T24 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 12 Haziran seçimlerinin ardından yaptığı "Balkon Konuşması"nda "Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi"ne dikkat çekti. Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, "Başbakan’ın balkon konuşmasında Türklerin, Kürtlerin ve diğer unsurların anasır-ı İslam kabul edilip kurucu yapıldığı, Türk yerine Türkiyeli kavramının kullanıldığı, merkezileşme yerine adem-i merkeziyetçiliğin esas alındığı Cumhuriyet’in kurucu felsefesine, 1921 Anayasası’na ve Birinci Meclis’e atıf yaptığı cümle Öcalan’ın savaşı bitirmek için beklediği cümle olabilir" dedi. Yıldıray Oğur'un Taraf gazetesinde "O sözü söyledi" başlığıyla yayımlanan (14 Haziran 2011) yazısı şöyle:O sözü söyledi12 haziran gecesi Başbakan, meşhur balkona çıktı.
Önce “Bugün Türkiye kadar Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar, Avrupa kazanmıştır” diyerek Gazze’ye, Beyrut’a, Diyarbakır’a, Saraybosna’ya selam gönderdi.
Sonra “Adnan Menderes’in, Hasan Polatkan’ın canlarını feda ettikleri demokrasi bu ülkede sarsılmaz bir güce ulaşıyor. Merhum Turgut Özal’ın hayalleri, özlemleri artık yerini bulmuştur” diyerek tarihe, köklerine...
Buraya kadar duyduklarımız normal ve tanıdıktı. Konuşmanın en can alıcı mesajı hemen bunun ardından geldi. Başbakan bugüne kadar kendisinden duymaya alışık olmadığımız bir kavram kullandı:
“Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine uygun şekilde, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmıştır. Acılar dolu demokrasi tarihimiz bugün artık farklı bir konuma ulaşmış, yaşanan tüm acılar, canlarını yitiren tüm kardeşlerimizin ruhu bir nebze olsun şad olmuştur.”
Seçimin sonucundan çok merak edilen, didik didik edileceği baştan belli olan balkon konuşmasının içine özenle yerleştirilmiş “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi” kavramı özel tarihsel ve siyasal anlamları olan bir kavram.
Neden “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi” de, “Atatürk ilke ve inkılapları” değil, neden “Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları” da, “Ulu Önder Atatürk” değil. Çünkü “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi”yle kastedilen tarihsel dönem erken cumhuriyet dönemi. 23 Nisan 1920’den, 1924’e kadarki Birinci Meclis dönemi. Adem-i merkeziyetçi 1921 Anayasası’nın geçerli olduğu, henüz herkesin Türkiyeli kabul edildiği, başta “Ulu Önder Atatürk”ün değil, “Gazi Mustafa Kemal”in olduğu yıllar.
Kavram siyasi tartışmalarda bu döneme atıf yapmak için kullanılıyor. Örneğin basit bir Google taramasında karşıma çıkan Kürt açılımı üzerine 15 Ağustos 2009 tarihli yazısında Fehmi Koru şöyle demiş:
“Türkiye’nin birlik, dirlik ve huzura yeniden kavuşma ihtimalinin büyümesi, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin dirilişinin de habercisi... Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında çıkan Şeyh Said isyanı ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile başlayan yeni dönem bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna ebelik etti; ‘Kürt sorunu’ onlardan biridir... O sorunun çözülmesi yeniden başlangıç felsefesini diriltmeyi de getirebilir.”
Kavramı son dönemde sıklıkla kullanan isimlerden biri eski Akşam yazarı şimdilerde AKP’nin seçim kampanyasına danışmanlık yapan Atılgan Bayar. Bayar da Kürt açılımıyla ilgili yazılarında Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine, Birinci Meclis dönemine atıflar yapıyor.
Başbakanlık çevreleri balkon konuşmasındaki “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi” kavramının da aynı tarihsel döneme ve siyasi anlama gönderme yaptığını onaylıyor.
Başbakan balkon konuşmasının devamında “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin” yeni anayasa sürecinin de temel felsefesi olacağını ise şu sözlerle anlattı:
“Bu anayasada herkes kendisini bulacak. Doğu kendisini bulacak, Batı kendisini bulacak, Kuzey bulacak, Güney bulacak. Velhasıl milletim işte bu benim anayasam diyecek. Bu anayasa Türkiye’nin her zerresine, milletimin her ferdine hitap edecek. Yeni anayasa milletin her bir ferdini birinci sınıf olarak görecek. Her kimlik, her değer, herkesin özgürlük, demokrasi, barış ve adalet talebine bu anayasa karşılık verecek. Bu anayasa Türk’ün, Kürt‘ün, Zaza’nın, Arap’ın Çerkes’in, Roman’ın, Alevi’nin Sünni’nin, azınlıkların yani 74 milyonun anayasası olacak.”
Aynı konuşmadaki “Milli birlik ve kardeşlik sürecine hız verecek annelerin gözyaşlarını durdurmak için çok daha büyük bir gayretle çalışacağız” sözlerinin de altını çizip hatırlatalım:
“Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi”ni sıklıkla kullanan isimlerden biri de Abdullah Öcalan.
Öcalan İmralı’da yargılandığı davadan itibaren Kürt sorunun ortaya çıkışını “Cumhuriyet’in başlangıcındaki kuruluş felsefesinden uzaklaşmaya” bağlıyor.
2007’de avukatlarına “1921 Anayasası’nın örnek alınmasını öneriyorum. Bu yeni taslağa ilişkin somut olarak şunu da söyleyebilirim: ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder.’ Bu cümle bile yeterlidir. Birçok şeyin önünü açar. Bu cümleyi anayasaya koysunlar iki ay içinde PKK silahı bırakır” diyen Öcalan, 12 Haziran seçimlerinden hemen önce “Başbakan 15 hazirana kadar çıkıp konuşsun ve bana ‘silahlı güçlerini bir yere çek ve biz de demokratik anayasa çözümü üzerinden çözüm getireceğiz’ desin. O zaman bu savaşı durdurmuş olur” demişti.
Başbakan’ın balkon konuşmasında Türklerin, Kürtlerin ve diğer unsurların anasır-ı İslam kabul edilip kurucu yapıldığı, Türk yerine Türkiyeli kavramının kullanıldığı, merkezileşme yerine adem-i merkeziyetçiliğin esas alındığı Cumhuriyet’in kurucu felsefesine, 1921 Anayasası’na ve Birinci Meclis’e atıf yaptığı cümle Öcalan’ın savaşı bitirmek için beklediği cümle olabilir. Yeni anayasanın Cumhuriyet’in kurucu felsefesine uygun olarak yapılacağını öğrenmek Öcalan’ı çözümü sürdürme ve çözüm karşıtlarına karşı savunma konusunda ikna edecektir.
Seçimden önce bir kıyamet tarihi olarak, tehditli cümlelerde kullanılan 15 haziran tarihinden önce İmralı’da devlet yetkilileri ile Öcalan arasında dün son bir görüşme daha yapılması bekleniyordu.
Eğer bu görüşme yapıldıysa ve görüşmede devlet yetkilileri Öcalan’a Başbakan’ın balkon konuşmasının tam metnini verdiyse muhtemelen Türkiye, 15 Haziran sendromundan da kurtulacak, barış yolunda ilerlemeyi sürdürecek.
Eğer son dakika bir YSK krizi çıkmazsa PKK da, asmalı kesmeli seçim meydanlarından sonra normale dönen Türkiye’nin gündeminde silahın olmadığını tesbit ederek ateşkes kararını uzatabilir.
Bu kararı bu kez zorla girdikleri seçimde sandıktan çıkan sonuçla silahın gücünün siyasetin gücü karşısında ne kadar kıymetsiz kaldığını bir kez daha gören, Türkiye’nin yeni ana muhalefet partisi
Kürt siyasal hareketi de destekleyecektir.
Bir söz bazen bu kadar çok hayra vesile olabiliyor...