Leyla GedizLizbon
Türkiye güncel sanatının büyük ivme kazandığı 2000'lerin başından itibaren, Taldans adı altında Filiz Sızanlı ve Mustafa Kaplan, sanatın pek çok dalı ile paslaşan ve tümüne de ilham veren sahne performansları gerçekleştirmeye başladılar. Disiplinlerarası oluşumların en güzel meyveleri arasında sayılabilecek özgün dans gösterileri, yalnız yurtiçinde değil, yurt dışında da tanınmalarını sağladı. Sanatçı ve müzisyen arkadaşlarımla sürdürdükleri işbirlikleri sayesinde, yarattıkları dalganın içine ben de çekildim ve kendileriyle ta en başından tanışma fırsatı buldum.
Aradan yıllar geçti, ben Portekiz'e yerleştim. 2019'da bir gün Filiz beni aradı, Lizbon'a geliyoruz, dedi. Kendileri gibi ikili olarak çalışan Portekizli bir çiftle tanışacaklardı, ucu açık bir projeydi. Böylece ben, farkında olmadan, onlar için açılan yeni bir sayfanın gizli eşlikçisi oldum.
Yıl 2022, Filiz, Mustafa, Sofia ve Vítor, pandemi dolayısıyla çoğunu uzaktan sürdürdükleri ahbaplıklarını bir projeyle taçlandırmayı başarmışlar ve beni prömiyerlerine davet ediyorlardı. Gösteriyi izleyene kadar, benim için önemini bilemedim. Ancak sahnede Türkiyeli ve Portekizli sanatçıların adeta yer değiştirerek iç içe geçtiğini gözlemlemek beni benden aldı.
Portekiz sanat sahnelerinde kabul görmek ve yer almak için verdiğim tekil mücadelede bundan sonra beni hiç yalnız bırakmayacak, zihnimden hiç silinmeyecek ve bana miğfer olacak bu oyunu izlemek kısmetini yakalamış olmam ne şans! En başta yurt dışında yaşayıp benzer güçlüklerle boğuşan, veya ülkemde olup ufku dışarıda arayan tüm sanatçı arkadaşlarıma, bundan sonra da tüm sanatseverlere ilham olması ümidiyle bu yazıyı kaleme aldım. İzleme fırsatı bulursanız sakın kaçırmayın!
NEVER ODD OR EVENFiliz Sızanlı & Mustafa KaplanSofia Dias & Vítor Roriz 25-27 Kasım 2022Teatro São LuizLizbon 03-07 Aralık 2022Théâtre de la VilleParis |
Dört kelimeden oluştuğu gibi, düz ve tersten okunduğunda aynı dizilimi veren NEVER ODD OR EVEN, dört dansçının yan yana gelerek ortaya koydukları benzeri olmayan bir çalışma.
Türkçe'ye "ne tek ne çift" gibi çevrilebilecek başlığın, dansçı sayısına işaret ettiği anlaşılıyor. Bu başlık altında, bu güne kadar yalnız başlarına çalışan iki ekip (Türkiyeli dansçılar Filiz Sızanlı & Mustafa Kaplan ve Portekizli Sofia Dias & Vítor Roriz çifti) ilk kez bir araya geliyor ve ikili duruşlarını genişleterek bir dörtlü oluşturuyorlar.
Tümü de bu oluşumun bir izleği olarak okunabilecek performansın açılış bölümünde, karanlık sahnenin kenar köşelerinden karşılıklı ıslık çalarak yön bulan ve ağır ağır birbirine yaklaşan dört bireyle tanışıyoruz. Siyah-beyaz lekeli kostümler içinde hareket eden dört bedenin de gözleri bağlı. Her kostümde biraz siyah, biraz beyaz var. Dansçıları önceden tanımasak, kim kiminle eştir, ortaktır bilemeyeceğiz. Hepsi az farkla birbirinin eşi gibi duruyor. Ayrıca hiçbir ritme uymayan adımları, el kol hareketleri de birbirini andırıyor. Birden, tam da merkezde buluşacakken, Samuel Beckett'in 1981 tarihli Quad (I ve II) başlıklı oyununa referansla, sahnede dört dönmeye başlıyorlar. Bu esnada ses çıkarmaya devam ediyorlar, ancak bu kez ıslıktan çok daha fazlası çıkıyor ağızlarından; Türkçe, Portekizce ve İngilizce, kimi izleyicilerinin dilindeki ezberleri tekrar ediyorlar: "İkili, üçlü, beşli… Çoklu oluşumlarda eşitlik mümkün müdür?", diye soruyor izleyici, "Söyleyin, lider hanginiz?" NEVER ODD OR EVEN öncelikle bu önyargıyı ortadan kaldırmak, bu soruyu geçersiz kılmak istiyor ve bunu da, sahnenin kurgusuna hakim olan simetri sayesinde kolayca başarıyor.
İkinci sırada, coğrafi ve kültürel farklılıklar ve bunların dansçıların repertuarı üzerindeki etkisi sorgulanıyor. İtiraf ederim, bu soru ilkinden daha çok ilgimi çekiyor. Zira bu sorunun yanıtı baştan belli değil. Çiftlerin geçmişine bakarak, sanatlarını coğrafya kökenli bir kimlik meselesine dayandırmadıklarını görebiliyorum. Ne Türkiyeliler geldikleri yeri, ne de Portekizliler içinde doğup büyüdükleri kültürün yaygın algısını kendilerine temel dert veya başlangıç noktası edinmişler veya kendilerini bu kaynaklarla sınırlandırmışlardı, en azından şimdiye kadar. Fakat sanıyorum, iki bünye karşı karşıya geldiğinde birbirlerinin bakışında aynı merakın izlerine rastladılar ve kendilerinin de sorunun bir parçası olduğunu teslim ettiler. Bu yüzden, bu soruyu hemen harcamıyorlar. Yanıt oyunun farklı etaplarına serpilmiş fragmanlar halinde, parça parça geliyor: Dörtlüden biri bir halk türküsü söyleyiveriyor. Diğeri felsefî bir tirad aktarıyor. Başka bir bölümde biri memleketinden bir oyun havası sergileyecek gibi oluyor. Fakat bu alıntılar bedenleri her nasılsa ele geçirmiyor. Ne söz bedene uyuyor, ne beden dansı dinliyor. Bu müthiş icraların (sololar diyelim) tümü de fevkalâde başarılı, hesaplı muğlaklıklar içeriyor. Bir an için büyülerine kapılmakla beraber, bir kez elimize alıp iyice inceledikten sonra dikkatlice yerine koyup unuttuğumuz eşya gibi, bir uyuşmazlıktır akıp gidiyor üstlerinden. Özene bezene seçip sundukları folklorik öğeler, gösteri içinde gösteri gibi kalıyor. Sıraları geçince, alıntılandıkları plakların, kitapların, düşünce ve dans derslerinin arşivlerine gerisin geri ışınlanıyorlar. Sahnede kalan dörtlü, onları birbirilerinden ayrıştırabilecek en büyük hendeği de böylece aşmış oluyor. Öyle ya, her şey tüm insanlık için!
Işınlanmak demişken... Hendekleri bir bir atlarken bir şeyler daha oluyor dörtlüye. Kostümleri değişiyor! Performansın başından sonuna, izleyicinin acımasız önyargı ve beklentilerine karşı her çırpınışlarında bir göğüs, bir sırt, bir bacak veya bir kol bağı çözülüyor ve içinden parlak, gümüşî, balık sırtı gibi ışıl ışıl bir kumaş çıkıyor. Yara alıyorlar desem değil, daha çok içlerindeki pınarın ortaya saçılmasına benzeteceğim. Evet, biraz kitsch olacak ama, giderek gönüllü birer soytarıya, hatta uzaylıya dönüştükleri de söylenebilir.
Son bölüm gerçek bir şaheser. Zira burada, oyunun başından beri belirgin yer tuttuğu halde sırasını bekleyen dekor devreye giriyor. Performansın en zor izlenir bölümünde, dansçıların dekor parçalarını tavandan asılı oldukları kancalarından kurtarıp uzun uzun yerlere sermelerini ve yine aynı ağırlıkla birleştirip benzersiz mobilya parçalarına dönüştürdüklerini görüyoruz. İzleyicinin beklentisinin tavan yaptığı bu anlarda, dörtlünün zemini usulca kaydırarak farklı bir plana geçtiğini, ayaklarımızı yerden keserek yepyeni bir sayfa açtığını söyleyebilirim.
Bu elbette, baştan beri olmasını hayal ettiğim(iz), hatta sanat ve sanatçıdan her seferinde beklediğimiz şey. Bilincimiz üzerindeki kısıtlayıcı tüm baskı ve engellere karşı, ortak platformlarda buluşabiliyor muyuz? Cinsiyet, coğrafya, dil, din, vb. gibi nice belirleyiciye rağmen bu deneyime şansımız var mı? Bu sahnede bu yaşanacak mı? Bu gece yaşanacak mı?
Performans bir güldürü değil. Tüm bağ ve bağlamlardan kopup kurtulduklarında, dörtlüyü halen buluşturan şey iletişim arzusu ve disiplinlerarası sanatın geçişkenliği. Dansçılardan her biri, kendi kuytu köşesine geri çekilirken, üçüncü senesine giren bu yolculuklarını bizlerle paylaştıkları için kendilerine minettarlık duyuyorum. Kültürlerin bir kez daha duvarlar örerek kutuplaşmayı tercih ettiği karanlık gerçeğimizde, NEVER ODD OR EVEN ışıltılı birleşmelerin, güvenle kaybolmanın, aynı anda hem ağır hem hafif kalabilmenin ve daha pek çok alternatifin sanatın kanatları altında yaşanmaya devam edeceğini müjdeliyor.
Öngörüsü için, dansçıları bir araya getiren Claire Verlet'ye ve sahneledikleri candan performans için Filiz Sızanlı, Mustafa Kaplan, Sofia Dias ve Vítor Roriz'e sonsuz sevgi ve saygılarımla,