Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen 10. Kürt Konferansı'nda konuşan Avrupa Birliği (AB) Türkiye Yurttaş Komisyonu Başkanı Kariane Westrheim, AB’nin çözüm sürecindeki tavrını eleştirdi. “Barış görüşmelerini destekliyoruz, demek yeterli değil” diyen Westrheim, AB’nin somut adımlar atmasını önerdi. Westrheim, somut adım olarak da Türkiye’yi AB üyesi yapmayı ve PKK’yı “terörist örgütler” listesinden çıkarmayı gösterdi.
Konferansta konuşan Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, yeni anayasanın mutlaka yapılması gerektiğini belirterek “Anadilde eğitim hayata geçirilmeli” dedi. Zana, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan'ı kast ederek bu barış sürecini, öncekilerden farklı olarak "iki güçlü liderin bizzat yürüttüğünü" söyledi. Zana, AKP için de "Yavaş, aksak ve eksik de olsa cumhuriyet tarihi boyunca Kürt meselesinin çözümü yolunda en cesur adımları atmakta ve diyalog mekanizmalarını işletmektedir" ifadesini kullandı. Konferansın konuşmacılarından T24 yazarı Hasan Cemal, AKP’nin yeni anayasa ve barış sürecindeki tutumunu eleştirdi. Cemal, AKP’nin “Kritik konulara damardan giremediği için havlu attığını” söyledi ancak “umudunu tümüyle kesmediğini de ifade etti.
Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen uluslararası Kürt Konferansı’nın 10’uncusu başladı. ’Kürtler, Türkiye ve İmralı barış süreci: Tarihi bir fırsat” başlıklı konferans, Nobel Barış Ödülü sahibi Desmund Tutu, Şirin Ebadi, yazar Vedat Türkali, Avrupa Konseyi İyi Niyet Elçisi Bianca Jagger, Bağımsız Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana’nın yanı sıra ABD’li düşünür Noam Chomsky’nin himayesinde yapıldı ve Avrupa Birliği (AB) Türkiye Yurttaş Komisyonu (EUTCC) ile AP Avrupa Sol Grubu (GUE/ENG) tarafından düzenlendi. Bugün başlayan konferansta, Avrupa Parlamentosu’nun önde gelen isimlerinin yanı sıra Zana, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, T24 yazarı Hasan Cemal, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Araştırma Görevlisi Emma Sinclair-Webb, Bugün yazarı Prof. Doğu Ergil ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüseyin Yayman konuştu.
Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre, açılış konuşmaları ve mesajlarla başlayan konferansta ilk olarak AP Sol Grup Başkanı Gabi Zimmer AP Başkanı Martin Shultz’un mesajını okudu.
Shultz’un mesajı şöyle:
“AP Başkanı olarak sizleri selamlıyorum. Sevgili meslektaşlarım her şeyden önce bana bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Şu anda Kürtler ve Türkler arasındaki barış sürecinin olumlu bitmesini umuyorum. AP olarak Kürt sorunu konusunda görüşler dile gelmiştir; siyasi bir yol seçilmelidir. Ancak bu şekilde barışçıl, uygun ve uzun süreli bir çözüm bulunacaktır. Siyasi diyalog cesaret, kararlılık ve vizyon istediği için en zor yoldur. Yıllardır süregelen çelişkileri aşabilmek için. AP müzakere edilmiş bir çözümden yanadır ve bu şekilde farklı halk gruplarının bir çatışmadan mağdur kalmış olan halk gruplarının demokratik taleplerini duyurabilir.
Avrupa barış süreci, siyasi diyalog, ihtilafların çözülmesi konusunda var olan tecrübesini Kürt sorununun çözümünde de hizmete sunmak istiyor.”
Zimmer ardından da kendi mesajını verdi. Zimmer, çözüm sürecine işaret ederek, konferansın önemli bir süreçte gerçekleştiğini belirtti.
“1 Ocak 2013’te başlayan süreç şu anda zor bir aşamada” diyen Zimmer çözüm süreciyle ilgili bir takvim oluşturulmasını istedi ve “Şimdiye kadar cesaret verici adımlar atıldı. Bizlere ümitler verildi. Barış süreci konuşuluyor, ama bir takvim oluşturulmalı. Bu reformların nasıl uygulanacağı, nasıl hayata geçirileceği, kimler tarafından yapılacağı konusu çok önemli” dedi.
Gabi Zimmer, anadilde eğitimin kamusal alanda da kullanılmasını isteyerek “AP bu sürece katkılarını sunmaya hazır” diyerek konuşmasını noktaladı.
Avrupa Birliği (AB) Türkiye Yurttaş Komisyonu (EUTCC) Başkanı Bergen Üniversitesi Profesörü Kariane Westrheim da, İmralı’da devam eden çözüm sürecinin bir “duraklama” dönemini yaşadığını ifade ederek bu konferansın yeniden bir hareketlenmeyi sağlamasını umduklarını belirtti.
Westrheim AB’ye de seslenerek sadece destek açıklamalarıyla yetinilmemesini, PKK’yi ‘terör’ listesinden çıkararak taraflar arasındaki müzakereyi kolaylaştırmasını istedi.
EUTCC Başkanı Westrheim’in konuşması şöyle:
“Kürt sorunu çözülürse, Türkiye sadece Ortadoğu için değil, Avrupa için de örnek olacaktır. Görüşmelerin yeniden başlaması için AB taşıdığı sorumluluğun farkına varmalıdır. ‘Sadece barış görüşmelerini destekliyoruz’ demek yeterli değil. Somut adımlar atmalı. Bu adımlardan birisi de Türkiye’yi Avrupa Birliği üyesi yapmaktır. Bu konuda cesaretli, kuvvetli ve otoriter görüşlerin söylenmesi gerekiyor. PKK’yi terörist örgütler listesinden çıkararak, taraflar arasındaki müzakereyi kolaylaştırmalı. Medyanın dili yapıcı olmalı, Sayın Öcalan, siyasi bir lider olarak müttefikleri ve liderleri ile görüşebilmelidir. Bunu yapabilmek için daha iyi koşullar gerekir.”
Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, Paris'te öldürülen üç kadını anarak başladığı konuşmasında özetle şunları söyledi.
“Kürt meselesinin İmralı barış süreci ile kalıcı bir barışa evrilmesi, demokratik mücadele alanlarının açılabilmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için yapılması gerektiğini düşündüğüm hususları şöyle sıralamak isterim:
Her ne kadar rafa kaldırılsa da Türkiye’de yaşayan bütün farklılıkları kapsayan, onların haklarını güvence altına alan eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa muhakkak yapılmalıdır.
Türkiye cezaevlerinde bulunan hasta mahkumlar derhal serbest bırakılmalıdır.
Terörle Mücadele Kanunu bir an önce değiştirilmelidir.
Siyasi tutsakların özgürleşmesi için adım atılmalıdır.
Kürtlerin yüreğinde kanayan bir yara olan Roboski katliamı bir an önce aydınlatılmalıdır.
Anadilde eğitimin yasal güvence ile hayata geçirilmelidir.
İmralı Barış Süreci’nin bundan önceki barış teşebbüslerinden faklı, iki gerçek muhatabın, iki güçlü liderin bizzat bu süreci yürütmeleridir. Türk kamuoyu üzerinde Başbakan Erdoğan’ın etkisi nasıl tartışılmazsa, Kürt kamuoyunda da Sayın Öcalan’ın etkisi tartışılmaz.”
Zana, konuşmasının devamında “İmralı Barış Süreci, Türkiye’de pek çok ezberi bozdu ve statükoyu sarstı. Üç dönemdir iktidarda olan AKP yavaş, aksak ve eksik de olsa cumhuriyet tarihi boyunca Kürt meselesinin çözümü yolunda en cesur adımları atmakta ve diyalog mekanizmalarını işletmektedir" dedi.
“Gerçekçi müzakereler başlasın” çağrısı yapan Zana, “Hükümet, muhataplık meselesinin gerçekçi bir şekilde ele aldı. İmralı ve Kürt Özgürlük Hareketi ile eşzamanlı diyalog mekanizmasını işletmesi anlamlı ve gelecek için umut vericidir. Ancak PKK’nın sosyal ve siyasal hayata dahil edilmesi, Öcalan’ın koşulları gibi ana başlıklarda gerçekçi adımlar atılmaması sürecin ciddiyetinin sorgulanması anlamına gelecektir” dedi.
BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, Abdullah Öcalan’ın çözüm deklarasyonunu hatırlatarak birinci aşamada yapılması gerekenlerin yapılmadığını söyledi. Kışanak, “İkinci aşama reformların, yasal düzenleme ve anayasal değişiklikler öngörüyordu. Hükümet yasal düzenlemeler yapmadı. Paket beklentileri karşılamaktan uzaktı. Bir anayasa çalışması da yapılamadı” dedi.
Bunun bir sonucu olarak PKK’nın geri çekilme sürecini durdurduğunu belirten Kışanak konuşmasına şöyle devam etti:
“Üç aşamalı sürecin ciddi bir tıkanma ile karşı karşıya kalındı. Sayın Öcalan ile görüşmelerin sürmesi önemlidir. Partimizin bir heyeti sınırlı da olsa Sayın Öcalan ile görüşmeye devam ediyor ve ateşkes devam ediyor. Bu üç pozitif şeye daha fazla önem vererek ama eksiklikleri de görerek, yaşanan tıkanıklığı aşabiliriz.
Üçüncü aşama normalleşme aşaması olarak görülüyordu. Normalleşme aşaması Türkiye’de biraz da hükümetin söylemleri ile biraz tartışılmaya başlandı.
Başbakan genel af tartışması başlattı. Her ne kadar Başbakan sonra inkâr etse de Türkiye kamuoyu böyle bir tartışmayı yaşıyor. Müzakerenin sağlıklı bir şekilde yürümesi için yasal dayanaklar oluşturulmazsa, sadece işi bir genel tartışmasına indirgemek bu süreci ortadan kaldırabilir. Böylesi büyük bir riskle karşı karşıyayız.
Eğer bir çözümden bahsedilecekse, çözüm Kürt halkının ve Türkiye’de yaşayan diğer kimliklerin temel hak ve özgürlüklerine kavuştuğu bir süreçle gerçekleşebilecektir.
Normalleşme doğru tartışabilirsek, bütün üç aşamayı da kapsayan bir çözüm aşamasına yeniden dönebiliriz. Türkiye cumhuriyeti katı merkeziyetçi, asimilasyoncu, hukuk dışı yollara başvuran, evrensel hukuk normlarını kabul etmeyen bir devlet gerçeği ile karşıyayız. Eğer bir normalleşmeden bahsedeceksek, devletin normalleşmesi gerekir.”
Kışanak sürecin bundan sonra devam etmesi için ilk aşamada yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
“Sayın Öcalan ile yapılan görüşmelerin devam etmesi ve kapsamının genişletilmesi gerekiyor. Sayın Öcalan’ın KCK yöneticileri ile temas kurabileceği iletişim imkânlarına sahip olması gerekiyor. Hasta tutsaklarla ilgili pozitif bir adım kamuoyunda büyük bir karşılık bulacaktır. Çünkü tam bir insanlık dramına dönüştü.”
Kışanak’ın ardından konuşan Profesör Doğu Ergil, Kürtlerin artık zamanının geldiğini, siyasal olarak sahneye çıktığını ifade ederek şunları söyledi:
“Ulus devletlerin dar ulus tanımı artık kültürel çeşitliliği taşımıyor ve yönetemiyor. Tarafların gönüllü olarak kabul edeceği yeni bir anlaşma lazım. Öcalan ülkelerin toprak bütünlüğünü bozmadan özgürlüklerini istediklerini belirtti. Kürtler biz ayrılalım, ayrı devlet kuralım demiyor. 95’te yaptığım araştırmada Kürtlerin yüzde 10’u ayrılmayı istiyordu. Peki Kürtleri içeren bir demokratikleşmeyi nasıl başaracağız. Yönetim bunu anlayamıyorsa, kendi ülkelerini de yönetemezler. Burada yapılan kardeşlik edebiyatı anlamsız. Kardeşlik bir sürü haksızlık ve eşitsizliği örten bir tabirdir. Kimse kimseyi aldatmasın. Bu eşitliği nasıl sağlayacağız. AKP’nin barış sürecine takvim sunamaması, aşamalandırılamamasının altında toplumsal direnç de var. Çok yakın zamanda hain, düşman dediğin insanlara, bir süre sonra barış yapıyorsun, halk bunu anlamıyor. Halk ‘biz yenildik de mi barışıyoruz’ diye soruyor. Bu sorun çok iyi planlanmış bir halkla ilişkilerle aşılabilir. Şimdi pozitif barışın inşa edilmesi lazım. Böyle bir hazırlık yok, böyle bir hazırlık olmayınca Kürtlerin beklentisi, demokratikleşme nasıl olacak.
Devlet adına siyaset yapmaya başlanınca halk adına siyaset yapmaktan uzaklaşılır. Bir anayasa yapamadık. Sadece AKP’nin çekilmesi değil, diğer partiler de transplantasyon ile birçok organı değişen 82 anayasa kafası durduğu sürece o kafa nasıl çalışıyorsa çalışması değişmiyor. Otoriter merkeziyetçi devletle toplumun ayrıldığı ve her şeyin yukarıdan belirlendiği refleks devam ediyor. Herkes AKP’den ve devletten bekliyor.
Burada birkaç yıl önce yaptığım konuşma, bir gün eski PKK’lilerin ellerinde şemsiyelerle turist rehberi olarak, biz burada toplanırdık, şurada mağaramız vardı, şurada pusu attık gibi bir turistik program uygulayacaklarını söyledim. Gidince canıma okudular. Artık bir Kürdistan doğuyor. Kürdistan’ın bulunduğu ülkelerin kabul edip kapsayacağı mı, yoksa dışlayacağı mı önemli. Her ülkenin Kürdistan’ı kültürel olarak var.”
Kürt sorunu yüzyıllık sorunlardan bir tanesi olduğunu hatırlatarak konuşmasına başlayan akademisyen Hüseyin Yayman şunları ifade etti:
“İmparatorluk döneminden bize miras kaldı. Kürt sorununda tarihsel olarak iki temel paradigma olduğunu gördük. Sorunu güvenlik, asayiş sorunu olarak gören, çözümü de güvenlikçi politikalarda arayan temel bir paradigma. 1925 yılında Şark-ı Islahat planında görebiliriz. Kürt sorununun demokratik çözümünü esas alan bir paradigma. Gelinen aşamada Kürtlerle Türkler arasında bir takım bariyerlerin olması çözümü engelliyor.
Türkiye 3 Ocak 2013 tarihinde milletvekillerinin gitmesi ile başlayan İmralı çözüm sürecine gelmeden önce 9 defa PKK ile görüşmeler ya da müzakereler başlattı. Son 20 yılda 10 büyük küçük, önemli önemsiz, devletle PKK arasında, hükümetle PKK arasında bir temasın, arayışın olduğunu görüyoruz. Bu süreçlerin başarısız olması çözüm stratejisinin olmaması, devlette aktör olmaması, statükocu yapıların, Ergenekon yapılanmalarının siyasi irade ve kararlılık meselesi olarak gösterebiliriz.
İmralı çözüm süreci ile beraber Erdoğan, Kürt sorununda deneme yanılma yolu ile yürüttüğü stratejide çok önemli değişiklik yaptı. Öcalan ile müzakere sürecinin başlaması cumhuriyet sürecinde hiç kimse cesaret etmedi. Ama kararlı adımların atılmaması o sürecin bir anlamda son bulmasına yol açtı. 2005-2009 sürecinde Kürtsüz Kürt sorununu çözme yaklaşımı sergilendi. 2009 demokratik açılım süreci ile beraber AKP Kürtsüz Kürt sorununu çözmekten vazgeçti, o gün legal temsilcilerle Ahmet Türk ve Emine Ayna ile yapılan görüşme ile demokratik açılım süreci başladı. Bu da maalesef Habur süreci ile sona erdi. Hükümet bu süreçte farklı bir süreç başlattı. Hükümet ardından PKK ve Kandil ile bir süreç başlattı, bunu Oslo süreci diyoruz. Bu süreç de Silvan saldırısı ile sona erdi. Deneme yanılma yolu ile en son bu süreç ve en doğru olan başlatıldı. Ben en başından itibaren aktörlük konusunda sorun olduğunu görüyorum. Devlette oluşan çok aktörlü oluşum, sürecin ilerlemesini engelledi. 2013’te Erdoğan devletin aktörlük sorununu çözdü. Tabii ki aktörlük sorununun PKK tarafı da çözüldü. BDP muhatap Öcalan’dır demesi başta kabul görmedi, gelinen aşamada bu sorun da çözüldü.
Diğer bir sorun güven sorunuydu.
En büyük sorun takvim sorunu. AKP’nin takvimi ile BPD’nin takvimi arasında sorun var. AKP zamana yayarak, BDP ve PKK ile hızlandırarak çözmek istiyor. Müzakerelerin devam etmesi, askerin biraz da kenera çekilmesi ve en son olarak da Sakine Cansız’ın Diyarbakır’daki cenaze töreninde yazılı olan ‘Savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktur’ anlayışı ile hareket edilmeli.”
Konferansın devamında Doğu Ergil, Hüseyin Yayman’ın yanı sıra T24 yazarı Hasan Cemal de konuştu. Konuşmasında “Henüz çözüme yakın değil, uzağız” diyen Cemal, “bazı temel meselelere hala el atılmadığını” belirterek şunları söyledi:
“Kürt sorununda, öyle anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan milliyetçiliği de, Türkiye’de sorunu 1920’lerden itibaren tarih sahnesine çıkaran Kemalist-milliyetçilik ile bir yerde benzeşiyor. Bunun içindir ki, AK Parti iktidarı ya da Tayyip Erdoğan bunca yıldır yeni ve demokratik bir anayasa yapamadı. Kritik konulara, demin de belirttiğim gibi, damardan giremediği için havlu attı.
Ne miydi bu kritik konular?
Türk vurgusu olmayan, etnik vurgudan yoksun, kapsayıcı bir vatandaşlık tarifi...
Anadilde eğitim hakkı...
Yetersiz de olsa, güçlü yerel yönetimler konusunda en azından bir başlangıç olarak Avrupa Birliği’nde geçerli olan yerel yönetim çerçevesi...
Seçim Kanunu’nda, Siyasi Partiler Kanunu’nda demokrasinin gerektirdiği değişiklikler...
Terörle Mücadele Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda demokrasinin kolunu kanadını kıran, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini fena halde kısıtlayan, hatta bazı durumlarda yok eden hükümlerden kurtulmaya dönük düzenlemeler...
Hapisteki milletvekillerini, KCK’lıları, gazetecileri özgürlüklerine kavuşturacak yasal adımlar...
Af...
Hapisteki hasta mahkumların öncelikle serbest bırakılması...
Ve hiç kuşkusuz Öcalan’ın İmralı koşullarının çok daha iyileştirilmesi ve geleceği…”
Listenin uzatılabileceğini söyleyen Cemal, “Hayal kırıklıklarına rağmen henüz Tayyip Erdoğan’dan Kürt sorunu ve çözüm süreci konusunda umudumu tümüyle kesmediğini” belirtti. Cemal, “Kapıyı hala aralık tutmaya çalışıyorum” ifadesini kullandı.
HRW Araştırma Görevlisi Emma Sinclair-Webb, konferanstaki konuşmasında şunları kaydetti: “Örgütümüz, birkaç kez Kürt sorunun çözülmemesinin Türkiye’de insan hakların da saygı duyulması önünde engel olduğunu dile getirdik. Barış sürecini tehlikeye atan, özellikle de azınlık haklarını tehlikeye atan yaklaşımlar olduğunu söyledik. Bu yıl iki önemli gelişme oldu. Barış süreci ve Gezi olayları. Gezi gösterilerinin başlaması ardından tüm Türkiye’ye yayılan gösteriler oldu. Bu iki konu birbiri ile bağlantısız olan konular değil. İkisi arasında önemli bağlantılar var…
Gezi gösterilerinde ve barış sürecinde ortaya çıkan bir durum var. Türkiye’de pasif vatandaşlıktan, aktif vatandaşlığa yönelim söz konusu. Sadece Ankara’dan gelen talimatlar konusunda değil, kendi geleceklerini tayin edecek olan vatandaşlar haklarını savunmaya başladı. TMK’nin istismarı söz konusu. Gazetecileri, öğrencileri, sadece Kürt olduğu için vatandaşları tutuklamak, mahkûm etmek için kullanılıyor.
Suçların cezasız kalması durumu var. Kamu kuruluşlarının, devlet kurumlarının işlemekte olduğu suçların cezasız kalması durumu hala sürüyor. Türkiye’nin sorunu sistematik bir sorun. Ceza sistemi içerisinde yer alan bir sorun. Keyfi tutuklamalar hala sürüyor. Aynı zamanda adil olmayan yargılama süreçleri yaşanıyor.
KCK davaları üzerinde çalıştım. Binlerce kişi yargılanıyor, hatta bu salonda bulunan bazı katılımcılar da KCK davalarında yargılanıyorlar. Birçok kişi, çok uzun süre boyunca tutuklu kaldı. Diyarbakır’daki davada birçok milletvekili ve belediye başkanı, Muharrem Erbey, Nejdet Atalay da dört yıldan fazladır tutuklu. Acilen bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Barış süreci çerçevesinde bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Sadece siyasi bir çözümden bahsetmiyoruz. Keyfi tutuklamaların önüne geçmekten bahsediyoruz. Mahkemeler hiçbir gerekçe olmaksızın tutukluluk sürecini sürdürüyor. 3. ve 4’üncü yargı paketinde bazı düzenlemeler getiriliyor. Ama yine de hala alınması gereken uzun bir yol var. Ceza kanununu 314 sayılı maddesi de sorunlu.
Barış süreci ile ilgili olarak, geçmişte işlenen suçların cezasız kalması durumu söz konusu. Şu anda süregelen davalar var.
Güney Amerika’da adalet gerçeklik komisyonları kuruldu. Bu komisyonlar davaları kolaylaştırdı. Hakikat komisyonu Türkiye’de de aynı şekilde önemli bir role sahip olabilir. Devlet eliyle yaşanan istismar olayları, faillerin tespit edilmesi gerekiyor. Özellikle JİTEM’e ilişkin bunun uygulanması lazım. PKK de bu süreçte birtakım hataların olduğunu kabul etti. Geçmişte işlenen suçların kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum ki, kalıcı barış olabilsin. Türkiye’de çok önemli bir süreçten geçiyoruz. Türkiye’deki insan haklarının güçlendirilmesi şeklinde bakıyoruz.”