'Kürt hareketindeki politik kadınlar, birer dişi doktor Jivago'ya dönüyor: Soğuk, hissiz, militan, ve erkeksi!'

'Kürt hareketindeki politik kadınlar, birer dişi doktor Jivago'ya dönüyor: Soğuk, hissiz, militan, ve erkeksi!'

Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım, “Namus kavramının ve mahremiyet geleneğinin en güçlü olduğu toplum Kürtlerdi” diyerek, bu geleneğin PKK tarafından parçalandığını öne sürdü. Ergün Yıldırım yazısında “Kürt kadını militan bir varlığa dönüştürülüyor. Kürt Milliyetçi Hareketindeki özne politik kadınlar, birer dişi doktor Jivago'ya dönüyor: Soğuk, hissiz, militan, devrimci ve erkeksi. Bir toplumun sosyolojisini yıkmanın yolu aile ve dolayısı ile onu üzerinde taşıyan anne rolünü çökertmekten geçer. Kürtler de şimdi PKK/HDP/KCK aracılığıyla bu akıbetle yüz yüze” iddialarına yer verdi.

 

Doktor Jivago nedir?

"Doktor Jivago", Rusya'da 1917 Bolşevik ihtilali ve hemen sonrasında patlak veren Rus İç Savaşı (1917-1922) sırasında, aynı zamanda bir şair de olan doktor Yuri Jivago (Ömer Şerif)'nun devrimin liderlerinden birinin karısına aşık olması ile yaşadığı zorlukları anlatan çok kapsamlı, romantik ve destansı bir film. Olaylar ihtilalin hemen öncesinde başlar ve filmin arka fonunda tüm ihtilal süreci gözler önüne serilir. Ön planda ise kendisi de üst tabakadan ve kendisine tapan bir kadınla evli olduğu halde, şiirlerine ilham veren başka bir talihsiz kadını, Lara (Julie Christie)'yı seven, böylelikle sadakat ve ihtiras arasında bocalayan, hayatının kontrolü kendi elinden alınmış ve savaşın parçaladığı yokluklarla dolu bir ülkede oradan oraya sürüklenen aynı zamanda şair bir tıp doktorunun, Doktor Jivago'nun dramını izleriz.

 

Fotoğraf: Middle East Eye

 

Ergün Yıldırım’ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (9 Ağustos 2015) nüshasında, “PKK’nın kadınları ve Kürtlerin namusu” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

PKK'nın savaşan kadın gerillaları”. Middle East Eye'deki röportajın başlığı bu . Fotoğraftaki kadınlar, gerilla olmaktan öte, seyahate çıkan ve mutluluktan “geberen” bir kadın imgesini yansıtıyorlar. Gülümseyen yüzler, mutlu bakışlar ve masum görüntüler… Gözü rahatsız eden hiçbir imge yok. Üstlerindeki yeşil renkli militarist elbiseler ve omuzlarındaki silahlar bile bu gerçeği değiştirmiyor! Bir an dağda ölen, katleden, bombalar atan, ambulansları ateşe veren, insanlardan haraç toplayan, Kürtlerin sadece kendilerine oy vermesi için başlarına namlular doğrultan kadınlar yok olmuş ve bunun yerine melek kadınlar peyda olmuş!

PKK kadınlarının “özgürlük misyonu”ndan bahsediliyor. Sanırsınız dünyayı kurtarmaya gelen Hz. İsa'nın dişi havarileri: “Vision of fredoom”. Yani özgürlük vizyonu. Kürtleri baskıdan, feodaliteden ve işgalden kurtarmaya gelen dişi havariler! Kurtarıcı melekler! Batı medyasının ürettiği PKK kadın imgesi bunlar. “Niçin PKK” diye bir soruya, bu kadınların verdiği cevap çok ilginç: “Türk toplumu kadınlara istediği özgürlüğü vermiyor”. 22 yaşında, Van'da mühendislik eğitimini bırakıp dağa çıkan bir kadının cevabı bu. Ne güzel bir masal! Devam ediyor, aynı militan: “Gerilla kadınlar dağlarda özgürce yaşayan ve halkı için mücadele eden insanlar. Onlar gibi olmak istedim”. Türkiye, kadına özgürlük vermiyor ve özgürlük için dağa çıkıyor! Sanki Türkiye'de kadınlar evin dışına çıkmıyor, kamusal hayatta çalışmıyor, Meclis'e girmiyor, plajda yüzmüyor, partner hayatı sürdürmüyor(!), erkek olmak için biyolojisiyle oynamıyor! Büyük bir terör propagandasıyla karşı karşıyayız. Beyaz terör bu! Kürt kızlarını dağa çıkarmak için önce onları içinde yaşadıkları topluma düşman ediyorlar. Toplumu gerici, baskıcı, özgürlükten yoksun ve Kürtlerin düşmanı olarak öğretiyorlar. Arkasından da bu olumsuzluklardan kurtulmak ve de Kürtleri de kurtuluşa erdirmek için onlara “militan havari” rolü monte ediliyor.

Dağa çıkarak terör yapmayı varoluşsal bağlamdan daha güncel ve politik bağlama taşıyarak konuşanlar da var: “Yezit diye birinin yönettiği sistemden özgür olmak istedim. Bu sistemde kadınlar eve hapsedilmişler. Sadece çocukları büyütmek ve ev işlerini yapmak için uğraşıyorlar”. Burada Yezit, Erdoğan olarak imgeleniyor. Bu kelime ekseninde kadına yönelen baskılar tamamıyla Erdoğan üzerinden servis ediliyor. Kadının çocuk doğurması, evde hanım olması ve aile rolleri reddediliyor. Bu ilişkiler ağına hapis damgası yapıştırılarak yapılıyor bu. Feminizmin kaba söyleminden yararlanıyor kadın. Feminizm dağa çıkmış adeta! Dağdaki kadın kurtarıcılar halini almış! Kadın propaganda, sol yaklaşım ve feminizm ile harmanlanarak üretiliyor. Daha somutu şu: Evi hapishaneyle damgalayıp çocuk doğurmayı aşağılamak ve bütün bu ilişkileri reddetmek. Çünkü ev ve aile kadını sarmalayan ve ona aidiyet duygusu kazandıran en güçlü sosyoloji. Kadınların terörist olabilmeleri için evi, aileyi ve anne olmayı reddetmeleri gerekir. Sol feminizm buna katkı sağlıyor.

PKK'nın militan kadınları, Kürt kadınlarının büyük bir tehditle karşı karşıya olduklarını gösteriyor. Geleneği, dini, namus anlayışını yok sayan ve hatta bunlarla mücadele etmeyi kendilerine misyon biçen militan kadınların hücumu, silahlarından çıkan kurşunlardan daha öldürücü. Çünkü Kürtlerin kadın ve aile sosyolojisini dağıtıyor. Kürt kızları okullarını, ailelerini ve evlerini reddetmeye çağrılıyorlar. Namusa inançları yok ediliyor. Çocuk doğurma ve eş olma küçümseniyor. Büyük bir paradoks ve trajedi bu. Çünkü namus kavramının ve mahremiyet geleneğinin en güçlü olduğu toplum Kürtlerdi. Bunun için ölmeyi göze alırlardı. Hayatta kalmanın en önemli anlamı “din ve namus”(bu ifadeyi yüzlerce defa 70'lik babamdan duymuşumdur) olarak görülüyordu. Şimdi bu düşünce ve ilişkiler PKK tarafından parçalanıyor. Kürt kadını militan bir varlığa dönüştürülüyor. Kürt Milliyetçi Hareketindeki özne politik kadınlar, birer dişi doktor Jivago'ya dönüyor: Soğuk, hissiz, militan, devrimci ve erkeksi. Bir toplumun sosyolojisini yıkmanın yolu aile ve dolayısı ile onu üzerinde taşıyan anne rolünü çökertmekten geçer. Kürtler de şimdi PKK/HDP/KCK aracılığıyla bu akıbetle yüz yüze.