Levent Gültekin: Türkiye bir felakete sürüklendi; büyük bir enkazın altındayız

Levent Gültekin: Türkiye bir felakete sürüklendi; büyük bir enkazın altındayız

Gazeteci yazar Levent Gültekin, son dönemde artan terör olayları, tutuklu akademisyenler, ülkenin doğusunda bitmeyen sokağa çıkma yasakları ve çatışmalara ilişkin olarak, "Türkiye bir felakete sürüklendi. Bir taraftan PKK ile savaşın yaygınlaşıp iç savaşa dönüşmesi, diğer taraftan bütün kurumların birer birer yok edilmesi tehlikesi var" dedi. "Halkların Birleşik Devrim Hareketi" adı altındaki yapılanmayla savaşı tırmandıracağını ilan eden PKK'nın 'her yerde savaş' stratejisiyle ilgili "Bu bir anlamda PKK’nın intiharı anlamına da geliyor" yorumu yapan Gültekin, "Bunun sonuçları hem Türkiye için ama özellikle de PKK için çok ağır olacak" dedi. "Geldiğimiz noktada Erdoğan’ın başkanlık sistemini kurup kuramamasının pek bir anlamı kalmadı" diyen Gültekin, "Başkanlık sistemine geçilse de geçilmese de artık sonucun değişmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü başkanlık sistemini getirme çabaları ülkeye verilecek zararı en yüksek düzeyde verdi. Ülke olarak büyük bir enkazın altındayız" ifadesini kullandı.

Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularını yanıtlayan (20 Mart 2016) Levent Gültekin'in açıklamaları şöyle:

PKK’nin stratejisi ne anlama geliyor?

Müzakere süreci sona erdirilip çatışmalar başlayınca devletin hesabı PKK’nın burnunu sürtüp, PKK’yı zayıflatmış olarak masaya getirmekti. PKK’nın hesabı ise masa tekrar kurulacaksa masaya daha güçlü oturmaktı. İki tarafın birbirini zayıflatma ve masaya üstün oturma çabası çatışmaları kontrolden çıkardı. Müzakere masasına dönme ihtimali de tamamen gündemden çıktı. Bu çatışma iki taraf için de artık bir ölüm kalım savaşı. Şimdi bu ölüm kalım savaşında PKK cepheyi olabildiğince genişletip farklı silahlı örgütlerle ittifaklar kurarak gücünü artırmayı amaçlıyor. Bu bir anlamda PKK’nın intiharı anlamına da geliyor. PKK’nın bu ittifakla, savaşı Türkiye’nin bütün şehirlerine yayma çabası, mücadeleyi demokratik hakları alma mücadelesi olmaktan çıkarıp silahlı bir isyan hareketine dönüştürdü. Bunun sonuçları hem Türkiye için ama özellikle de PKK için çok ağır olacak. PKK daha da marjinalleşecek. Sorunun silahsız çözülmesini isteyen Kürtleri de kaybedecek. Sonuçta Kürtler, Türkler, ülke, PKK, herkes kaybedecek.

HDP’nin durumunu ne tayin edecek?

HDP hem devletin hem PKK’nın çıkardığı engelleri aşıp siyasetin zeminini canlı tutacak başarıyı gösteremedi. Kendisine kurulan tuzaklara teslim oldu. PKK’nın silahla özerklik talebine taraftar olması, hendek politikasına yeterli ve güçlü tepki göstermemesi HDP açısından en önemli yanlışlardı. HDP’li vekilin Ankara’daki saldırıyı yapan canlı bombanın taziye çadırına gitmesi, canlı bomba olan terörist hakkında övücü konuşmalar yapması ise bardağı taşıran son damlaydı. Bu yanlışlar, HDP’yi bu meselede aktör olmaktan çıkardı. Erdoğan’ın HDP’yi kıstırmaya çalıştığı kapana HDP yaptığı hatalarla kendi ayaklarıyla girdi. Bundan sonraki süreçte, PKK’nın artık bir silahlı isyan hareketi başlattığı bir dönemde HDP’nin yapabileceği pek fazla bir şey yok. En azından şimdiki gibi ortada durup sadece barış çağrısı yapan bir sivil toplum örgütü tarzında bir politikayla, söylemle çözüme bir katkı sunacağına inancım kalmadı. Ya risk alıp bölgede hendek siyasetinden zarar gören halkın da desteğini arkasına alarak PKK’ya dur diyecek ya da süreç onu bütünüyle etkisizleştirecek.

MHP desteği ile olası bir sıkıyönetim neyin miladı olur?

Cumhurbaşkanı Erdoğan baskıyı artırmak, toplumdaki farklı sesleri, itirazları yok etmek için zaten yeterince istekli ve kararlı. Buna gücü de yetiyor. Görünen o ki devlet de bu konuda Erdoğan’ın yanında. MHP’nin desteği iktidarın toplumda psikolojik üstünlük sağlamasına yardımcı oluyor. Erdoğan, MHP’nin yıllardır savunduğu politikaların uygulayıcısı olduğu için MHP neredeyse işlevsiz bir durumda kaldı. O nedenle MHP-AKP arasında bir ittifakın psikolojik etkilerinden başka bir sonucu olacağı kanaatinde değilim. Erdoğan zaten Kürt meselesiyle alakalı MHP’siz ama MHP’nin yıllardır savunduğu her şeyi hayata geçiriyor.

Türkiye nereye koşuyor?

Erdoğan, PKK ile olan çatışmayı bahane ederek gidişata itiraz eden herkesi susturmaya çalışıyor. Bu, tek adam rejimine olan itirazları değersizleştirmenin de yolu. Bunun için yargıyı kullanıyor. Medyasını kullanıyor. TBMM’yi kullanıyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması da başkanlık sistemine gidiş yolundaki bütün engelleri temizleme çabalarından biri. Türkiye bir felakete sürüklendi. Bir taraftan PKK ile savaş ve bu savaşın daha da yaygınlaşıp iç savaşa dönüşme tehlikesi. Diğer taraftan bütün kurumların birer birer yok edilmesi. Anayasanın askıya alınması. Tüm bunların sonunda dünya ile ilişkilerin giderek kopacak noktaya gelmesi. Yakın gelecekte bir erken seçimle Erdoğan’ın partisinin tek başına 400’e yakın milletvekili alacağına neredeyse herkes kesin gözle bakıyor. Bu olduğu takdirde demokrasisi rafa kaldırılmış, özgürlükleri askıya alınmış, yargı bağımsızlığı yok edilmiş dünya ile ilişkileri büyük yara almış, dünyada yalnızlaşmış bir ülke ile karşı karşıya kalacağız. Geldiğimiz noktada Erdoğan’ın başkanlık sistemini kurup kuramamasının pek bir anlamı kalmadı. Başkanlık sistemine geçilse de geçilmese de artık sonucun değişmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü başkanlık sistemini getirme çabaları ülkeye verilecek zararı en yüksek düzeyde verdi. Ülke olarak büyük bir enkazın altındayız.

Çıkış yolu nedir?

Kısa vadede bir çıkış yolu ne yazık ki görünmüyor. Silahların konuştuğu bir ülkede sivil alan açmak epeyce zordur. Fakat yine de aydınlar, gazeteciler, yazarlar sivil toplum örgütleri muhalefet partilerinin öncülüğünde barışçı yollardan tepki gösterme şekli geliştirilebilir. Diğer yandan önümüzde muhtemel bir erken seçim var. Muhalefetin durumu ortada. Bu seçimde Erdoğan tek başına anayasa yapacak kadar milletvekiline ulaşırsa, Erdoğan’ın bütün planları tutarsa 1924 anayasasına benzer bir anayasa yapacağını düşünüyorum. Bu hesapları bozacak yeni bir partiye ihtiyaç var. Hem PKK’nın yıkımlarına hem de Erdoğan’ın ülkeyi taşımak istediği felakete aynı tonda karşı çıkacak bir siyasi söyleme ihtiyaç var. Amasız, tereddütsüz, hesapsız bir şekilde demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği, hukuku ilke edinecek bir partiye.