Yıldız Ramazanoğlu (Zaman, 13 Haziran 2013)
Bebeğin ilk hücreleriyle anne olur bir kadın. İçinde insana doğru ilerleyen bir canlı soluk alıp vermekte, küçücük kalbi büyük bir tevekkülle çarpıp durmakta, annenin kuşku götürmez sevgisine, Yaratıcı'sının sonsuz inayetine güvenerek gün saymaktadır.Kadınlara karşı otoriter bir dille konuşmak ziyadesiyle örseleyici. Hukuki olarak bir yaptırımı olsun olmasın kürtaj kararı almak, zaten yeterince acı verir. Sonuçta birazdan yatacağınız soğuk masada canınızdan bir parça, en iyi koşullarda, yasalara, Kitab'a en uygun biçimde bile olsa acıtarak, kanatarak sizden koparılıp alınacaktır. Bu uğurda canından olanlar, psikolojisi bozulanlar, bedeninden söküp attığı varlığı belleğinden söküp atamadan bu yarayla yaşayanlar ne kadar çok.
Bebeğin, dünya ne kadar kalpsiz olursa olsun, yine de karaya adım atma, müşahede ve tezahür alanına çıkma, doğma hakkı vardır hakkaniyet tarafından bakılınca. Kadın yalnız ve ıssız bırakıldığı acımasız koşullarda, bebeğin dünyayı adımlayamamış ayakları, çarpan kalbi ve susturulmuşluğu karşısında herc-ü-merc olurken, bir de başkalarının hiçbir iyilik vaat etmeyen kuru, boş, sadra şifa olmayan fikirlerini dinlemeye tahammülü olabileceğini hiç sanmıyorum. Rüyalarında bebeğin elinden tutup kırlarda dolaşmakta, uyanınca ruhunun iç odalarında kendini mahkûm etmektedir, gülüp oynar görünürken.
Kadın ve içinde yüzen bebek; iki can var ortada, oysa üç candan söz edilmeli değil mi peki? Devletten sivil toplum örgütlerine, yukarıdan aşağıya kullanılan dil ne kadar soğuk ve anlamaktan uzak. Çok kullanılınca etkisizleştiği için ataerkilden söz etmekten kaçınmaya çalışıyoruz ama söz birliği etmiş gibi aynı dili konuşan devletten ya da sivil yaşamdan erkeklerin meseleyi bir kadın sorunu gibi ele almaları son derece manidar. Kadının bedeni, kadının canı, kadının kararı söylemiyle işin içinden sıyrılmaya çalışan, olayda erkeğin hiçbir dahli, kusuru, kabahati, sorumluluğu yokmuş edasıyla dolaşıma sokulan söylem, sinsice kadını bile nasıl ikna ediyor ki, pankartlarda erkeği sorumluluk almaya, 'benim de canımdan bir parçadan söz ediliyor, bir dakika' demeye davet eden kelimeler yok.
Amargi dergisinin son sayısında Aksu Bora, erkeklerin kırıcı diline alışığız zaten, buna aldırmadan, kadın sesini duyurmak için harcadığı enerjiyi kendi içinin sesini dinlemek için de harcamalı derken, kürtaj hakkının eğitim ya da sağlık hakkı gibi bir hak olarak telaffuz edilmesindeki probleme dikkat çekiyordu.
Nasıl bir dil kurulmalı? Miras hukukuna bakacak olursak erkeğin ölümü vuku bulduğunda, anne karnındaki bebek ilk andan itibaren ve doğum sonrası ölenin mirasçısı olmakta. Hamile kadını öldüren kişiye haftasına bakılmaksızın ağırlaştırıcı hükümler konulmuş. Aslında kişilik hakları başlamış bir minik insanla karşı karşıyayız.
Dinin vazettikleri üzerinden konuşulmasın deniliyor ama Amerika'da da, Avrupa'da da bu konuda inançlar en belirleyici konumda. Siyasetin ABD'de ikiye ayrıldığı en temel konulardan biri politikacıların kürtaj konusunda aldıkları tavır. İslam hukukunun müktesebatı bu konuda farklı yaklaşımlarla dolu. Mesela dört aya kadar kürtaj olunabileceğinden bile söz ediliyor ki, bu hangi koşulları ihtiva eder erbabının konuşması lazım.
Aslolan insana, hayatın nevşünema bulmasına ve emaneti üstlenen kadına sahip çıkmak, maddi manevi dayanışma içinde olmak, topluma bu yönde beyin fırtınaları yaşatacak adımları atmak ve çaresizliği ortadan kaldırmak.
Geçtiğimiz günlerde toplumsal cinsiyeti konuşan kimi din adamlarının, Peygam-berimiz'in evde eşine yardım etmesinin ve kendi işlerini görmesinin müminlere sünnet olarak takdiminin gereksizliğine dair sözlerine tanık olmuştum. Kadın konusunda kılı kırk yaran, bağlayıcı, müeyyide uygulayıcı tutumlar, onlara birazcık yardıma gelince sünnet-i seniyye bile birden şekil değiştirip olmasa da olabilir noktasına gelebiliyor.
Her şeye rağmen bu toplumda en modern yaşam tarzındaki insanlar bile dini meşruiyete kıymet vermeyi sürdürüyor ve müftülüklere binlerce soru soruyorlar. Geçtiğimiz hafta Sakarya'da gerçekleşen İl Müftüleri Semineri'nin sonuç bildirgesinde kürtaj bahsi için çok önemli açıklamalar yapıldı. Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanın emanetini üstlenmek için herkes sorumluluğunu üstlenmeye çağrılıyor ve kadına sahip çıkan bir söylem var. "Kürtaj meselesinin sadece bir kadın meselesi olarak ele alınması büyük bir haksızlıktır. Zira tarih boyunca bu meselenin en büyük sorumlusu, müsebbibi erkekler iken, en çok ıstırabı çekenler, mazlum ve mağdur olanlar hep kadınlar olmuştur." denilmesi iyi bir başlangıç.
Erkekler, kadınların kürtaj hakları için yürüyor. Hiç sıcak gelmedi bana, tersine, çok ironik ve suç bastırıcı bir yanı var. Yayınlanan çağrı metnine göre kürtaj, kadınların nihai kararıyla gerçekleştirebilecekleri bir hakmış. Bu konuda ahkâm kesmek erkeklere düşmezmiş. Bildiride ataerkil devletin kadınlara yönelik saldırılarından söz ediyor ve kadınlar adına konuşmayı reddettiklerini söylüyorlar. O halde kadınlar adına susmalı ama kendi adlarına konuşmalılar. Bu dünyada kadınları kürtaja sürükleyen, yaşamlarına değer vermeyen, güven ve sadakati esirgeyen, özgürlük ve keyif adına kürtaj için baskı yapan hatta şiddet uygulayan erkeklere sözünüz var mı? Peki işlerimin çokluğu, görüşmelerimin yoğunluğu, gecelerimin doluluğu yüzünden vatan için, millet için çocuklarımın yüzünü bile göremiyorum diyerek bırakın doğmamış bebekleri, hayata gelmiş çocuklarından bile ilgiyi esirgeyenlere... Bir de bunu, büyük işlerin adamı olmanın göstergesi olarak takdim edenlere ne demeli.
"Karar kadının" üsttenciliğiyle kadına özgür bir alan açıyormuş gibi yaparak kaçmak ve kadına ve bebeğe sırtını dönmekten başka bir şey değil yaşadıklarımız.
Bu konu varoluşu, siyasetin insan yaşamına müdahalesinin sınırlarını, erkekliğin kadınlığın kurulumunu, kutsallığın istismarını, daha nice gizli zaafları ezme ezilme biçimlerini, iki kişi arasında başlayan faşizmleri ve Bachman'ın Malina'da dediği gibi ilişkilerdeki kansız yaralanmaları ve ölümleri tartışmaya, gün yüzüne çıkarmaya müsait.