Öykü Altuntaş BBCTürkçe
İstanbul Sultanbeyli'de, apartman dairesinden bozma bir okuldayım. Tahtalarda, duvarlardaki resimlerde Arapça harfler var. Suriyeli Hamida Hoca'nın açtığı bu okul, Suriye'deki müfredatta ve Arapça eğitim veriyor. Bu gibi okullar, Geçici Eğitim Merkezi statüsünde.
Öğretmenlerin de izniyle derslere konuk oluyorum. Çocuklar ben daha kapıdan girer girmez neşeyle ayaklanıyorlar, yeni bir yüz görmek onları heyecanlandırıyor. İlkokul öğrencilerinin imla dersindeyim, birkaç öğrenciyle beraber tahtadaki Arapça cümleleri okuyoruz.
Koridorda kırık dökük bir sırada oturuyorum, yanımda 11 yaşındaki Tsemn var. Tsemn Kapkara, ışıl ışıl gözleriyle bana Halep'ten Sultanbeyli'ye uzanan hikayesini anlatıyor. Babası Halep'te, Özgür Suriye Ordusu ve rejim güçleri arasındaki çatışmaların yoğun olduğu bir bölgede, keskin nişancı saldırısına hedef olmuş; başından vurulmuş, hayatını kaybetmiş.
Annesi ve beş kardeşiyle Türkiye'ye sığınmışlar. Annesi aynı okulda İngilizce öğretmeni, kardeşlerinden bazıları da çalışıyor. "Sokağa çıkmıyorum, Suriye'deyken de çıkmazdım" diye cevap veriyor sokakları sorduğumda. Tsemn roman okumayı çok seviyor. Evde, bazen derste bile romanları elinden düşüremediğini anlatıyor.
Büyüyünce ne olmak istediğini soruyorum ona, "Koca" diye yanıt veriyor kısaca. Gözlerini kaçırıyor benden, arkadaşı Sara "Sevdiği var" diyor Tsemn için.
Tenefüs saati. Çevrem bir anda kalabalıklaşıyor. Maria yanıbaşımda beliriyor. 8 yaşında, neşeli, dersleri için hevesli. "Annem ve babam evde oturuyor, kardeşlerim çilingir dükkanında çalışıyor" diye anlatıyor.
Maria ve ailesi Suriye'den kaçınca önce Lübnan'a gelmişler, üç ay önce de Türkiye'ye. "Lübnan'daki öğretmenlerim bana resim defteri hediye etti, orada resim yapmaya başladım" diyor. Büyüyünce resim öğretmeni olmak istiyor.
Suriye'ye dönmek istemiyor Maria. "Savaş var orada, bombalar patlıyor" diyor. Elleriyle patlamaları canlandırırken gözlerini kapıyor, elleri kulaklarına gidiyor. "Seslerini duyardım ama görmezdim" diye konuşuyor.
Aileler çocukları için okula ayda 50 lira ödüyorlar. Ancak okulun resmi statüsü olmadığı için diplomaları da Türkiye'de geçerli olmayacak. Yine de okul müdiresi Hamida'ya göre, bu sınıfların varlığı çocuklar için değerli bir fırsat.
Suriyeli sığınmacı çocukların eğitimi konusunda faaliyet gösteren başka okullar da var. Sultanbeyli'de bir ilköğretim okulunun bir kısmı Suriyeli çocuklara ayrılmış. Birebir sohbetlerimizde çekingen görünen çocuklar, sınıfın geneline yönelttiğim sorulara hep birlikte yanıt veriyorlar. "Resim" yapmayı seviyorlarmış. Ne resmi yaptıklarını soruyorum, hep bir ağızdan "savaş" diyorlar.
"Savaş" ifadesi çocuk ağızlardan çıkıp sınıfın eski duvarlarında yankılanırken öğretmenleri dönüp buruk bir gülümsemeyle "İşte durum bu" diyor.
Çocuklar sokağa çıkmak istemiyor, okul bahçesinde kendi aralarında oynamayı ya da evde kalmayı tercih ediyorlar. Öğretmenlerine göre bunun nedeni korkuyor olmaları.
10 yaşındaki Ahmad'ın öyküsünü dinliyorum. Suriye'deki gibi basketbol oynayamıyor burada, babası mecburen eve ufak bir pota kurmuş. Mühendis olmak istiyor, "Sebebi yok, öylesine" diyor muzır gülümsemesiyle.
Ahmad güvercinleri çok seviyor. Kuş olsan nereye uçmak isterdin diye soruyorum, düşünüyor biraz, "Halep'e dönmek isterdim" diyor usulca.
Kapıdan Noursalam giriyor. 9 yaşında, dinlediğim çocuklar arasında en konuşkanları. Önce Mersin'e gelmişler ailesiyle, sonra İstanbul'a. Türkçesi oldukça iyi, "Türkçe çok kolay" diyor. Babası bisiklet almış Noursalam ve erkek kardeşine.
Noursalam'a beraber resim yapmayı teklif ediyorum, kaleme sarılıyor hemen. Körüklü bir otobüs çiziyor. Üstündeki tabelaya da özenle '18Ü' yazıyor. Otobüsün nereye gittiğini soruyorum. "Üsküdar otobüsü" diye cevaplıyor.
"Biz hep Üsküdar'a gidiyoruz" diye anlatıyor Noursalam. En sevdiği şeyler, deniz ve vapur. Oraya her gidişlerinde dürüm yiyorlarmış. "Vapurla her yere gidebilirim" diyor.
Ama bu çocuklar yaşadıkları bütün sıkıntılara rağmen kendilerini diğer yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında şanslı görebiliyorlar. Okul hayatlarını biraz olsun normalleştiriyor ve kısmen de olsa çocukluklarını yaşamaya devam edebiliyorlar, en azından sınıflarında.
Bu okuldan çok da uzak olmayan bir yerde Ümraniye'de eğitim olanaklarından yoksun çocukları ziyaret ediyorum şimdi de. Konuk ailelerden biri Halepli. Anne, Mardinli, arkadaşlarının Güneş Ablası. Suriye'ye gelin gitmiş. Sonra da savaştan kaçıp ailecek Türkiye'ye dönmüşler.
10 yaşındaki Ahmad, işte bu ailenin ortanca çocuklarından, "Suriye'yi terk etmeden önce üçüncü sınıfta olduğunu" anlatıyor. Oysa burada okumuyor, çalışmıyor da. "Okula gitmek istiyor musun?" diye sorduğumda "Hayır" diyor. Sebebini sorduğumda yanıt alamıyorum. Gözlerini kaçırıyor.
"Suriye'yi özlüyor musun, dönmek ister miydin?" diye soruyorum. "Özlemiyorum. Bıraktım bile, unuttum" diyor.
Ahmad bir ara durgunluğunu atıyor üstünden, kardeşinin resim defterini kaptığı gibi kahverengi bir ev çiziyor, evin çatısına da gözler. Evdekiler, "Sizin için yapıyor bu resmi" diyor.
Bir başka evdeyim. Burası 12 kişiyi barındırıyor, çok küçük, izbe, havasız. Ev sahipleri 500 TL istiyormuş; birçok Suriyeli aile gibi o eve göre fazla kira verdiklerinin de farkındalar, ancak çaresizler. 9 yaşındaki Bilal, kocaman gözlerini sürekli kaçırıyor, okula gitmiyormuş. Dışarıda arkadaşı yok, sokakta oynamayı sevmiyor ve gün boyunca evde oturuyor. Evde hiç oyuncak yok. "Suriye'ye dönmek istemediğini" söylüyor Bilal, annesinin kucağında, korunaklı ellerinde. Annesi de başını sallıyor iki yana, "Savaş zor, çok zor" diyor.