Salih Tuna (Yeni Şafak, 4 Haziran 2012)
Biz ne şer'i hukuka göre yönetilen bir ülkeyiz; ne de şer'i hukukun bağlayıcılığına topyekûn inanan bir toplumuz.
Hal böyle olunca şer'i hukuku kısmen de olsa devlet eliyle zoraki uygulamaya kalkışmak, hem topluma hem de bizzat şer'i hukuka haksızlıktır.
İslam hukuku, Seyyid Kutub'un da yerinde ifadesiyle, İslam toplumunun hukukudur.
İslam hukuku, açlıktan simit çalmak zorunda kalan veya Gaziantep'te baklava çalan çocukların yakasına yapışmaz.
Zira...
İslam'ın, 'Evinde ekmek olmadığı halde kınından sıyrılmış kılıcıyla başkaldırmayan adama şaşarım' diyen öncüleri, Ebu Zerr'leri var.
Bir de, İslam hukuku asla anakronik değildir; o kadar ki, illet değişince hüküm de değişir.
İslam ulemasının ittifak ettiği esaslardandır bu!
Yanlış anlaşılmasın, hükümleri zamana ve mekana mahkum ederek yerelleştiren 'tarihselcilikle' hiç işim olmaz.
Hüküm bakidir, yok olmaz. İllet zuhur ederse elbette hüküm de geri döner.
Muhafazakar ahlakın hiçbir zaman böyle meseleleri olmaz.
Hacı baba ahlakıdır o.
Oğlu ateist olmuş farkına varmaz; 'Beynamazlık yapma; kalk iki rekat namaz kıl deyyus!' diye azarlar hâlâ.
İtikadı olmayana ilmihal icbar eder.
Muhafazakar ahlak eklektiktir.
Şer'i hukuka vestiyerdeki kostüm muamelesi yapar.
İslam'ın bağlayıcılığına inanmayan birine fıkıhtan bahsetmenin, mesela, zinayı haram görmeyene kürtaj hakkında fetva vermenin manası ne?
E haliyle Ahmet Altan'ımızın da kafası hepten karışmış, bir bakıma cami ile kışla arasında kalmış: 'Genelkurmay bildirileriyle yaşamakla Diyanet fetvalarıyla yaşamak arasında hiçbir fark yoktur, ikisinde de nasıl yaşayacağınıza 'devleti yönetenler' karar verir..'
Genelkurmay bildirisiyle Diyanet fetvasını bir tutmak olacak şey mi Allah aşkına?!
Her şeyden evvel, halka yaşam tarzı vazeden genelkurmay bildirisi gayrimeşrudur; Diyanet fetvası (inansanız da inanmasanız da) meşrudur.
Meşru olmayan, fetvanın temel kaynaklarına inanmayana fetva dayatmaktır.
Ahmet Altan'ımızın da haklı olduğu yer tastamam burasıdır.
Suç ve haram bambaşka kavramlardır.
Suçu yasa belirler, haramı din.
Suç toplumsal mutabakat sonucu ortaya çıkan hukukta karşılığını bulur, haram ahlakta.
Ahlakla hukuku da hepten bir tutamazsınız.
Ahlakınızın hukukta karşılık bulmasını isteyebilirsiniz ama toplumsal mutabakat sağlamadığınız sürece kimseyi buna icbar edemezsiniz.
Gelgelelim birçok 'din adamı' sebeplerden ziyade sonuçlarla ilgileniyor.
Mesela, kırk televizyon kanalının, kırk diziyle matine-suare zinayı özendirmesine, zinanın yegâne yaşam biçimi haline getirilmesine aldırış etmezler, zina yasaklansın derler.
Necip Fazıl'ın 'Camiler serbest ama bütün yolları yasak' şeklindeki ifade kalıbından mülhem sormak gerek:
Kürtaja giden bütün yollar serbestken kürtajın yasak olmasından ne çıkar?!
Bir de şu var:
Birçok 'din adamı' yetim hakkı konusunda, infak veya kenz konusunda, adalet konusunda hassas değil ama sıra kadınlara gelince öyle coşuyorlar ki susturana aşk olsun.
Dünya durdukça durası bir üstadımız (iznini almadığım için adını veremiyorum) anlatmıştı:
Seksenli yıllarının hemen başında, Anadolu'da herkesin saygı duyduğu bir hoca efendiye, 'Bize ve Müslüman gençlerimize bir tavsiyeniz var mı efendim?' diye sormuş.
Hoca efendi şöyle cevap vermiş:
'Karilara bakmayin.'