Kuzu: Başkanlık sistemiyle 'Diktatörlük geliyor' diyenler yalan söylüyor

Kuzu: Başkanlık sistemiyle 'Diktatörlük geliyor' diyenler yalan söylüyor

AKP Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Burhan Kuzu, Türkiye’de istikrarı sağlamak ve koalisyonlara son vermek için en uygun hükümet sisteminin başkanlık olduğunu söyledi. Kuzu, “Parlamenter modellerde başbakan daha güçlü. Başkanlık sistemiyle ‘Diktatörlük geliyor’ diyenler düpedüz yalan söylüyor” dedi.

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek ve Dicle Baştürk’ün hazırladığı “Demokrasi kavşağında başkanlık sistemi” başlıklı yazı dizisinde bugün Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü İlter Turan ve AKP Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Burhan Kuzu konuştu.

 

Burhan Kuzu: Dengeye ihtiyaç yok

 

AKP olarak neden başkanlık modeli öneriyorsunuz? Temel nedeni parlamenter sistemin getirdiği zorluklar. Parlamenter sistem İngiliz tarihinde doğmuş, büyümüş, onun özelliklerini taşıyan ve sadece İngiltere’de uygulanabilen bir model. Ama başkanlık sistemi, insan aklının bulduğu bir model. Her ülke, kendine göre ufak tefek farklarla bu modeli dizayn edebilir. Üstelik İngiltere ilk kez tarihinde koalisyonla yönetiliyor ve bu günlerde “Acaba parlamenter sistemden vaz mı geçsek” diye yeni model arayışlarına girdiler. Bizim canımız yok mu? Onların modeli yıllarca bizi süründürdü. İngilizlerin bu modelini Fransızlar da aldı. 70 yılda 104 hükümet kurdular. 1958 yılında De Gaulle yarı başkanlık modeline geçti de Fransa biraz rahatladı. Bu modelin Türkiye’deki birinci çıkmazı koalisyon endişesidir. Türkiye dört dönemde hep kalkınmış dört dönemde de düşüşe geçmiş. Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan’ın dönemlerinde kalkınmış ama aradaki dört dönemde de düşmüş. Düştüğü dört döneme bakıyorsun hep koalisyon hükümetleri. İstikrar olmayan dönemler birikimi bitiriyor. Biri biriktiriyor, biri yiyor. Şimdi biz biriktiriyoruz yeme sırası geliyor. Yüzde 10 barajını yüzde beşe indirirsek, dörtlü beşli koalisyonlar gelir ülkeye. Ama bu kadar yüksek bir barajı da savunamazsın. Baraj düşünce belli bir süre sonra koalisyonlara gidilir, ondan sonra da Türkiye perişan olur. Yunanistan’dan bile beter olur. Dolayısıyla koalisyonlara paydos diyebileceğimiz bir model bulmamız lazım. Başkanlık modelinden başka da bulamıyorsunuz. Başkanlık sisteminde yasamayla yürütmenin, başkanla meclisin kesin ayrılığı gerekiyor. Parti geçmişi olan ve özellikle mecliste çoğunluğa sahip olan bir başkanın olduğu bir sistemde, meclis, başkandan bağımsız karar verebilecek mi? Parlamenter modelde milletvekillerini güçsüz kılan iki neden var. Bunlardan biri tekrar seçilme beklentisi. Listeye girersen tekrar seçilebiliyorsun. Başkanlık modeli bunu alıyor ve dar bölge seçim sistemine geçiyor. Bir bölgeden bir kişi seçiliyor. Diyelim ki İstanbul’da 85 kişi var. İstanbul’u 85 bölgeye ayırıyorsun. Küçük bölgelerde herkes tanıyor adayı. Kendi partisinden biri çıkmışsa ve o kötüyse ona oy vermiyor, öbür adaya oy veriyor. Belediye başkanlığı seçimine benziyor biraz. İkinci neden bakanlık beklentisi. Parlamenter sistemde bakanlık beklentisi çok önemli. Vekiller bu beklenti içerisinde liderleriyle iyi geçinmeye çalışıyor. Başkanlık modeli vekilin elinden bakan olma ihtimalini alıyor. Diyor ki sen vekillik yapacaksan, bakan olamayacaksın. Bakan olmak istiyorsan meclis dışında kalacaksın. Elbette ki başkanın bir partisi vardır, bunun da çoğunluğu olan bir parti olduğunu varsayalım ama hiçbir zaman bu çoğunluk, parlamenter sistemdeki çoğunluk kadar körü körüne değildir. Başkan bu modelde çok zayıf. Parti çoğunluğu başkana körü körüne uymaya mecbur değil. Daha rahat hareket eder. Bugün Amerika’daki kanunlar muhalefetin desteğiyle geçiyor. Obama’nın bir ağırlığı yok ki. Bu yüzden parlamenter modellerde başbakan daha güçlü, başkanlık modeline göre. “Diktatörlük gelir” diyenler, düpedüz yalan söylüyor. Recep Tayyip Erdoğan dikkat ederseniz en güçlü olduğu zaman bu modeli savunuyor. Seçmenin eğiliminin aynı olmasından dolayı başkanla meclis seçimlerinin aynı gün yapılması eleştiriliyor? Doğrudur ama siyasi eğilim aynı da olsa, aynı parti de gelse parlamenter sistemdeki gibi başbakana mutlak, körü körüne destek veren bir meclis olmayacak. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Peki neden aynı gün yapılması tercih edildi? Türkiye istikrar meselesinden çok korktuğu için, burada koalisyon olmayacak ama yine de başkanın çok zayıf kalmasını istemiyoruz. Çünkü çok zayıf başkan, bu sefer icraat yapamaz. Biz bundan dolayı iki tedbir aldık. Kanun yapma yetkisi başkanda olmadığı ve parlamentoda olduğu için, ola ki istenen yasalar zamanında çıkmazsa, parlamento direniş gösterirse, gevşeklik yaparsa, kanunun düzenlenemediği alanlarda başkan kararname çıkaracak. Diğer tedbir ise, o alanda parlamento kanun yaparsa, başkanlık kararnamesi hemen yürürlükten kalkıyor. Bu formüller Amerika’da konuşuluyor. Parlamento ile başkan zıtlaşınca tıkanma durumunu nasıl aşarız diyoruz. Çünkü başkanın, parlamento üzerinde hiçbir yetkisi yok. Ama önerdiğiniz sistemde başkanın, meclisi feshetme yetkisi var? Biz parlamento ile meclis arasında yaşanacak tıkanıklara cevap bulmada zorlanıyoruz. Bu yüzden çok eleştiri alan, modelin çok da özüne uymayan bir formül ürettik. Başkana, parlamentoyu dağıtma yetkisi verdik. Ama şöyle bir şey de var. Başkan, parlamentoyu seçime götürdüğünde kendisi de seçime gidiyor. Türkiye’de başkanı dengeleyebilecek, güçlü siyasi erklerin olmadığı ifade ediliyor? Başkanın yürütme dışında bir yetkisi yok ki, dengeleyebilecek bir şey olsun. Dengeye ihtiyaç yok. Parlamenter sistemde siz başbakanı nasıl dengeliyorsunuz, başbakanın gücü çok daha fazla. Demokrasi kültürü açısından bu sistemin Türkiye’ye uygun olmadığı yönünde eleştiriler var? Başkanlık, aklın bulduğu bir model. Her ülke kendine has bir başkanlık modeli üretebilir. Bu nedenle, ben bu eleştirilere katılmıyorum.

 

İlker Turan: Sorun yok ki model arayalım

 

Başkanlık sistemi tartışılırken “Türkiye’de parti disiplini yasama ve yürütmenin ayrılmasına izin vermez” deniyor. ABD’de parti disiplini var mı? Hayır, orada parti bizim anladığımız manada disiplinli, bütün parti üyelerinin aynı istikamette hareket etmesi beklenen, parti adaylarının genel başkan tarafından belirlenmesi beklenen bir yapı değildir. Hatta parti başkanı kimdir dediğin zaman başkanlık sarayında oturan kimse, mensubu olduğu partinin başkanı olarak kabul edilse bile federal yapı içinde eyaletlerin hatta kentlerin bile kendilerine göre parti başkanları vardır. Parti üyelerinin davranışlarını belirleyen önemli etkenlerden biri parti aidiyetidir ama bu aidiyet parti kararlarına uyma mecburiyeti getirmez. Mesela Obama’nın sağlık reformuna kendi partisinden itirazlar gelebilir... Gelebilir tabii. Partisinden bir temsilciler meclisi üyesi Obama’nın tasarısının aleyhinde oy kullanabilir. Cumhuriyetçi partiden temsilciler de Obama’nın önerileri istikametinde oy kullanabilir. Başkan bir siyasi program oluşturduğu zaman, bu programın her bir kalemi için ayrı bir temsilci ve senatör koalisyonu oluşturmak mecburiyetindedir. Genellikle o koalisyona katacağı kişilerin önerilerine yer vermek zorundadır. Ve kendisinin ilk önerilerinden feragat etmek zorunda kalabilmektedir. Obama’nın ilk sağlık programıyla iki yıllık mücadeleden sonra ortaya çıkan sağlık programı arasında çok da benzerlik yoktur. ABD’de başkanlık sisteminin demokratik bir şekilde işlemesini sağlayan en önemli faktörler neler? Birincisi, başkanın yasama üyeleri üzerinde disiplin kurallarını işletme gibi bir yaptırım gücüne sahip olmaması. İkincisi yürütme alanında yapacağı atamaların hepsinin senatonun onayına bağlı olması. Başkan zaten yasama kurumu üyelerinin kimler olacağını belirleme gücüne de sahip olmadığından, senatörler gerçekten bağımsız hareket edebilen kimseler. Başkanın atamalarının Senato’nun onayına bağlı olması ne gibi sonuçlar doğuruyor? Mesela şu anda Savunma Bakanlığı’na atanması teklif edilen Chuck Hagel bir Cumhuriyetçidir. Yani başkanın partisinden değildir. Bu Türkiye’de pek olmayacak bir iştir. İkincisi de senatoda onaylanmama ihtimali vardır. Muhalifleri de daha çok cumhuriyetçiler arasından gelmektedir. Tüm bunlar bize bu kurumların birbirinden bağımsız olduğunu ve birbirini nasıl denetlediğini gösteriyor. Şu anın Türkiyesi’ne baktığınız zaman ise Sayın Başbakan’ın iradesine karşı koyacak herhangi bir milletvekiline ben henüz rastlamış değilim. Çıkamazlar da. Bir sonraki seçimde seçilme şansları kalmaz. Anlattığınız ABD sistemi aslında gayet güzel bir uzlaşma sistemi. Bu sistemle beraber Türkiye’ye böyle bir uzlaşma kültürünün gelmesi söz konusu olamaz mı? Kendiliğinden gelmesi söz konusu olmaz. Bir hukuk yapısını getirdiğiniz zaman o hukuk yapısı kendi kültürünü getirmiyor. Mevcut kültür o hukuk yapısını hemhâl edip kendine uyduruyor. Eğer biz uzlaşmayı biliyor olsaydık şu anda anayasa yapım sürecinde partilerimiz birbirini suçlamak yerine ortak bir metin oluşturmak için bir gayret içinde olurlardı. Ama eğer parti başkanının müdahalesi olmaksızın, gerçekten yerel gücün temsilcisi olarak Meclis’e gelseler milletvekilleri başkandan bağımsız hareket edebilirler... Türkiye’deki sistem henüz buna işaret etmemektedir. Türkiye’deki sistem partilerin egemen olduğu bir aday belirleme sistemidir. Size kültürün şekli nasıl yendiğine dair bir örnek vereyim. Bizim seçim sistemimizde aslında ön seçim esas, merkez yoklaması ise sadece ön seçimin uygulanmasındaki güçlük olabilecek yerlerde kullanılabilecek bir mekânizmaydı. Şu anda bunun tam tersi yürürlüktedir. Ön seçim ancak parti merkezinin içinden çıkamadığı durumlar için bir kurtuluş çaresine dönüşmüştür. ABD’de başkanı frenleyen yasama dışında hangi güçler var? Birincisi çok güçlü bir anayasal yargı var. Bu anayasal yargının en önemli özelliklerinden birisi üyelerinin ömür boyu seçilmesi ve kimseye karşı sorumlu olmadan görevlerini yerine getirmeleridir. Başkan bu kişileri Senato’nun onayıyla seçiyor ve dokuz üyeli mahkemenin kendi görev süresi içerisinde belki bir veya iki üyesini seçebiliyor. Üyeler çok uzun süre kaldıkları için eskiden gelen ve yeni olanlar bir arada bulunuyor. Kaldı ki bunların yeniden seçilmek gibi bir endişeleri olmadığı için doğru bildikleri şekilde karar veriyorlar. Amerikan sisteminde bulunan, bizde ise rahatsızlık yaratan bir başka kurum tipi daha var. Bu da bağımsız düzenleme kurulları. Burada da BDDK, Merkez Bankası ve benzer piyasaları düzenleyen kurullar var. Bizim başbakanımız bazen bunları şikayet ediyor, hükümet politikasını desteklemediklerini dile getiriyor. Bunların işi hükümet politikasını desteklemek değil ki. Bunların işi ekonominin istikrarlı kalmasını sağlamak. Bunlar da Türkiye’ye kendiliğinden aktarılabilecek ve işleyebilecek kurumlar değil. AKP başkanlık sisteminin istikrar ve etkin yönetim getireceğini söylüyor. Bunlar önemli argümanlar değil mi? Ben başkanlık tartışmalarına baktığımda zaman soruyorum, bu ihtiyaç nerden çıktı, şu anda Türkiye’de bir istikrarsızlık sorunu mu var, hükümetin istediğini gerçekleştirememe sorunu mu var? Bunlardan hiçbiri yok. Bu sorunların ne olduğunu anlatmaya çalışanlar sürekli 2001-2002 öncesinden örnekler vererek başkanlık sistemi arayışlarını meşru göstermeye çalışıyor. 2002’den sonra Türkiye istikrarlı bir şekilde yönetiliyor, bir sorunla karşılaşmadı. Çünkü siyaset yeniden saflaştı, yeni bir seçmen koalisyonu oluştu. Bu çok önemli. Soruya tersinden de girelim. Şayet şikayet konusu olan dönemlerde başkanlık sistemi yürürlükte olsaydı biz acaba o zaman çok mu başarılı bir şekilde yönetilecektik, ben bu sorunun cevabının pek evet olmadığını düşünüyorum. Neden? Sizin siyasi hayatınızda parçalanmışlık egemense, başkanlık sistemi bu parçalanmışlığı giderecek bir sistem değildir. Sonuçta başkanlık sisteminde de siz parlamentodan yasalar geçirmek mecburiyetindesiniz. Bana öyle geliyor ki biz olmayan bir ihtiyaca cevap vermek üzere başkanlık sistemi tartışması içerisine girmiş bulunuyoruz. Tabii ben “olmayan ihtiyaç” derken toplumsal ihtiyaçtan bahsediyorum yoksa iktidar partisi başkanının iktidar ihtiyaçları ayrıca değerlendirilmesi gereken ihtiyaçlardır.

 

Yerelin yetkisi geri alınabilir

 

AKP-BDP işbirliğiyle bir anayasa çıkarılması halinde başkanlık sisteminin güçlü yerel yönetimlerle birlikte gelmesi gündemde. Bu durumda ABD’deki federal sistemde olduğu gibi yetkileri yerel yönetimlerle paylaşmak, başkanın otoriterleşme riskini azaltmaz mı? Federal sistemle yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesini karıştırmamak gerekir. Bahsettiğiniz her an geri alınabilecek yetkilerden oluşmaktadır. Oysa, federe devletlerin merkezi devlet tarafından alınamayacak yetkilerle donatılmış olduğunu hatırlamamız lazım. Federal devlet, yerel yönetimlerin sınırlarını da değiştiremez. Türkiye’de böyle bir sistem kurulmak istendiği düşüncesinde değilim ben. Anayasa değişikliğinin sadece BDP ile müzakere edilecek olması, bizi pek de istemediğimiz bir yapıya götürecektir. Çünkü BDP’nin daha çok bir bölgeyi ve etnik grubu temsil ettiğini biliyoruz. Anayasa ise bütün bir ülkenin anayasasıdır. İktidar dışında diğer siyasi güçlerin bu sürece daha fazla dahil edilmesi lazım.