T24- “Mavi devin 40 yıllık öyküsü” başlığı ile bu yıl 50'inci yılına giren İpragaz'ın yaşadıklarını kitaplaştıran şirketin kurucusu Yücel Kurttepeli, dönemin Enerji Bakanı eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın İstanbul ve Anadolu'da tüpgaz sıkıntısı yaşandığı vakitlerde "Çanakkale'ye yaklaşan tankerleri kendisinin ön izni alınmadığından geri yolladığını" açıkladı. Kurttepeli, 91'deki seçimlerde Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel'in seçim vaatlerini yerine getirebilmek için İpragaz'ın hisselerine talip olan Fransız Primagaz'a özelleştirmede bir sorun çıkmayacağına dair "hükümet olarak tüm garantiyi verdiklerini" belirtti.
Murat Sabuncu'nun Milliyet gazetesinde yayımlanan haberi (30 Aralık 2010) şöyle:
Elimde bir kitap var. Adı “Mavi devin 40 yıllık öyküsü”. Mavi dev yani bugün 50 yaşına basan İpragaz. Anlatan ise bu şirketin kuruluşunda çalışan isim Yücel Kurttepeli. Kitap 104 sayfa. Aslında 200 sayfa olacakmış ama Kurttepeli’nin avukatları “aman demişler”... Hepsini yazarsanız ve şahit bulamazsak bir sürü dava açılır bize. O da kitabı kısaltmış.
Kısa hali bile “Türkiye’nin ilginç enerji tarihini” gözler önüne seriyor. Önceki gün Kurttepeli ile buluştuğumuzda “kitaptan fazlasını” dinledik. Önce hayatımıza “tüp”ün ilk girdiği yıllar. 1960 yılına kadar Türkiye’de yemekler çoğunlukla odun ya da kömür ateşinde ya da çalı çırpı ile pişirilirdi. Hali vakti biraz yerinde olanlar gaz yağı kullanırdı ancak o da yemeğin içine sinen ağır bir koku bırakırdı. Sonra Beyrut ve eski Yugoslavya’dan gelen LPG tüpleri mutfaklarda yavaş yavaş yerini almaya başladı.
‘Bacadaki gaza talibiz’
Bu işin tutacağını gören Yücel Kurttepeli ve ortakları ilk adı Eureka Metal olan İpragaz’ı kurdular. Tüpraş’a gidip “Sizin havaya savurduğunuz kullanımı olmadığı için bacada yaktığınız gaza talibiz” dediler. Böylece Türkiye’nin ilk LPG tüpünü dolduran İpragaz’ın öyküsü de başlamış oldu. Öykünün başkahramanı Yücel Bey’in meslek hayatının çoğu Ankara’da geçiyor. Hep siyasetçilerle işi. Sektörü anlatmak, sorunları halletmek. O kadar çok gidip geliyor ki işini devrettiğinden beri yani 7 yıldır başkente gitmiyor.
Kurttepeli’nin anılarından kendi ağzından birkaç not:
Türk insanı tüpe önce çok ihtiyatlı yaklaştı. Kimse almaya cesaret edemedi. Köy muhtarlarına ocak ve tüp verdik. Yavaş yavaş insanlar bu tüpün hayatını kolaylaştıran çok önemli bir ürün olduğunu anladılar.
1 Nisan 1962’de İpragaz tesislerinin resmi açılışını yapıyoruz. 3 bakan açılışa geldi. Aralarında dönemin Enerji Bakanı Fethi Çelikbaş da var. Kendisine bir tüpün 4 kişilik ailenin 1 aylık yemeğini pişirebileceğini söyledik inanmadı. 3 korumasını dikti, tüpün nasıl yemek pişirdiğini gözlemletti. Ancak o zaman ikna oldu.
Millileşme meselesiFerit Melen dönemi. Kulağımıza şirketlerin millileştirileceğine dair söylentiler geliyor. Aslı astarı var mı diye Ankara’ya gittik. Ziyaret ettiğimiz bakanların hiçbiri böyle bir girişim olduğunu kabul etmiyor. Ferit Melen’e çıktık. Kendisi bize ‘Böyle saçma şey olur mu, nereden çıkarıyorsunuz bunları’ diye çıkıştı. Özel kalemini çağırdı emin olmak için. Meğer hakikaten böyle bir tasarı var. Kabinenin tüm bakanları imzalamış, bir tek Başbakan’ın imzasına kalmış. Sonra iptal ettirdik kurtardık durumu.
Birkaç anı da yakın geçmişten. Aslında beni en çok çarpanları. Biri Deniz Baykal biri Süleyman Demirel ile ilgili.
Önce Baykal: Deniz Baykal Bey Enerji Bakanı. 1979’da randevu aldık, odasına gidiyoruz. Dernek olarak bizi ayakta karşılıyor. Biz de “hayırdır inşallah” diyoruz. Deniz Bey “Dernekler, menfaat şirketleri gibidir. Siz. kendi menfaatleriniz için birleşmişinizdir. Onun için ben, dernekle konuşmam. Buyurun gidebilirsiniz simdi” dedi.
Biz de dedik ki “efendim istiyorsanız, şirketler olarak izah edelim”. “Yok yok... Hiç konuşmam” dedi ve biz çıktık.
Karışık dönemler
Buna benzer bir başka olay, şöyle cereyan etti: İstanbul’da ve Anadolu’da benzin ve tüpgaz sıkıntısı var. Hani Ecevit’in, “5 sente muhtaç olduk” dediği yıllarda. O zaman Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, İstanbul’a geldi. Bütün petrol şirketlerini topladı, LPG sektörünü temsilen derneğin başkanı olarak da gittim. Dediler ki “Size çok iyi bir haberimiz var. İki tane tanker geliyor, yavaş yavaş Çanakkale’ye yanaşıyor. Bunlar yarın Çanakkale’den geçecek ve o gün akşam da bu gazı ve petrol yakıtlarını boşaltacak. Siz de, bunları bir an evvel tüketiciye intikal ettirmek için tedbir alın. Bizim toplantıyı yapmamızın sebebi bu”... Hemen bir sürü alternatifler üretildi, müşteriye iletilmesi için. Hatta valilikten polis istendi. Çünkü bir bayiiye gaz vermeye başladın mı arbede çıkar diye. Bütün bunlardan sonra tesislere de dedik ki “Gece çalışıyorsunuz”. Ertesi gün baktık, tankerlerden ses seda yok. Bizim Çanakkale bayiini arıyoruz, “Hiç tanker geçti mi?” diyoruz. “Yok efendim önce duruyorlardı. Ama gittiler”... “Nasıl giderler” diyerek Hikmet Çetin Bey’i arıyoruz. Özel kalemi diyor ki “Bakan bey bu konuda size bilahare bilgi verecek”. Ama biz burada tıkırdıyoruz, herkes heyecanla bekliyor. Akşamüzeri Hikmet Çetin Bey’e nihayet ulaştık. Dedi ki; “Çok özür dilerim. Biliyorsunuz ithalat yetkisi Enerji Bakanı’nın elindedir. Böyle bir teşebbüse kendisinin ön izni olmadan girdiğimiz için, şimdi ithalat iznini imzalamıyor. Tankerler geri gidecek”... Olan halka oluyor. Söylemeye çalıştığım, maalesef şirketlerin gelişimlerinin önünde o kadar manialar ve terslikler çıkıyordu ki, bunları yenmek için ya mecbur oluyordunuz politikacı peşinde koşmaya veya çok uzun mücadeleler veriyordunuz. Yani iki sınıfa dahil oluyordunuz, yalaka veya mücadeleci... İkisinden biri...
Gaz satışından çiftçi parasıVe Demirel. Sene 1991. Süleyman Demirel seçimi kazanıyor. Seçimden önce çiftçilere birikmiş alacaklarını iktidara gelir gelmez. 2 ay içinde ödeme sözü vermiş. Vermiş de Hazine’de kaynak yok. Tam o dönemde Fransız Primagaz, İpragaz’daki yüzde 49’luk TPAO hissesine talip. Ancak Fransızlar tedirgin. Çünkü özelleştirmede sıkıntılar oluyor, bazı sözler veriliyor tutulmuyor.
Satışın Demirel için ise ayrı bir önemi var. Fransızlar’dan gelecek para ile çiftçiye vaadettiği ödemeyi yapacak. Satış sürecinin bir an önce bitmesini bekliyor. Fransızlar nazlanınca dönemin Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanı Fransızlar’ın yanında Başbakan Demirel’i arıyor. Demirel telefonun sesinin açılmasını istiyor ve Fransızlar’ın da duyabileceği şekilde Hükümet olarak bu satışta tüm garantileri verdiklerini belirtiyor. Fransızlar ikna oluyor ve 89 milyon dolarlık ödemeyi yapıyor. O ödeme ile de Hazine biraz rahatlayıp çiftçilerin parasını ödeyebiliyor, Demirel sözünü tutmuş oluyor.