'Kürtaj, yalnızca 'fiziksel' terimler içine sıkıştırılacak bir konu değil'

'Kürtaj, yalnızca 'fiziksel' terimler içine sıkıştırılacak bir konu değil'

Murat Belge

(Taraf, 5 Haziran 2012)

 

Kadın ve 'görev'

 

Şu “kürtaj” konusu açıldığından beri, bunu protesto edenler “beden” kavramını öne çıkarıyorlar. Bunun elbette “beden”le ilgisi var ama konu yalnızca “fiziksel” terimler içine sıkıştırılacak bir konu değil. Bir kadının doğurmak istememesinin çocuk bakmak yerine vaktini şu ya da bu biçimde kullanmak istemesinin bin bir çeşidi, gerekçesi olabilir. Ve tabii ki kararını kendisi verecektir.

Yirminci yüzyıla yaklaşırken modernleşme savunucuları, “ileri” bir talep olarak, “kadınlara eğitim”i talep ediyorlardı. Neden gerekliydi bu. Çünkü kadınlar “anne” oluyor ve çocukların eğitiminde en belirleyici rolleri üstleniyorlardı. Anne “cahil”se, çocuğun da kötü yetişeceği belliydi. O halde, çözüm önce anneyi eğitmekti.

Bu memlekette “birilerini eğitmek” denince, bundan ne anlaşılacağı, çok yazılmış çizilmiş bir konu. Kısacası, “Sütüm sana helâl olmaz saldırmazsan düşmana” demesini (Mozart’ın müziği üstüne) bilen annelerin sayısını arttırmak diye özetleyebiliriz bu “anne eğitimi”ni.

Ama eğitimin içeriğine de gelmeden, niçin gerekli ya da yararlı olduğunun açıklanmasına bakmak yeterli. Bir kadın, kendisi olduğu için değil, iyi çocuk yetiştirmekle yükümlü olduğu için, eğitim görmeli. Bunun mantikî ters çıkarımı, anne olmayan kadına eğitimin gerekmediği.

Peki, çocuğunu iyi eğitimli yetiştirmek hangi bağlantıyla anneliğin bir işlevi haline geliyor? Bu, annenin doğal olarak yapmak istediği bir şey mi? Genel anlamda, evet, yavrusunu doğuran hemen hemen bütün canlılar, bir süre de onlara hayatı öğretmeye çalışıyorlar. Ama bu örnekten anladığımız bu değil. Anneden beklenen, bir ulus-devletin itaatkâr üyesini yetiştirmek. İlla “ulus-devletin” olmayabilir. Ama, son analizde, bireyi aşan bir topluluk sözkonusu ve bireyin kendini o topluluğa adaması, onunla özdeşleşmesi gerekiyor. Yani, “varlığım Türk varlığına armağan olsun.”

Bu şimdiki “doğurma” politikasının da bundan farkı yok. Başbakan öyle buyurdu, “Üç çocuk yapın” dedi. Yani Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun artmasını istiyor. Bunu da, gene, bu ülkede yaşayan kadınların önüne, ulusal bir görev olarak koyuyor.

Adını ne koyacaksak koyalım: ulus, din, sınıf vb... “Büyük” olduğu kabul edilen toplumsal birim var; bunun yanında, kadın veya erkek, birey, pek sevilen ve sık sık tekrar edilen benzetmeyle, bir “vida”. Büyük makinenin küçük bir parçası.

Bu düşünce tarzının ürettikleri arasında her zaman önce kadınlar güme gider. Mantık ona göre, erkek egemenliğine göre biçimlenmiştir. Onun için başka türlü olması da beklenemez. Ama bu mantık erkekler için de çok farklı işleyen bir şey değil, çünkü toplumda yeriniz altlarda kalıyorsa, sistem sizi de çoktan gözden çıkarmıştır. “Yerine yenisi kolay tedarik edilebilir” bir nesnesinizdir.

Türkiye’de “muhalif” bir siyasî anlayışı temsil ederek iktidara gelmiş bu kadronun geldiği yerde durdukça muhalefet ettiği anlayışa ne çok benzediği, bugünlerde sık sık yazılan bir konu. Bu gibi temel ideolojik belirlenmelere bakınca, bu benzeşme göz çıkaracak ölçüde belirgin bir hâl alıyor.