Twitter yasağını geçen ay ‘21. yüzyılda kitap yakmak gibi’ diyerek eleştiren ABD Dışişleri Bakanlığı kamu işlerinden sorumlu müsteşarı Doug Frantz, Türk gazetecilerle basın özgürlüğü konusundaki endişelerini paylaştı. Frantz, gazetecilere baskı, gazeteciliğin suç sayılması, Twitter ve YouTube gibi mecraların yasaklanmasının Türkiye’nin Çin, Kuzey Kore, İran gibi ülkelerle birlikte anılmasına neden olacağını ve ülke imajına büyük zarar vereceğini söyledi.
Zaman gazetesinden Abdülhamit Bilici'ye konuşan Frantz, eski tabulardan kurtulmaya başlayan Türkiye’nin yeni tabular üretmemesi ve 1960’lara, 70’lere geri dönmemesi gerektiğini belirterek, sosyal medyanın yasaklanmasını 21. yüzyılda kitap yakmaya benzeterek, gidişattan duyulan kaygıyı dostça ifade etmeye çalıştığını kaydetti.
İstanbul’da bir grup köşe yazarı ile bir araya gelerek basın özgürlüğüyle ilgili kaygılarını paylaşan Doug Frantz, Dışişleri’ndeki Suriye toplantısının ya da Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarının dinlenmesinin ‘şok edici’ ve suç olduğunu, ancak bunlarla mücadele ederken Twitter gibi iletişim vasıtalarını ve bunları yasal olarak kullanan milyonlarca insanı değil, sızdıranı cezalandırmak gerektiğini vurguladı.
Amerikan istihbaratının gizli kayıtlarını deşifre eden Edward Snowden skandalında izlenen yolun Türkiye için de öğretici olabileceğini belirten Frantz, bu süreci şöyle anlattı: “ABD yasalarına uymaya yemin etmiş bir devlet görevlisi olarak Snowden’ın, gizli belgeleri deşifre etmesi suç. ABD de bilgileri sızdıran bu kişi hakkında yasal işlem yaptı. Ama bunları yayınlayan Washington Post veya Guardian gazetelerini kapatmaya, onlara baskı yapmaya çalışmadı. Ayrıca Obama, Snowden’ın ifşaatlarıyla ortaya çıkan yanlışları düzeltmek için bir komite kurdu, dinlemelerle ilgili bazı yanlışlar düzeltildi. Demokrasilerde süreç böyle işler. Önce sızan bilgiler sayesinde ortaya çıkan yanlışı düzeltirsin. Sonra gerekli ise sızdırarak yasayı çiğneyen kişi ile mücadele edersin.”
Snowden’ın açıkladığı bilgileri yayınladığı için Guardian ve Washington Post’un Pulitzer ödülü kazanmasıyla ilgili bir soruya da cevap veren Doug Frantz, “Snowden olayı çıktığında Washington Post’un ulusal güvenlik editörü idim. O zaman da perspektifim aynıydı, Dışişleri’ne girince görüşüm değişmedi. O haberlerin çıkması önemliydi ve yayınladık. Yayınlayan iki gazetenin en prestijli Pulitzer ödülü alması, gazeticilğin kamu hizmeti yönünü göstermesi bakımından önemli. Ben de ödülün verilmesini teşvik ettim. Hükümet sızdıranı cezalandırsın, yayınlayanı değil.” dedi.
2000-2005 yılları arasında New York Times muhabiri olarak bulunduğu için Türkiye’yi çok yakından tanıyan ve 35 yıllık gazetecilik tecrübesi bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Doug Frantz, demokratik ülkelerde de hükümetlerin medyayı etkilemek için çaba harcadığını ama bunun asla tehdit ve baskı şeklinde değil, resmi perspektifi paylaşma şeklinde olduğunu ifade ederek şöyle dedi: “Yönetimlerin medyayı etkileme çabası normaldir. Ancak muhalefet liderinin konuşmasının kesilmesini istemek, KJ’lere müdahale etmek, baskıyla gazetecilerin işten atılmasını sağlamak, bir medya patronunu arayıp ağlamasına neden olmak normal şeyler değil. Normal demokrasilerde bunlar olmaz.”
Türkiye’de son dönemde yaşananların otoriterleşmeye doğru bir yönelişin ilk adımı değil, istisnai olmasını dilediğini belirten Frantz, buna Türk halkının ve liderlerinin karar vereceğini ifade etti. Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişmesi, Türkiye’nin Asya’da ve Batı’da itibarının yükselmesi, yabancı yatırımların devamı ve ekonominin orta gelir tuzağına düşmemesi için demokrasi ve hukukun üstünlüğünün zaruri olduğunu söyleyen Doug Frantz, sosyal medyayı yasaklamak, medyayı kutuplaştırmak ve kanunları seçici olarak uygulamanın bu açıdan kaygı verici olduğu görüşünde.
Gazetecilerin korku yüzünden bazı konuları yazmayarak otosansür yapmasının en kötü sansür olduğunu belirten Frantz, bunun demokrasi için yıkım olacağını, kontrol altındaki medyada sağlıklı bilginin yerini tek yanlı propagandanın alacağını vurguladı. Yetkililerden sızan bilgilerin gazeteciler için önemli bir kaynak olduğunu, bunun yönetimlerin suistimallerini önlemede önem taşıdığını ifade etti. Demokrasilerde medyanın bu sayede bir fren ve kontrol mekanizması oluşturduğunu söyledi. Dostlar arasındaki diyalogların her zaman “Bravo, her şey çok iyi” şeklinde olmayacağını, yanlış giden şeyler varsa bunları hatırlatmanın da dostluğun gereği olduğunu belirten Frantz, kendi mesajları için ise şöyle dedi: “Benim yaptığım baskı değil. Baskı için tehdit de gerekir. Benim yaptığım, dostane hatırlatmada bulunmak. Medya özgülüğünün her iki ülkenin de çıkarına olduğunu hatırlatmak.”