Liberal dostlarım; Milli Şef ilan edip hükümete dokunulmazlık bahşettiniz!

Liberal dostlarım; Milli Şef ilan edip hükümete dokunulmazlık bahşettiniz!

Turgay Oğur

Bir evlat sahibinin duyguları

AK Parti’nin 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri için yaptırdığı “Biz Birlikte Türkiye’yiz” şarkısının sözlerini ararken bir Uludağ Sözlük yazarının şu cümlelerine şahit oldum:

Maalesef çok güzel bir çalışma. Reklamlarda gördüm AKP’ye ait olduğunu tahmin ettim. Ve öyleymiş. Muhalefet niye düşünemez böyle şeyleri, anlamak güç.

Sosyalist partilerden birine üye olan bir arkadaşıma “Bu şarkının oy oranı sizin gibi sol partilerin tümünün toplamından daha fazladır, farkındasın değil mi?” diye takılmıştım.

Aynı yoldan geçmişiz biz/Aynı sudan içmişiz biz/Yazımız bir, kışımız bir/Aynı dağın yeliyiz biz, diye başlayan şarkıda Türkiye’de yaşayan hemen hemen herkese değiniliyordu.

30 Mart 2014 Belediye Seçimleri için de AK Parti bir şarkı yaptırdı. Bu şarkı ise sadece bir kişiden bahsediyor.

Ezilenlerin gür sesidir o/Suskun dünyanın hür sesidir o/Göründüğü gibi olan/Gücünü milletten alan/Recep Tayyip Erdoğan

Halkın adamı, Hakkın aşığı/O milyonların umut ışığı/Mazlumlara sırdaş olan/Gariplere yoldaş olan/Recep Tayyip Erdoğan

Oldu her zaman sözünün eri/Çıktığı yoldan dönmedi geri/Kararlıdır davasında/Anaların duasında /Recep Tayyip Erdoğan

Sözü dosdoğru yoktur riyası/Zalimlerin korkulu rüyası/İnandığı yolda gider/Yıllardır beklenen lider/Recep Tayyip Erdoğan.

Ne değişti diyenlere bu iki şarkı arasındaki yedi farkı bulmaya davet ediyorum.

Sadece Ortadoğu rejimlerinde eşine rastlanabilecek derecede lider kültüne methiyeler düzen bu marş ilk olarak bizzat Başbakan’ın bulunduğu bir salonda çalındı.

Kendisinden böylesine söz eden bir marşı keyifle dinleyebilmek için insanın kendisine üçüncü tekil şahıs olarak, adeta “O” olarak bakıyor olması gerekir. Bu aşamadan sonrasını analiz etmek beni aşar, psikiyatri alanına girer.

Peki, hakikaten içimizden biri olmak için çok uygun bir hikâyesi olan bir adam nasıl bu noktaya gelir? Bu soruya cevap ararken şüphesiz “masum değiliz hiçbirimiz” şarkısını hatırlamamak mümkün değil.

En başta “Sen dünya liderisin”, “emirel mümininsin”, “halife-i rui zeminsin”, “yıllardır beklenensin” diyen yakın arkadaşlar. Hiçbir nefis, (meşrebinize göre) hiçbir ego böyle bir tazyik karşısında sağlam kalamaz. Bir insanın bir insana yapabileceği en büyük kötülük budur. Allah kimseye böyle “dost” vermesin.

Meydanlarda, salonlarda milyonlarca insan hakkında ağır nefret suçu içeren konuşmalar yaparken, inançlı insanları kafir, ateistleri terörist ilan ederken alkışlayanlar, tempo tutanlar. Onlar da bu günahın diğer ortakları.

Ancak beni en çok ilgilendiren liberal-demokrat dostlarım. Sizler!

Tarihte bir ilke imza attınız. İslamcıların lastik gibi çeke çeke sündürdüğü Darül Harb müessesesini liberal dünyanıza monte ettiniz. Tebrikler! İktidar için kocaman bir yanlışlardan muafiyet parantezi açtınız. Cemaat tehlikesine karşı; Mao’nun tutunacak son halka tezini dayanak yapıp hükümete “Yapacağın her şey meşrudur” fetvası verdiniz.

Neo-conların kurtulmak istediği, dünyada en sevilen ABD Başkanı Clinton’ın iki kadının telefon konuşmasından dökülen iddialardan dolayı cinsel içerikli bir davada aylarca hesap verdiğini gördüğünüz halde bize Ortadoğu standartlarında siyaseti layık gördünüz.

Birlikte Wikileaks partileri yaparken, Julian Assange’ı kahraman ilan ederken “dünyamız sızıntılarla dizayn ediliyor eyvah” demek aklınıza gelmezken, bugün her sızıntıya “Aa darbe! Evet evet nerde olsa tanırım, darbe bu”  diyerek bunca ciddi iddiaya kulağınızı tıkadınız. Her türlü belgeyi, bilgiyi; kendi zekânıza hakaret edecek mantık yürütmeleriyle çürütmeye çalıştınız. Artık inkâr edilecek gibi olmayan durumları “Genelkurmay medya patronlarına telefon açarken iyiydi di mi” türünde zorlama argümanlarla savundunuz. Aslında bunların hiçbir önemi yok, siz zaten söylenebilecek son şeyi söylediniz “Gözümüzle bile görsek önemi yok” dediniz. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kudretli hükümetine vicdanlarınızda ömürboyu dokunulmazlık bahşettiniz. Adeta kendi Milli Şefinizi ilan ettiniz.

Doğrusu bu son tartışmalardan dolayı sadece Genç Siviller içinde maruz kaldıklarım bile gelecekle ilgili heyecanlarımı söndürmeye yetmişti. Hakkı teslim etmenin değil, haklı çıkmanın şehvetinden başı dönenlere bir şeyler anlatılamayacağını kabullenmiştim. Hiç değilse hatıralarımız kirlenmesin diye çok az şeyi takip etmeye, olan bitenden gelecekle ilgili dersler çıkaran yazılar karalamaya, nadiren tepki vermeye karar vermiştim. Ancak Başbakan’ın bir sözüyle gözüm açıldı.

Üç beş azgın seçmenin coşkusunu arttırmak adına sarfedilmiş, çocuğu olmayan/olamayan yüzbinlerce insanın kalbinin kırıldığı o münasebetsiz söz bana sorumluluğumu hatırlattı.

Evet, ben evlat sahibiyim. Birkaç gün içinde iki yaşına girecek bir kızım var. Babamın babasından devraldığı ve sonra bana devrettiği emaneti bir kaç gömlek üste taşıyarak babalık yapmaya çalıştığım kızımı düşündüm.

Kızımın iyi bir kadın, iyi bir arkadaş, iyi bir eş, iyi bir komşu, iyi bir anne, trafikte iyi bir sürücü, iyi bir vatandaş, dünyanın daha iyi bir yer olması için çabalayan iyi bir insan olarak yetiştiğini görmek en büyük arzum.

Bu yüzden de ekonomiden spora, medyadan eğitime kadar tüm alanların tek bir insan tarafından dizayn edilmesinin adeta içselleştirildiği bir rejimde onu büyütmek istemiyorum.

Kızımı bir muhaberat devletinin baskısına maruz bırakmak istemiyorum.

Dokunulamaz, hesap sorulamaz lider kültünün kariyer planına sıkışmış bir siyaset tarafından hayatının biçimlendirilmesine şahit olmak istemiyorum.

Sosyal alanın tek tipleştirilmek istendiği bir toplum içinde şekillenmesini (daha doğrusu düzleşmesini) istemiyorum.

Küçük bir zümrenin ütopik planları uğruna geleceğinin çalınmasını istemiyorum.

Bu durumla tek başıma mücadele edemeyeceğim ortada. Ancak tüm bu yapılanları alkışlayanları, yapılanları meşrulaştıranları, daha fazlası için ahlaki zemin sağlayanları bundan böyle kızıma zarar veren insanlar olarak kabul ettiğimin bilinmesini isterim.

_____________________________________________________________________

Bu yazı serbestiyet.com'dan alınmıştır