Mahmut Hamsici BBC Türkçe
Arhus, deniz kıyısında, sokakları bisiklet dolu, sakin, küçük bir kuzey Avrupa kenti.
Bu Danimarka kentindeki Türkiyeliler böylesine uzağa yeni bir yaşam kurmak göçmüş.
Lobna Allami'yi Türkiye'den buraya savuransa 'eski yaşamına' geri dönme çabası.
Allami, eskisi gibi konuşmak, eskisi gibi yazmak, eskisi gibi çalışmak, eskisi gibi yürümek kısacası eskisi gibi yaşamak adına iyileşmek için bu sıralarda sevgilisinin yanında bulunduğu bu kentte bulunuyor.
Onun için eskisi demek, 31 Mayıs öncesi demek.
Allami o günü artık hatırlıyor:
"Çok da insan değildik, 50 kişi falan vardık. Gittik oraya, Taksim’e, oturduk. Etrafımızda olurlar ama bize vurmazlar diye düşündük. O yüzden ben hep oturdum. Polisler geldi, gaz başladı, ben hala oturdum. En son bir arkadaşım 'artık nefes alamıyorum, gidelim' dedi. Sonra oradan kalktım, biraz yürüdüm, sonra hemen gittim, onu da hatırlamıyorum."
Allami vurulup hastaneye kaldırıldıktan kısa süre sonra, kanlar içinde yerde yatan ve titreyen vücudunun apar topar ambulansa konma görüntüleri yayılmaya başlamıştı.
24 saat içinde sayıları sürekli artan göstericiler Taksim Meydanı'na girerken Allami yoğun bakımda yaşam savaşına başlamıştı.
O dönemde 'Diren Lobna' günler boyunca hem sokaklara yazılan hem de sosyal medyada etiketlenen sloganlardan oldu.
Üç beyin ameliyatı ve 25 günlük komadan sonra Allami yaşama döndü.
Konuşamıyor, hatırlamıyor, vücudunun birçok özelliğini kullanamıyordu.
Bugün, hastanede bir yanında kız kardeşi, bir yanında annesinin bulunduğu fotoğrafı gösterip "Onu bile hatırlamıyordum, o benim kardeşim ya" diyor gülerek.
Hafızası sonra yavaş yavaş gelmeye başladı.
Allami üç aydır kendini ifade edebilecek kadar konuşuyor.
Kelimeler ağzından yavaş yavaş çıkıyor, bazen doğru kelimeleri hatırlayamıyor ama konuşuyor.
Okumaya da başlamış durumda.
O hastanedeyken arkadaşları, Gezi Parkı'nda bir defter gezdirip notlar toplamış.
Kardeşi Fatin bu defteri ve ona yazılan mektupları geçen günlerde Allami'ye göndermiş.
Bugünlerde onları yeni yeni okuyor.
En sevdiği notlardan birini okumaya çalışıyor, yavaş yavaş: "Haydi uyan bak direniyoruz. Haydi uyan bak kazanıyoruz".
Yazılara bakıp gülümsüyor, "Çok güzeller" diyor, "Bunları bir gün bir şekilde yayınlamak istiyorum".
Sonra ekliyor: "İnsanların seni hatırlaması ve sürekli takip etmesi çok güzel bir şey. Yoksa zaten çok zor bir hayat üstüne bir de insanların olması benim için bir lütuf yani."
Deftere yapıştırılmış, Gezi Parkı içindeki kalabalıkların fotoğraflarına bakıp derin bir nefes alıyor:
"Hiç olmasa orada bir iki gün olsaydım, biraz görseydim. Orada olmak isterdim. Herkes oradaydı. Herkes savaş yapıyordu. Duruyorlardı ve hiçbir yere gitmiyorlardı. Ama en sonunda polis zaten hepsini dağıttı."
Allami eski haline dönmek için yoğun bir çaba içinde.
Bedensel yeteneklerini yeniden kazanmak için spor yapıyor.
Ameliyat nedeniyle sürekli çektiği başağrısını günde ortalama üç ağrı kesici alarak azaltmaya çalışıyor.
Zamanında çok iyi bildiği İngilizce'yi öğrenmek için ders alıyor.
Ürdünlü bir babanın ve Türk bir annenin çocuğu olarak Ürdün’de doğan ve 14'üne kadar bu ülkede yaşayan Allami, anadili Arapça'yı hatırlayamıyor, hatırlamak adına annesiyle telefonda ara sıra Arapça konuşuyor.
Eskiden yaptığı gibi yazamıyor.
Yurtdışı seyahatlerinin notlarını yüklediği blogunu gösteriyor ve "Zamanında neler neler yazmışım" diyor, okumakta zorlanarak.
Bunun boşluğunu doldurmak için hayatında ilk kez resim yapıyor.
Allami yaşadıklarından dolayı öfkeli.
Başına gelenlerden en fazla hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı sorumlu tutuyor.
Şu an için Türkiye'de yaşamayı düşünmediğini, iyileşme süreci gibi siyasi yönetime kızgınlığının da bu kararda payı olduğunu söylüyor.
Her ne kadar böyle söylese de iki gün boyunca sokaklarda, sahil kenarında, parklarda yaptığımız uzun yürüyüşlerde sürekli Türkiye'yi ve Türkiye'deki insanları ne kadar özlediğinden bahsediyor.
İkinci gün ayrılmadan son bir soru Allami'ye:
"Polisin o günkü gibi müdahale edeceğini bilsen yine de Gezi Parkı protestolarına katılır mıydı?"
Önce gülümsüyor, "Evet yine giderim" diye başladığı cümlesine şöyle devam ediyor:
"Ama bu sefer daha hazırlıklı olmam gerekiyor. Yüzümde bir maske olması gerekiyor. Geçen ki gibi olmaması gerekiyor. Ama olursa gider miyim, kesinlikle, maalesef yaparım yani. Bunu her zaman yaptım her zaman da yapacağım yani."
Neden maalesef kelimesini kullandığını soruncaysa şunları söylüyor:
"Çünkü isterim ki böyle şeyler olmasın. Biz sokağa gidelim ve protesto yapalım, ama bizi vurmasınlar, biz ne yapacaksak yapalım, sonra eve gidelim. Bizi vurmasınlar, bizi itmesinler. Polis olsun ama dursun. Maalesef dediğim bizi vuruyorlar yani. Bunu yapmasınlar artık. Bizi bıraksınlar."