Ruşen Çakır
(Vatan - 1 Temmuz 2012)
Kuşkusuz Türkiye’yi Birleşik Krallık’la, Kürtleri İrlandalılarla, İrlanda sorununu Kürt sorunuyla, PKK’yı IRA ile ve nihayet BDP’yi Sinn Fein’le karşılaştırmanın nice sakıncası var, ancak eğer Kürt sorununu samimi bir şekilde çözmek istiyorsak İrlanda deneyimini inceleme ve buradan bazı dersler çıkarmamızın da hiç sakıncası yok.
İrlanda sorununun çözüm yoluna girmesinde Sinn Fein’in lideri Gerry Adams hayli kritik bir rol oynamıştı. Adams’ın biyografisine baktığımız zaman aileden İrlanda milliyetçisi olduğunu, dönem dönem hapis yattığını ve en önemlisi yasal hareketin lideri olmasının dışında IRA üzerinde de belli bir otoriteye sahip olduğunu görüyoruz. Adams bütün bu özellikleri sayesinde İngiliz yönetimi ve rakip İrlandalı gruplarla sonuç alıcı görüşmeler yürütebildi ve silahlı mücadelede ısrar edenleri çok zorlanmadan marjinalleştirebildi.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin de, iç içe geçmiş olan PKK ve Kürt sorunlarını çözmek için kendi Adams’ını yaratması gerektiğini düşünüyorum. Kastım bir tür “siyasi sözcü”. Öyle bir sözcü ki Kürt hareketiyle ilişki kurmak isteyenler ona kolayca ulaşabilsin ve kendisine güvenebilsin. Herhangi bir gelişme durumunda yorum yaptığında daha üst bir otorite (İmralı, Kandil) tarafından tekzip yemek, ayar almak durumunda olmasın. Sonuç olarak PKK’nın silahsızlanması ve buna paralel olarak Kürt sorununun çözümü sürecinin başrol oyuncularından biri olsun.
Bu bağlamda, hatırlayanlar olacaktır, 2009 yılı Haziran ayında “Türkiye’nin Gerry Adams’ı kim olabilir?” sorusu üzerine üç yazı yazmıştım. Bu yazılarda Leyla Zana’yı da seçeneklerden biri olarak ele almış ve “Kürt hareketi Zana’yı ne kadar bağrına basıyorsa, Türk kamuoyu da ondan o derece, hatta daha fazla uzak duruyor” diyerek kendisinin bu rolü üstlenmesinin zor olduğunu söylemiştim.
Ama geçen süre içinde Zana’nın geçmişteki yemin töreninin Türk kamuoyunda yaratmış olduğu travmayı unutturup pekala onlara da kendisini benimsetebileceği düşüncesine vardım. Buna bağlı olarak, yine 2009 yılının Ekim ayında Zana’dan pekala bir Gerry Adams çıkabileceğini şu gerekçelerle savundum: “O Batı’dan gelen bütün telkinlere rağmen Öcalan’a ve dolayısıyla PKK’ya tabi olmayı seçti. Öte yandan yasal siyasi hareketle arasına hep belli bir mesafe koyup pek yıpranmadı. Fakat ne kadar uzak durmak isterse istesin ‘reel politik’i çok iyi özümsedi. Kuşkusuz bu noktada cezaevinde geçen yıllardaki epey deneyim biriktirmiş olmalı. Zana’nın bana göre en ayırt edici vasfı Kürt sorununun çözümünü samimi bir şekilde istemesidir. Kuşkusuz Zana’nın ‘çözüm’den anladığıyla, ondan hoşlanmayan kesimlerin anladığı arasında dağlar gibi fark var, ama o ‘reel politik’ becerisini devreye sokarak aradaki uçurumu kapatılabilir.”
O tarihten bu yana çok şeyler yaşandı: Zana milletvekili seçilip TBMM’ye döndü; yeniden mahkum oldu... Bütün bu süre zarfında fazla ortalıkta görünmemeye özen gösteren Zana’nın bir bakıma kendisini dünkü görüşmeye hazırladığını düşünebiliriz.
Hürriyet gazetesine verdiği söyleşinin ardından Kürt siyasal hareketinden Zana’ya bazı eleştiriler geldi ve kimileri bunlardan hareketle bu hareketin bölünebileceği şeklinde yorumlar yaptılar. Hiç sanmıyorum. Çünkü, eğer PKK, Zana’nın çıkışından ciddi bir şekilde rahatsız olmuş olsaydı dünkü buluşmanın yaşanmaması için çok yoğun bir kampanya yürütürdü. Yani Zana’nın PKK’ya “rağmen”, hele ona “karşı” bir girişim başlattığını hiç sanmıyorum. Öyle ki, PKK’nın olup bitenden haberdar olup onay verdiğini; hatta uzun bir süredir sesi çıkmayan (veya ses çıkartmasına izin verilmeyen) Abdullah Öcalan’ın bilgisi dahilindeki bir süreçten geçmekte olduğumuzu ileri sürebiliriz. Bunları herhangi bir “istihbari” bilgiye dayanarak yazıyor değilim, ama yaşananlardan bu sonuçları çıkartıyorum.
Sonuçta hükümet ve anladığım kadarıyla Öcalan ile PKK, sorunun çözümünde Zana’nın oynayabileceği kilit rolü geç de olsa kabullenmişe benziyor. Bu nedenle dünkü 90 dakikalık buluşma son derece olumludur. Böyle olduğu için de, çözüm istemeyen iç ve dış odakların Zana’yı itibarsızlaştırmak ve bundan böyle onun sürükleyeceği anlaşılan yeni süreci sabote etmek için ellerinden geleni yapacakları aşikârdır.
Herkesin aklına ilk olarak “PKK’nın şahinleri” geliyor. Kuşkusuz PKK cephesinden gelebilecek provokasyon ihtimali yabana atılamaz ama daha çok, devlet içinde yuvalanmış olan çözüm istemeyen odakları ve onların PKK içindeki kimi unsurları manipüle etme kapasitelerini önemsemek gerekir.