Siyasete AKP çatısı altında devam edecek olan Numan Kurtulmuş, dış politikada Türkiye'nin 'ekseninin kaydığı' iddialarına da tepki gösterdi. Kurtulmuş, "Tam tersi, bugün Türkiye AK Parti ile kendi varlık alanına dönüyor. Bu, büyük bir cihan devleti olmamızın çok doğal sonucu" dedi.
Yeni Şafak gazetesinden Burcu Bulut'un "Türkiye kendi varlık alanına dönüyor" başlığıyla yayımlanan (16 Eylül 2012) söyleşisi şöyle:
Siyasi hayatına Fazilet Partisi ile başlayan, sonrasında Saadet Partisi ve HAS Parti ile yoluna devam eden Prof. Dr. Numan Kurtulmuş şu günlerde hem hüznü hem de heyecanı birarada yaşıyor. 'Kendi evladım gibi' dediği HAS Parti ile yollarını ayırma kararı aldığı için duygusal günler geçiren Kurtulmuş'un AK Parti'de neler yapacağı merak konusu. Başbakan Erdoğan'ın, Pınarhisar'da siyasi yasaklı olduğu dönemden bu yana kendisiyle çalışmak istediğini belirten Kurtulmuş, artık doğru zamanın geldiği kanısında. Uzun zamandır gazete röportajı vermek istemeyen Kurtulmuş'u ikna ediyor ve merak ettiğimiz tüm soruları soruyoruz. Kurtulmuş, Yeni Şafak'a özel açıklamalarında gündeme ilişkin çok önemli tespitlerde bulundu.
Siyasi hayatınızda Milli Görüş çizgisiyle başlayan süreci göz önüne alırsak, Türkiye'de bu çizginin yaşadığı dönüşüm sizce de gerçekleşti mi?
Türkiye'nin Milli Görüş hareketi sosyolojik bir tabana karşılık geliyordu. Onun için geçmişte Türkiye siyasetinde çok aktif bir şekilde var oldu. Aslında meseleye daha geniş bir perspektifte bakmak lazım. Türkiye'nin 1950-2012; 62 yıllık çok partili bir siyasi hayatı var. 1946 seçimini saymayın, çünkü o bir şike seçimiydi. '1. Demokratikleşme Dönemi' dediğimiz süreç 1950-60 arasında gerçekleşti ve çok partili hayatta birkaç dönüm noktası oldu.
Ne gibi?
Bu dönem, toplumun bütün kesimleri için barışın getirildiği, sistemin değiştiği ve herkesin 'Ben bu ülkenin sahibiyim' diyebilir hale geldiği bir dönem olacak.
Bu millet, 62 yılda askeri vesayetin, onların sivil destekçilerinin ve tabii CHP'nin karşısında kimi gördüyse ona oy verdi. Türkiye'nin 62 yılının özeti budur. 1980'den sonraki süreçte Türkiye çok ciddi bir değişim, dönüşüm süreci yaşadı. Bundan sonraki 10 yıllarda da devam edecek olan dönüşüm ve reform sürecinde etkin üç temel toplumsal kesim vardır.
Bunlar hangileri?
Bunlardan birincisi Türkiye'nin büyük çoğunluğunu oluşturan dindar kitleler. İkincisi Türkiye'de özgürlük taleplerini dile getiren liberal çevreler. Üçüncüsü de Kürtlerin taleplerini aktaran Kürt siyaseti. Bu grubun içinde toplumsal muhalefete öncülük eden büyük kitlesel gücü olan kesim dindar kitlelerdir... Liberaller fikir güçleri çok yüksek olmakla birlikte oy gücüne sahip olmadıkları için bu sürecin liderliğini yapamazlar ya da Kürt siyasetinin maksimum oy potansiyeli yüzde 5-6 civarında olduğu için sürece öncülük etmeleri beklenemez. 1980'den 2011 seçimlerine kadar olan süreç Türkiye'nin '2. Demokratikleşme Dönemi' olduğunu söyleyebiliriz. Ama gelinen noktada hâlâ yapılması gereken çok şey var.
Mesela?
Önümüzdeki dönemde Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) Başbakanlığa bağlı 'Güvenlik İstişare Kurulu' haline dönüştürülmesi gibi bir takım somut adımların atılması gerekir. '3. Demokratikleşme Dönemi'nde yapısal değişimi sağlayacak adımlar gerçekleştirilmelidir. Bu dönem, toplumun bütün kesimleri için barışın getirildiği, sistemin değiştiği ve herkesin 'Ben bu ülkenin sahibiyim' diyebilir hale geldiği bir dönem olacak. Bu süreçte AK Parti'nin tarihi bir misyonu var.
AK Parti'ye geçme kararınızda Türkiye'nin dış politikadaki aktif tutumu etkili oldu mu?
Aynı medeniyet değerlerini paylaştığımız ülkelerle yakınlaşma ve dayanışma içinde olmamız son derece doğal. Eski dönemin Türkiye algısı neydi? Türkiye'nin tüm komşularını düşman olarak görüyordu. Soğuk Savaş da bu düşmanlığı körüklüyordu. Suriye ile aramızda mayınlar vardı. Bu mayınlar kimi ayırıyordu? Türkiye ile Suriye'yi değil Amerika ile Rusya'yı... Etrafı demirperde ile örülmüş bir Türkiye vardı. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle tüm bu demirperdeler tek tek kırılmaya başladı. Bugün ise endişemiz Suriye'de yaşanan olaylar nedeniyle bir takım dış güçlerin Türkiye'yi bölge ülkeleri ile savaştırmaya çalışması. Aslında birileri Türkiye'nin etrafına yeniden demirperde örmeye çalışıyor.
Komşularla 'sıfır sorun' için ne yapılabilir?
Yapılması gereken bölge ülkeleri ile süratle iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmak, sorunları çözmeye yönelmek ve Ortadoğu'daki savaş tamtamlarını susturmaktır. Birtakım jakoben zihniyetlerin 'Türkiye istikametini mi kaybediyor?' tartışmaları doğru değil. Tam tersi bugün Türkiye AK Parti ile kendi varlık alanına dönüyor. Bu bir büyük cihan devleti olmamızın çok doğal bir sonucu. Burada yeni bir perspektifle dış politika kurgusunu yapmamız lazım. Tabii ki İslam ülkeleriyle yakınlaşacağız. Bu husus maalesef 'ya batıya ya doğuya döneceksiniz' diye düşünen birileri tarafından çarpıtılıyor. Türkiye'nin böyle bir seçeneği yok. 'Türkiye nereye dönsün?' diye sordular. Türkiye aslında kendine dönüyor.
Kürt meselesinin ve terörün çözümüne ilişkin yapılanlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Terör başka, Kürt meselesi başka bir meseledir. Son yıllarda hükümetin bu konuda attığı olumlu adımlar oldu. Kürt meselesinin üzerine cesaretle gidilmesi, terör örgütünün dış desteklerinin sonlandırılarak örgütün fiilen çökertilmesi lazım. Sorunun asıl çözüm yeri ise Meclis'tir. Kürt halkının tamamını sanki BDP temsil ediyormuş gibi yanlış bir algı da var. BDP'nin varlığı aslında Kürt sorununun çözümü için bir şans ama BDP'nin bir türlü terör örgütüyle arasına mesafe koyamaması büyük bir sorun. BDP'nin artık bu meseleyi sadece parlamentoda çözecek noktaya gelmesi lazım.
Suriye krizi hükümetin en çok eleştiri aldığı konulardan. Sizin 'keşke hükümet şöyle yapsa' dediğiniz oluyor mu?
Suriye'nin bu noktaya geleceğini 1 yıl önceden söylemiştik. Bu büyük bir kehanet değil, görünen gidişattı. Bugün Suriye üzerinden verilen savaş da aslında sadece Suriye'nin bir iç savaşı olmanın çok ötesinde. Sayın Başbakanımız da söylemişti, eğer Suriye'nin petrolü olsaydı, şimdiye kadar bu gidişata çoktan müdahale ederlerdi. Büyük güçler Suriye üzerinden Türkiye'ye yön vermek istiyorlar. Ama aynı zamanda bu işe fiilen bulaşmak da istemiyorlar.
Büyük güçlerden kastınız ne?
Bugün Akdeniz'de, Körfez'de kimin gemileri, askeri varlığı varsa onlar. Amerika, Rusya, Çin, Fransa vs. Suriye konusunda üç tehlikeye hep dikkat çektik. 1- Suriye'de iç savaş çıkar. 2- Sünni-Şii ayrılığını getirecek bir bölgesel savaşın kapısı açılır. 3-Küresel bir savaşın adımları atılabilir. İşte bu nedenle Suriye meselesinin çözülmesi zorunludur. Bugün maalesef iç savaş çok ciddi bir şekilde devam ediyor ve maalesef Sünni-Şii ekseninde bir gerilim oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun için de Türkiye, İran, S. Arabistan, Mısır gibi bölgenin ülkelerinin bir araya gelerek ortak bir çözüm bulması gerekiyor. Çözümü sadece bölge içinde bulabiliriz.
Neden sadece bölge içinde?
Çünkü diğer ülkeler gelip geçici. Ama Irak, Suriye, Türkiye, İran, Ürdün, Suudi Arabistan halkı kıyamete kadar bu bölgede yaşacak. Dolayısıyla bölgenin barışını sağlayacak ortak kararlılık ancak bu ülkelerin işbirliğiyle ortaya konulabilir. Diğer yandan biz ne zaman yönümüzü batıya çevirirsek büyüyoruz ve güçleniyoruz. Osmanlı daha kuruluş aşamasında Rumeli'ye adım attı. 1453'de İstanbul fethedildi. 1463'de Saraybosna Müslümanlaştı. Bizim gelişme aksımız yüzümüzü batıya çevirmekle oluyor. Ne zaman biz doğunun karışıklıkları içine çekilirsek, aynı zamanda ayaklarımızdan da aşağıya doğru çekiliyoruz. Böyle bir tarihi gerçekliğimiz de var. Türkiye ancak doğuda güçlü kardeşlikler oluşturursa dünya devleti olur.
AK Parti'ye geçme kararı almanızda eşiniz Sevgi hanımın etkisi oldu mu?
Ben 14 senedir aktif olarak siyasette bulunuyorum. Hep en zor şartlarda hizmet etmeye çalıştım. 'Hep yokuş yukarı tırmandım' diyebilirim. Biliyorsunuz, 28 Şubat'ta eşim üniversiteden uzaklaştırıldı. Hemen arkasından ben siyasete girdim. İki oğlumun ve kızımın yetişme dönemlerinde çocukların bütün yükü Sevgi hanımın üstüne kaldı. Siyasetin içinde eşimin büyük desteği olmasaydı hakikaten zor ayakta dururduk. Beni tek kişilik bir ordu gibi destekledi. O da en az benim kadar yoruldu. Tüm bu süreçte alınan kararlarda Sevgi hanımın desteği büyüktür. Sayın Başbakanımızın bu teklifte son derece samimi, iyi niyetli olduğunu da görüyor. O nedenle eşim de 'Yeni Türkiye'nin inşası istikametinde hükümete destek olunması, katkı sunulması konusunda hemfikir.
Erbakan'ın gerçekleştirmek istediği projeler, 28 Şubat'ın nedenleri olarak gösterilir. Katılır mısınız?
28 Şubat da aynen 12 Eylül, 12 Mart ve 27 Mayıs gibi dış eksenli bir müdahaledir. Türkiye'nin büyük halk kitleleri, alt kesimi, 'zencileri' iktidara geliyordu. Bu da içerde sistemin nimetlerinden faydalanan siyasi ve iktisadi elitleri rahatsız etti. 28 Şubat'ın iç destek bulmasının ana sebebi buydu. AK Parti de 10 yıl içinde benzer sorunlarla karşılaştı. Balyoz, Ergenekon gibi birçok darbe girişimi oldu. Ama iç konjonktür, uluslararası camiadaki gelişmeler, dış konjonktür bütün bunların hepsi Türkiye'de bir askeri darbe yapılmasına müsaade etmedi. Eğer müsaade etmiş olsaydı örneğin 27 Nisan Muhtırası'yla çok daha keskin bir müdahale olabilirdi. Zaten şu anda yurtdışında olan bir generalin medyaya sızan konuşmaları eğer doğruysa 'Kardeşim siz bunları yapacaksınız ama nasıl? Dışarısı onay vermiyor' diyor. Her şey çok açık. Dış güçler yeşil ışık yaksaydı tüm bu girişimler Türkiye'de darbeye dönerdi. Tabii AK Parti'nin bu süreçte çok net olması, özellikle 27 Nisan Muhtırası'ndaki dik duruşu takdir edilecek bir siyasi tavırdı. Bir de 28 Şubat sürecindeki Refah Partisi ile kıyaslandığında AK Parti'nin çok daha büyük bir halk desteğine sahip olduğunu görürüz. 2002'de halk 28 Şubat'a cevap olarak AK Parti'yi büyük bir çoğunlukla iktidara getirdi. AK Parti, parlamentonun yüzde 65'ine sahip olan, tek başına iktidar koltuğunda oturan bir partiydi. Türkiye'de halkın çok temel reflekslerinden birisi ihtilal ve olağanüstü dönem yandaşlarının karşısında kimi görürse ona oy vermek. Bu Türkiye demokrasisinin önemli bir zaferidir. Çok şükür o jakoben tek parti zihniyeti geride kaldı. Eğer öyle olmasaydı, Türkiye'deki değişim süreci Arap ülkelerinden çok daha sancılı olabilirdi.
Önümüzdeki 3 yıl çok zorlu geçecek. Türkiye'nin bundan sonraki 10 yılları bu seçimlerde gelişecek havayla şekillenecek. Türkiye'deki alışkanlıklar ve eski sistemin birtakım çevreleri her cumhurbaşkanlığı seçiminde ortalığı karıştırırlar. Bu cumhurbaşkanlığı seçimi bu nedenle şimdiye kadar yapılanların hepsinden daha önemli. Türkiye'de ilk defa halk kendi Cumhurbaşkanını seçme hakkına sahip olacak ve bence AK Parti'nin 10 yıllık süreçte attığı en doğru adım da bu.