordu. Bugün Milli Güvenlik Kurulu'nu değiştirmek adına en ufak bir adım yok. O adamlar olduğu için mi 28 Şubat oldu, yoksa MGK diye bir kurum olduğu için mi? Ama hiçbir anayasa değişikliğinde iktidarın buna dair bir önerisi yok. O yüzden askeri vesayetin tamamen kalkması fazla iddialı geliyor bana. Ancak militarizmin bütün kurumlarda yaşama hali kalktığında vesayet ortadan kalkar. 

- "Bir daha darbe olmaz"la "Yeni bir darbe olabilir" diyen iki görüşten hangisine daha yakınsınız?

Bundan sonra darbe herhalde olmaz; sadece bizden kaynaklı değil, dış konjonktür nedeniyle de olmaz. Ama darbenin olmayacak olması vesayet sisteminin kalktığı anlamına da gelmiyor. Bütün erkeklerin içinden geçtiği bu ordu yine aynı ordu. Ve bir insan tipi yetiştiriyor içinde. 

 

'AKP çocuk parkına çıkan bir toplum istiyor' 

 

- Bugün medyayı da etkisi altına alan siyasi iklim size nasıl görünüyor?

İçine İslami temelli bir ahlakçılığın karışmış olduğu, işlerin aleni olmasından mümkün olduğu kadar kaçınılan ve tamamen çok ama boş konuşmaya dayalı bir hava. Bu hamasetin içindeki çok önemli bir öğe ahlakçılık. Normalde birbirini dışlayan siyaset ve ahlakçılık bizde o kadar içiçe girmiş durumda ki... 

- Örnek verebilir misiniz?

Makbul hayat tarzına ilişkin nasıl bir toplum arzulandığını kendi ahlaki ilkelerinden kalkarak söylevler yapıyorlar. Bunu istiyor olabilirler, ama bu evlerinde kalmalı. 

- "Biz hiç kimsenin hayat tarzına müdahale etmiyoruz" diyen Erdoğan'la nerelerde farklı düşünüyorsunuz?

"Yasal olarak etmiyoruz" diyor, doğru. Ama siyaset nasıl bir ahlak istediğini de dile getirmemeli. Örneğin, Alevilerin inançlarına, cemevine dair yapılan konuşma da yanlıştı. 

- AKP sizce nasıl bir toplum istiyor? 

Daha muhafazakar, daha cemaatsal, daha aile temelli, çok çocuklu, kamusal alan diye sadece çocuk parkına çıkan bir toplum… Toplumun içinde farklar, çekişmeler, çatışmalar varken siyasetin bir homojenlik arayışında olması çok yanlış. 

 

'Başbakan baba-kız ilişkisine de karışırsa işimiz var' 

 

- Fatih Altaylı'nın metroda "öpüşmeyin" anonsunu hatırlattıktan sonra Erdoğan'ın "Hangi baba kızının birilerinin kucağında oturmasını ister" sözlerini duyunca siz ne düşündünüz? 

Bunu bir başbakanın söylememesi lazım. Bu sadece baba ve kızı arasında olan bir şey. Artık buna da başbakan karışırsa işimiz var. 

- Murat Belge, "Diktatoryal eğilimleri olduğunu düşünüyorum" demişti Erdoğan için. Bu katıldığınız bir görüş mü? 

Diktatoryal olduğunu düşünmüyorum. 

- Otoriter olduğunu düşünüyor musunuz?

Otoriterlik tabii ki var. Kafanızda ahlaki planda ideal bir toplum olabilir ama bunu siyasi bir söylemin içine sokmanız hata olur. 

 

'Jakobenlerin icadını savunduklarının farkında değiller' 

 

- Bu sizce nerelerde somutlaşıyor? 

Bugün de yapılan milli irade tartışmasında çok yanlış bir şey var. Biliyorsunuz "iradecilik", Fransız Devrimi'yle doğdu ve de iradeciliğe dair en büyük eleştiri muhafazakarlardan geldi. Burke gibi daha kültüralist diyebileceğimiz muhafazakar düşünürler, iradecilikten hareketle bir birliktelik oluşturulamayacağı fikrindeydiler. 

Dolayısıyla bizde, Gezi'ye karşı çıkarken de kullanılan "milli irade" aslında Jakobenlerin sevdiği bir türdür. Türkiye'de Jakobenizmi daima eleştirenlerin büyük milli irade savunucuları olduklarını gördük. Neyi savunduklarının farkında değiller. Mistifiye edilmiş bir egemenlik tanımının yanındadırlar. AKP öncesi de dahil olmak üzere ülkedeki sağ siyaset, Jakobenizmi hem neredeyse küfredecek kadar eleştiriyor, hem de jakobenlerin icat ettiği devlet- toplum-yönetim anlayışını dillerinden düşürmüyorlar. 

- Sizce AKP, geri dönüş yapabilir mi? 

Yapamaz çünkü siyaset felsefesi böyle bir yanlış üzerine kurulu. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü jakobenliğin bir özdeyişi. Dolayısıyla ondan çıkan iktidar liberal olamaz, topluma öncelik veremez. Ondan çıkan iktidar devletin topluma biçim vermesini savunan bir iktidar anlayışı olur. Yanlış yerdeler yani...

 

Mevcut durumdan memnun gazeteciler...

 

- Yeni Şafak'ta yayımlanmayan yazınızda Salih Tuna için "farkında değil ki zihni/düşüncesi hepten 'vesayet altında'" diyorsunuz. Sizce Tuna neyin vesayeti altında? 

Onun hakkında konuşmak istemiyorum. 

- Tuna'dan bağımsız, vesayetten kastınız ne? 

Türlü türlü vesayet olur fikrinizin hür olmasını engelleyen; gazeteciden beklenen daha tarafsız, bilgisini paylaşan biri olması. Şimdi her tarafta aynı adamları görüyoruz. Onlar mevcut durumdan memnunlar. El üstündeler şimdi. Yazıyorlar, çiziyorlar, on tane ekranda konuşuyorlar. 

- Eski merkez medya yerine yükselen medya kendi elitini mi yarattı? 

Onlar henüz elit değiller. 

 

'Medya, bir çete; haftada 5 yazı zulüm millete' 

 

- Siz Türkiye'nin medya meselesi için birinciliği hangisine veriyorsunuz: A-Siyasi baskı, B-Medyadaki sermaye yapısı, C- Gazeteci milleti... 

Siyasi baskı değil. Gazeteci milleti denilen millet, Türkiye'nin gelmiş olduğu ortalama entelektüel seviyenin altında. Bunu sadece iktidar yanlıları için değil, hepsi için söylüyorum. Türkiye'de çok daha iyi analizler yazabilecek, bizi aydınlatacak kişiler var. Fakat medya, bir çete. Ta başından beri aynı insanlar, her gün, her şey üzerine yazıyorlar. Her konunun bilirkişisiler. Bu bir skandal. Beş gün yazıyorsun ama bir uzmanlığın yok, artık neye rast gelirsen. Baktın o olmadı özel hayatına giriyorsun. Bu mutlaka aşılması gerekilen bir husus. 40 sene haftada 5 kere ne yazılır! Şimdi diyeceksin ki...

- Siz ne yazıyordunuz? 

Ben çok çeşitli yazıyorum, çalışırım, bir şeyi yazarım, sonra da bir daha yazmam. Ama haftada beş yazı zulüm millete. Ben etkili olduklarını da sanmıyorum köşelerin. İnsanlar haberlere filan bakıyor. Hani kanaat önderi diyorlar ya bazı gazeteciler için, hepsi yalan. O kadar çok kanaati olan insan olur mu? Türkiye'de siyasi tarihe eşlik eden paralel bir medya tarihi var. Dolayısıyla onun bağımlısı. Arada çok güzel sayfalar olsa da bunlar istisna. Bence gazeteler haddinden fazla sıkıcı. Çünkü çok kapalı, kimseye açılmıyor. Ancak, sanki düşünmeyenlerin düşüncesi olabilirmiş gibi "Düşünenlerin Düşüncesi" gibi bir adı olan yerlerde yazabiliyor dışarıdan insanlar. 

 

'Birbirlerine ön isimleriyle hitap ediyorlar ve çok mutlular' 

 

Çok kapalı olmalarının yanı sıra gazeteciler, birbirlerini çok iyi tanıyorlar, birbirlerine çok yakınlar ve birbirlerini hiç kırmıyorlar. Geçenlerde Suriye helikopteri düştüğü zaman hepsi aynı manşeti attı: "Vurduk!" Bu bir mesleki dezanformasyon. Hepsi aynı yazı işleri okulundan çıkmışlar, oralara buralara dağılmışlar. Bu yüzden bir dayanışma içindeler. Farklı cenahlardan olabilirler ama bu dayanışmaya engel değil. Şimdi televizyonlarda farklı gazetelerden isimler programlar yapıyorlar, hep birbirlerine küçük isimleriyle hitap ediyorlar. Ve çok mutlular. Bence bu çok önemli. Kendi içinde dönen bir daire var. Herkesin aynı olduğu, uzmanlaşmanın değil, dayanışmanın olduğu bir gazetecilik olabilir mi?

- Sizce bu mutluluğun kaynağı ne? Para mı, ekran mı?

Para ve bunu yapabilmek onlar için önemli. 

- Para deyip işin içinden çıkmak kolay değil mi?

O işin içinden kolay çıkılmaz. O kesim yıllardır büyük paralar almış. Krizden sonra ne olduğunu bilmiyorum ama yüksek rakamlar telaffuz edilirdi. Bir miktar para kazanınca, ona göre evin, çocuklarının daha özel okulu, hizmetçin oluyor. Ve o yaşam standardını düşürmek çok zor. Baksana Hürriyet'in, Milliyet'in eski genel yayın yönetmenlerinin Beykoz'da konakları var. 

 

'Medyanın halinin birinci sebebi gazetecilerin niteliği' 

 

- Hasan Cemal Milliyet'ten, Kürşat Bumin Yeni Şafak'tan, Ruşen Çakır NTV'den çıkarılır, Can Dündar'ın kapatılan köşesinden öğrendiğimize göre gazetenin manşeti Ankara'dan gelen telefonla değişir, Demirören gazetelerin başına getireceğini Erdoğan'a sorarken hakikaten gazetecilerin bir saadet içinde yaşadığı düşünülebilir mi? 

Bizde editoryal bağımsızlık ihlallerinin hep patronajdan kaynaklandığı söylenir. Doğru bu. Fakat sadece bu değil. Bence gazetecilerin niteliğinden kaynaklanan bir şey de var, patronaj problemi kadar. Editoryal bağımsızlığı kim savunabilir? Sahici gazeteciler. Neden savunulmuyor? Çünkü sahici gazeteci değiller. Ben birinciliği buna veriyorum, ortasına parayı koyuyorum. 

- Bir kişiyi sizce hangi özellikleri gazeteci yapar? Bugün kendine gazeteci diyenleri editoryal bağımsızlığı savunmaktan alıkoyan ne? 

Alıkoyanlardan biri patron. En azından hakim durumun bu olduğu söyleniyor. Gazetecide kritik bakışın olması lazım. Biraz önce verdiğim demokrasi paketi örneğinde olduğu gibi, gazetecilerin görevi ahbap ilişkileriyle paketin içinde ne olduğunu aktarmak mıdır, yoksa "Böyle paket olur mu" demek mi? Gazetecilik ifade özgürlüğü ile direkt bağlantılıdır, demokrasi gazetelerin varlık nedenidir. 

 

'Köşe yazısı bizde saplantıya dönüştü' 

 

- Genel yayın yönetmenleri sizin tabirinizle "sorumsuz cumhurbaşkanı"yken editoryal bağımsızlık için kim ses çıkaracak? Köşe yazarları mı?

Genel yayın yönetmeni yapmalı bunu. Köşeler dedikodu yazıyor. Gazeteyi farklı yapan habercileridir. Örneğin, İsmail Saymaz. Radikal'i sürüklüyor. Köşe olarak editoryal yazılar yazan bir iki kişi olabilir ama gerisi fazla. Tiraja da etkileri olmuyor. Bir zamanlar Cengiz Çandar, Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas Yeni Şafak'a geldiğinde ne tirajlar arttı, ne de örneğin Fehmi Koru gittiğinde tirajlar düştü. Bizde bir saplantıya dönüştü köşe yazısı. Akşam televizyonda olan gazetelere çıkıyor. Çerezler dışında haber çok az olduğu için telefonda fiskos yapan, uçaktaki dedikoduları aktaran köşe yazarları ile idare ediliyor. 

- Şahin Alpay, medya için yazdığı demokrasi paketinde "medya patronlarının kamu ihalelerine girmesinin yasaklanmasını" koydu. Sizin gazeteciler arasındaki saadet zincirini kırmak için bir öneriniz var mı?

Çok eski bir mevzu bu. Alper de yazdı bunu, Medya Kronik'te de dosya hazırlanmıştı RTÜK Yasası geçerken. Çok tatlı bir konuydu. Bunlar da olabilir ama ben yasal şeylerden bahsetmiyorum. 

 

'Kurtiz'in arkasından yanık türkü okumak onlara düşmez'

 

- Nedir sizin reçeteniz?

Bir reçetesi yok bunun. Bu ancak toplumun gelişme ve değişmesiyle, kendi medyasını yaratmasıyla olacak. Yoksa "Ahmet'i al, Mehmet'i koy"la olmaz. Toplum "Ne bu medya böyle" diyecek. 

- Sizce bugün demiyor mu? 

Diyenler var ve artacaklar. "Milliyet'in internet sitesindeki kadın galerileri ne böyle", "Bu deprem haberinin yanındaki bu Bodrum magazin haberi ne" diyecekler... Veya bugün Tuncel Kurtiz'in ölümünü, Yeni Şafak dahil Kurtiz'le aynı görüşü taşımayan gazeteler de ağlama duvarı gibi birinci sayfalarına taşımışlar. Kurtiz'in ölümü elbette haberdi, ama arkasından yanık türkü okumak onlara düşmez. Bir insan öldü diye üzülünür, ama sizden birisiymiş gibi göstermeniz doğru mu?

 

'Medyayı toplumun 'bıktım' demesi düzeltecek' 

 

- Sizce muhafazakar gazeteler nasıl yansıtılmalıydı Kurtiz'in ölümünü? 

Haber olarak verilmesi yeterliydi, "şöyle iyiydi, böyle iyiydi" demenize gerek yok. Yan yana gelseniz iki laf edemezsiniz. Ölünce benimsemek benim tuhafıma gidiyor. O yüzden medyayı toplumun "bıktım" demesi dışında hiçbir şey değiştiremeyecek. "Medya patronlarına kamu ihaleleri verilmesin" yasaları elbette olsun, ama bunlar işin abc'si gibi... Havalimanı ihalesini alan adam "Ben de bir gazete sahibi olayım" deyip gazete ve televizyon kanalı alıyordu. Havalimanını alıyorsun, gazeteyi ne yapacaksın? Ama ihale tedbiri de yetmez. Toplumun başka bir şey istediğini fark etmesi lazım. Erotik, moda vs. gazeteleri de olacaksa olsun, ama sahici gazete ihtiyacı da görülmeli. 

- Öyle bir gazete bugün çıksa? 

Satmayabilir. Dediğim ihtiyaç doğduğu zaman o gazete zaten doğar. 

- Siz, Aydın Doğan'ın yayınlarına gönderdiği barış mektubunu eleştirirken Mehmet Barlas, sokak hareketleri için Aydın Doğan'dan ikinci bir uyarı mektubu istedi. Sizce bunu Mehmet Barlas'a yaptıran saikler ne oldu? 

Bunlar siyasi, entelektüel saikler değil herhalde. Başka saikler olsa gerek. Çünkü bu bir fikir değil. Bu bir fikir olmadığına göre bazılarının hoşuna gidecek bir çıkış. 

- Kimleri kast ediyorsunuz?

Hükümetin. Herkesin tarihinde iyi olmayan, karanlık şeyler var. Özeleştiri yapsalar… Yapsalar da aslında kime ne… 

 

'Hata gençken yapılır, bizde koca koca insanlar yapıyor'  

 

- Özeleştiri yapan insanların sayısı bir elin parmakları geçmezken Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" kitabı bu seyreklik nedeniyle de ayrı bir değer kazanıyor. Sizce hakikaten anlamsız bir şey mi özeleştiri? 

O güzeldi. Özeleştiriye dair şöyle bir şey var; insanlar gençken, mesleğin başındayken yanlışlar yapabilir. Sonra bunları söylersin. Ama bizdeki durum öyle ilerlemiyor. Bizde koca koca adamlar, kadınlar hata yapıyor. Yani bugün özeleştiri yapsa da yarın yapmayacağı ne malum vaziyetler. 

- Oral Çalışlar'ın bugün (28 Eylül Cumartesi) köşesinde 12 Eylül'de Kenan Evren'e gönderdiği mektup hakkında yazdığı "Aydınlıkçı geçmişim" yazısındaki "hareketin görüşüydü" açıklaması sizce özeleştiri kategorisinde mi? 

Hayır. Sen o gazetenin genel yayın yönetmeniysen, sen o gazete gibi düşünürsün, o gazete de senin gibi. Ayrıca Oral Çalışlar, 1990'lara kadar Aydınlıkçılarla beraberdi. Yanlışı yaparkenki yaşın ne kadar yüksekse "hataydı" demenin kıymeti de o kadar azalır. Yanlış yapmak gençlerin hakkı, 40 yaşını geçmişlerin hakkı yok. Yanlış yaptıysa bir daha yazdırmazlar ona. 

 

'Darbe destekçilerinin gazeteciliği sürdürmeleri yanlış' 

 

Avrupa'da Nazilerle işbirliğine girmiş olan yazarlar, çizerlerin hepsi yenilgiden sonra aforoz edildi. Bir daha ellerine kalem alamadılar, Celine gibi büyük romancılarının romanlarını basmadılar. Bu özeleştiri her derde deva değil. Hata yapmışsın, git başka yerde hayatını kazan, bu işi de yapma. 12 Eylül'deki o yazıları yazanlar o zaman da kocaman insanlardı. Şimdi daha yaşlılar tabii, ama o yazıları yazan insan şimdi çıkıp ister "Pişmanım" desin, isterse demesin. Senin o zamandan beri kalemi elinde tutman yanlış. Senin bu mesleği sürdürmen ve sana bu mesleği sürdürtenler yanlış. Yoksa özeleştiri bir ağlama duvarı değil. 

- Darbeleri destekleyen yazarları eleseniz "kalemi bugün elinde tutmaması gereken" köşe yazarlarının oranı ne olurdu? 

Ayıp olur böyle bir eleme yapmak. Ama büyük yazarların bir kısmının karnesi çok kötü.