Tayfun Atay
(Radikal - 5 Şubat 2013)
Muhafazakârlık kisvesi altında, toplumu da "O böyle istiyor" diye bahane ederek medyaya yapılan taassup daveti nereye kadar sürdürülebilecek?
Televizyon sektörünün içinden sansür ve ‘otosansür’ haberleri alıyorum bol bol. Çoğu ‘off-the-record’ olduğu için de şimdilik yazamıyorum. Ama anlaşılan o ki mevcut iktidara akortlu kültürel değerlere, siyasi tasarruflara ve ekonomik hedeflere aykırı sayılan türlü-çeşit içerik, sadece RTÜK zoruyla değil ama kanal yönetimleri tarafından da hükümetten korkuyla kırpılıyor, kesiliyor veya tümden kaldırılıyor. Ülkenin 10 küsur yıldır gidişatını belirleyen, kâğıt üzerinde ‘muhafazakâr-liberal’ kaydedilen siyasi iktidarın, aslında yek diğeriyle uyuşması zor bu iki fikriyatı bir arada taşımakta en çok zorlandığı, bu bakımdan ‘dikiş’lerinin patladığı söylenebilecek bir alan medya. İktisaden sürdürülen liberalizmin kültürel anlamda devre dışı bırakıldığı, aksine muhafazakâr dinamiğin en uç noktada işlerliğe sokulup tehlikeli bir yan ürün olarak mutaassıplığa vurulduğu alan da medya... Bu, her şey bir yana, liberal kapitalist sistemin işleyiş sistematiğine ‘içsel’ olarak aykırı bir durum. Muhafazakârlık, evet, kapitalizmin bir parçası ve aslında siyasal kültürel anlamda liberalizm ile muhafazakârlık bu sistemin işleyişinde denge oluşturan iki ayrı pozisyon. Batı demokrasilerinde bunları zaman zaman birbiriyle ittifak veya koalisyon halinde bulursunuz, ama bizde olduğu gibi hemhal vaziyette pek bulamazsınız. O dengeli karşıtlık hali içinde medya genelde liberal anlayış ve eğilimin bünyesine hâkim olduğu bir kurum olarak çıkar karşımıza.
Kapitalizmin muhafazakârlığa eyvallahı vardır. Ama mutaassıplığa yoktur. O, taassuptan hoşlanmaz. Çünkü, muhafazakârlık değil ama taassup, liberalizmi yok eder, ona nefes aldırmaz ve sistemi tıkar. Taassubun en çok çanına ot tıkayacağı sektör de medyadır. Çünkü medya, tüm sistem-içi kültürel ve ideolojik işlevlerine karşın, sonuçta sisteme en aykırı, rahatsız edici, sorgulayıcı söylem ve içeriklerin de işlerliğe sokulabildiği bir alandır. ‘Mahallenin delileri’ oradadır. Bu, karşılık olarak, bir supap mekanizması işlevi görmekle sistem açısından da yarar teşkil eden bir durumdur. O yüzden kelimenin gerçek anlamıyla muhafazakâr iktidarlar, medyaya olabildiğince liberal yaklaşıp onu ‘serbest’ bırakma çabası içinde olurlar. Türkiye’de mevcut siyasi iktidar ise bir türlü tam olarak sentezlenmemiş fikri bileşenlerini medyaya yaklaşımında ayrıştırıp anti-liberal bir muhafazakârlığa yelken açıyor. Geriye doğru hem de; ülkede modernleşmenin bürokratik, demokrasinin vesayetçi, kapitalizmin devletçi yürütüldüğü, dolayısıyla medyanın da resmî olduğu tek kanallı günleri anımsatırcasına... Geçmişin ‘resmi kanal çağı’na benzer bir ‘resmiyete tâbi kanallar çağı’ yaşıyoruz. Ama bakalım mızrak, çuvala sığacak mı? Muhafazakârlık kisvesi altında, toplumu da “O böyle istiyor” diye bahane ederek medyaya yapılan taassup daveti nereye kadar sürdürülebilecek?.. Baksanıza, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, damardan mutaassıp yayıncılık genel ilgiye bir türlü mazhar olamıyor. Ve tüm taassubî çıkışlara rağmen ‘Muhteşem Yüzyıl’ zirvede kalmaya devam ediyor.