* Mehmet Altan
1884 yılında doğmuş… 1910 yılında ölmüş… Topu topu 26 yıl yaşamış… Ansiklopedide meslek hanesinin karşısında “Gazeteci, Sada-i Millet Gazetesi Başyazarı” yazıyor. Gene aynı yerde “Tanınma Nedeni” ibaresinin karşısında “Suikast sonucu katledilen ilk gazetecilerden” açıklaması var. Aslında böyle bir vurgu bile kendi başına ne kadar korkunç. 26 yaşında katledilen bir gazeteci. Ahmet Samim İttihatçıların Hasan Fehmi’den sonra öldürdükleri ikinci gazeteci. 9 Haziran 1910 gecesi arkadaşı Fazıl Ahmet (Aykaç) ile birlikte gazete matbaasından çıkıp bir davete gitmek için Eminönü’ne doğru yürürlerken tam Bahçekapı’da vurularak öldürülüyor. Fazıl Ahmet şans eseri kurtuluyor. Kemal Tahir Kurt Kanunu isimli romanında Ahmet Samim’i İttihat ve Terakki Partisi üyelerinden eski Ankara valisi Abdülkadir Bey’in vurduğunu söyler. *** Ahmet Samim öldürüleceğini bilir. Bunu ölümünden kısa bir süre önce bir arkadaşına yazdığı mektuptan anlıyoruz: «İttihat ve Terakki Cemiyeti idamıma hükmetmiş; idam olunacağım. Bunu yarı resmî bir sûrette bildirdiler. Emin olun ki kalbimde hiçbir korku duymuyorum. Bana dinî bir tevekkül geldi, ölmeye razı, hazırım. Yalnız ne zaman olacağını bilmiyorum.» Ansiklopediler İttihatçı kurşunu ile yok edilen bu kısacık ömür için şunları yazıyor : “Ahmet Samim (1884-1910), Türk gazeteci, yazar. Osmanlı, Hilal, Cidal, İtilaf, Seda-i Millet gazetelerinde çalıştı, başyazarlık yaptı. Fecr-i Aticiler içerisinde gazeteciliği meslek edinen tek kişiydi. Yeşilköy'deki Hareket Ordusu karargâhına sığınmamış olsaydı, 31 Mart isyancıları tarafından parçalanacaktı. İsyan yatışınca Seda-i Millet gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı (1909-1910). İttihat ve Terakki muhalifiydi, İstanbul'da meçhul bir katilin kurşunuyla hayatına son verildi. Türkiye'de öldürülen ikinci gazetecidir. II. Mahmut Türbesi Haziresi’ne gömüldü (1910).” *** İttihatçılar bu gencecik insanı neden vurdu? Vurulmadan birkaç ay önce bunaltıcı İttihatçı tehditleri arttığında şöyle yazıyor : «Bu ülkede özgürlük vardır, gerçek özgürlük vardır. Herhangi bir kişi, sosyal ve siyasal inançları ne olursa olsun, hiç bir saldırıya uğramayacağına inanmalıdır.» İstediğinin ne kadar masumâne bir talep olduğunu da nafile bir şekilde 10 Şubat 1910 da, bir daha yineler: «Basın, halkı her konuda aydınlatmak zorundadır. Gerekirse hükümetin zayıflığını ortaya kor, kusurlarından, yanlışlarından söz eder. Bizde garip bir ruh hâli var. Basın Osmanlılığın gücünden ve şanından söz ederse görevini yerine getirmiş sayılıyor, bunun dışına çıkıp da bozuklukları ortaya korsa kötü bir yol tutmuş oluyor. Sizi ihanetle, kötü bir amaca hizmet etmekle suçluyorlar.» Baskı yöntemleri ve sakız edilen suçlamalar hep aynı. Bugünü iyi anlamak için düne bakmak çok öğretici. Yakup Kadri, Hüküm Gecesi adlı eserinde Ahmet Samim’den bahseder. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na göre «sıkıyönetim harp divanının gizli işkence usullerine ait belgeleri ortaya atan ve Soma-Bandırma demiryolu imtiyazı işinin içyüzünü açıklayan» gazetecidir Ahmet Samim. *** İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ülkede siyasal gruplaşmalar başlar, bu durum basına da yansır. Basın aracılığıyla şiddetli mücadele veren gruplar ortaya çıkar. İttihat ve Terakki Cemiyeti, parti hâlinde örgütlenir. Tanîn ve Şura-yı Ümmet gazeteleri bu partinin yayın organı olur. II. Abdülhamid döneminde sürgüne gönderilen aydınlar ve gazeteciler tarafından kurulan Fedâkâran-ı Millet adlı örgüt, yayın organı olan Hukûk-u Umûmiye ve Serbestî gazeteleriyle İttihat ve Terakki Partisi’ne şiddetli eleştiriler yöneltir. *** Yönetimde adem-i merkeziyetçiliği ve ekonomide liberal ilkelere dayanan bir federasyon düşüncesini savunan Prens Sabahattin taraftarları Ahrar Partisi’ni kurarlar. Bu partinin yayın organı Osmanlı gazetesidir. İttihat ve Terakki karşıtı İkdam, Sabah, Yeni Gazete, Seda-i Millet ve Servet-i Fünun gazeteleri, Ahrar Fırkası'nı desteklerler. Galatasaray Lisesinde ve Robert Kolejde okuduktan sonra önceleri Tekel’de çalışan Ahmet Samim de İkinci Meşrutiyetten sonra İttihatçılara karşı koyan Ahrar partisinin yayınladığı Osmanlı gazetesinde gazeteciliğe başlar. Gene Ahrar Partisi’ni destekleyen Seda-i Millet gazetesinin başına başyazar olarak sonradan geçer. *** Ahmet Samim’in içinde yer aldığı Osmanlı Ahrar Partisi’ni merak edince karşınıza liberal düşüncenin ilk nüveleri çıkar; 14 Eylül 1908'de, Prens Sabahattin'in önderliğinde Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısında örgütlenen liberal Jön Türk kanadı tarafından kurulmuştur.. Prens Sabahattin, kendisine önerilen parti başkanlığını kabul etmez ama girişimi destekler. Parti programı, kurucu üye Nurettin Ferruh Bey tarafından hazırlanır. Programın hazırlanmasında Kont Léon Ostrorog yabancı parti programlarını tercüme ederek yardımcı olur. Ahrar Fırkası İngiliz siyasi parti geleneğini esas almıştır. Partinin başlıca siyasi görüşleri liberalizm, girişim özgürlüğü,yerel yönetimlere güç verilmesi, merkezi otoritenin sınırlanması ve bireycilik olmuştur. *** Parti programının giriş kısmında Ahrar fırkasının faaliyet sahası şu şekilde ilan edilmektedir: “İnsanlar hür ve hukuk-ı beşer nokta-i nazarından müsavi olarak doğduklarından aharın hukukuna tecavüz etmemek şartiyle hürriyet, hakk-ı temellük, emniyet, huzur-u kanuna mutavaat, asayiş-i umumiyi muhil olmayan ef’al ve harekatta serbest, serbest-i kelam, serbesti-i matbuat, serbesti-ticaret, serbesti-i muhaberat, serbesti-i vicdan, serbesti-i seyahat, serbesti-i tedrisat, serbesti-i müşareket, serbesti-i içtima’, masuniyet-i mesakin gibi hukuk-ı umumiyeye maliktirler…” *** Osmanlı Ahrar Partisi 908 seçimlerine katılır, ancak İkinci Meşrutiyet’in ilanındaki yalancı baharın henüz etkisi devam ettiği ve İttihat ve Terakki’nin devlet imkanlarını arkasına alan bir güçle yaydığı hamasî ve şoven, etik dışı suçlamaları karşısında yetersiz kalır, örgütlenme sorunları da vardır, sonuç olarak başarısız olur. 31 Mart ayaklanması sonucunda da İttihat ve Terakki tarafından ocağına incir ağacı dikilir. Seçimlerde İttihat ve Terakki Partisi’nin Osmanlı Ahrar Partisi’ne yönelttiği ağır ve şaşırtıcı üslûbu, seçim atmosferini, tartışmaları ve tartışma dilini tarihsel bir perspektifle incelerseniz, siyasetteki mevcut dilin ve liberal düşmanlığının bugüne İttihat ve Terakki’den kalma olduğunu açıkça görürsünüz. Siyasal ve ekonomik rantın böylesine yüksek olduğu bir toplumda, çoğunluk rekabeti değil, torpili seçecek ve yarışmaya dayalı liberal bir zihniyete de düşmanlaşacaktır. Bunu çoktandır biliyoruz. *** Daha sonraki yıllarda da devam eden iktidarı her ne pahasına olursa olsun bırakmama saplantısı; demokratik ve medenî bir siyasal rekabette yeri olmaması gereken hırçınlık, İttihat ve Terakki’yi ve Osmanlı İmparatorluğunu felakete götürür: “İttihatçıların seçimlerde muhalefeti susturmak için kullandığı tek yöntem fizikî şiddet değildi. İktidarın tüm imkânlarını kullanıp valilikler ve kaymakamlıklara İttihatçı yandaşlar atandı. Orduda rütbeli komutanlar, İttihat ve Terakki adına propaganda yaptı. Askerler, sokaklarda ‘yaşasın Cemiyet’ sloganı attı. Devletin sivil ve askerî tüm kurumları İttihat ve Terakki adına çalıştı. Sonuçta, seçimleri baskıyla, korkuyla, şiddetle İttihat ve Terakki partisi kazandı. Ancak zorbalıkla kazanılan iktidarın ömrü uzun sürmedi ve hükümet, 5 Ağustos 1912 tarihinde fesh edildi. Sonra… Sonrası malûm. Önce Balkanları kaybettik, sonra 1. Dünya Savaşı sonunda bağımsızlık savaşı vermek zorunda kaldık. İttihatçıların şiddetle kurdukları iktidarın bedelini her zamanki gibi yine Türk milleti ödedi ve 1912 seçimleri aradan 100 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen tarihe sopalı seçim olarak geçti.” *** Gördüğüm o ki, bir ülkenin üretim biçimi ve yapısı çağa uygun olarak köklüce değişmedikçe fazla bir şey değişmiyor. Bugün de hâlâ ihracatımızın sadece yüzde 3 ‘ü ileri teknoloji mallarından oluşuyor. Ahrar’a karşı şiddetli bir dil kullanmak, ağır suçlamalar yapmak, Ahmet Samim’i katletmek bu gerçeği ve mevcut üretim yapısını değiştirmedi, sadece Osmanlı’yı batırdı.
Bu yazı platform24.org'den alınmıştır