Melis Karaca
Fransa'nın cumhurbaşkanlığı seçim süreci; alınan dersler ve genel seçime ışık tutan vaatlerle sona erdi. Emmanuel Macron yeniden cumhurbaşkanı seçilirken yapılan değerlendirmelerde aşırı sağcı Le Pen'in partisinin kendi tarihinin en yüksek oyunu gördüğü de es geçilmedi.
Yeniden seçilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, kendisine oy verenler arasında aşırı sağı engellemek için hareket edenler olduğunun bilincinde olduğunu belirterek yeni beş yılına hazırlanırken ilk turun adaylarından Jean-Luc Melenchon ve ikinci turda yarışan Marine Le Pen ise genel seçimlere ilişkin hedeflerini duyurmaya başladı. Macron'un karşısında politikalarını yürütmek konusunda tıkanıklıklara yol açabilecek bir hükûmetle beş yılı yürütüp yürütemeyeceğine ilişkin tartışmalar sürüyor.
T24 için değerlendirmede bulunan İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Gönen ve Sorbonne Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Pınar Kılavuz, Fransa'daki gelecek beş yılı, kendi tarihinin en yüksek oyunu alan Le Pen aile partisini, Fransa'nın genel seçim sistemi ve olasılıkları, seçmen davranışı ve Macron'un önündeki zorlukları anlattı.
Emmanuel Macron ile geçecek bir beş yıl daha, Fransa ve Avrupa birliği için sizce ne anlama geliyor?
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Gönen, Macron’u “Fransa’da AB bütünleşmesini hem ideolojik olarak savunan hem de derinleşmesi için görüşler ortaya atan yegâne siyasetçi” olarak niteleyerek bir anlamda Avrupa Birliği işleyişinin başarılı olmasının Macron’un hanesine yazıldığını belirtiyor. Öte yandan Fransız kamuoyunda AB’nin çok sevilen bir kurum olmadığını belirterek şunları söylüyor:
“Kimse Avrupa entegrasyonunun yarattığı istikrar ve refah ortamından vazgeçmek niyetinde değil (belki İngiltere hariç tutulabilir), ancak ekonomi iyi gitmediği zaman bütün kabahatin AB’ye atılması da sıklıkla görülen bir gelişme.”
Gönen, Macron için gelecek beş yıllık süreçte yeni bir sosyal patlama ya da pandemi yaşanmazsa AB’nin toparlanma sürecinin kendi hanesine yazdırabileceğini, orta vadede işlerin düzelmediği bir durumda ise Macron’un zemin kaybedeceğini belirtiyor.
Seçim, Macron’un zaferi olarak yorumlanırken aynı zamanda Marine Le Pen’in aldığı yüzde 41.5’lik oy, aşırı sağın yıllar içinde yükselen oy oranını da gösteriyor. Bu durumu Fransa’da aşırı sağın geleceği anlamında nasıl değerlendirirsiniz?
Tüm gelişmiş ülkelerde aşırı sağ söylemin giderek daha geniş ve daha esnek bir popülizmle birleşerek müesses sağ partiler ve bir kısım tepkisel sol seçmenin oyunu alabildiğini söyleyen Gönen, şöyle devam ediyor:
“Bu, eskiden düşündüğümüz gibi aşırı sağ=faşizm denklemine tam uyan bir gelişme değil. Tabii ki Avrupa ya da ABD aşırı sağının tam anlamıyla Faşist diktatörlüklere tekabül etmemesi, çok teselli edici bir husus gibi görünmüyor. Ancak bu gelişmeyi daha iyi incelemek ve bu gelişme ile nasıl mücadele edileceğini daha sağlam verilerle, stratejilerle saptamak da bütün demokrat düşünceli insan ve kurumların gündeminde olmalı.”
Fransa’nın aşırı sağın yakın tarihin hiçbir döneminde iktidara yaklaşamamış bir ülke olduğunu belirten Prof. Dr. Gönen, bugün Fransa’da utançla anıldığını belirterek “Yegane aşırı sağ dikta, Alman işgali döneminde Pétain ve Vichy hükümetidir.” diyor.
Gönen, bu seçimde aşırı sağın geldiği nokta ve izlediği stratejiyi şöyle anlatıyor:
“Son başkanlık seçimlerinde gerçek 'aşırı sağ' temsilcisi Eric Zemmour yüzde 7 oy alabildi. Yüksek bir rakam ama gerçek yabancı düşmanı ve faşizan görüş bu düzeylere ancak gelebiliyor diyebiliriz. Le Pen ise aşırı sağ bir dizi görüşünü rafa kaldırarak daha popülist bir çizgiye gelmeye çalışıyor. Kitle partisi olabilmek için bunu gerekli görüyor. Ancak açık alanlarda başörtüsünün yasaklanması gibi aşırı islamofob tavırlarından da ödün vermiyor. Bu belki onu iktidara taşımaz, ancak bu tür 'yabancı düşmanlığının' genelgeçer üslup haline gelmesi ve toplumun geniş kesimleri tarafından kabulüne yol açar. Bu da fevkalade nahoş bir gelişmedir.”
Sorbonne Üniversitesi Öğretim Üyesi sosyolog Pınar Kılavuz da baba Jean Marie Le Pen’in kurduğu, şimdi de başkanlığını Marine Le Pen’in yaptığı Rassemblement National partisinin tüm seçimlerinin en yüksek oy oranını aldığını belirterek durumu birkaç faktörle açıklıyor:
Öncelikle Le Pen’in dahi söylemlerini “ılıman” ve “yumuşak” hale getiren Eric Zemmour’un bu seçimlerde aday olması. Le Pen’in bile “daha sağında”, ırkçı, cinsiyetçi, ayrımcı fikirlerini açık açık söyleyen başka bir rakip Le Pen’e yaradı diyebiliriz. Klasik merkez sağ partisi olan “Cumhuriyetçiler” partisinin seçmenlerinin kimisi “Pecresse artık sağı temsil etmiyor” düşüncesi ile Le Pen’in partisine de sempati duymaya başladı. İlk turda Pecresse’e oy veren seçmenin yüzde 12’si 2. Turda Le Pen’e oy verdi. Oysa Pecresse ilk turun sonunda Macron’a oy verin çağrısı yapmıştı.
Le Pen, babasından farklı olarak sadece “Fransız kimliği” üzerine kurulu bir siyasetin değil, “Halkın Cumhurbaşkanı” adayı olduğu iddiası ile yola çıktı. Seçim kampanyası boyunca Macron için “zenginlerin başkanı” hitabını kullandı. Macron’un seçim programında “alım gücü” başlığı, bu konuda atacağı adımlar yok fakat Le Pen somut örnekler sundu. Bunların bazıları; her ailenin aylık harcamasının 150-200 Euro daha az olacağı, benzin, gaz ve elektrikten alınan KDV’in yüzde 20’den yüzde 5.5’e düşeceği, temel tüketim üzerinden alınan KDV’nin tamamen silineceğini vaat ediyordu.
Burada altı çizilmesi gereken bir detay, Le Pen’in bütün bunları “ulusal öncelik” kapsamında yapacağı. Yani, öncelikle Fransızlar’a yurt/barınma sağlanacak, sosyal yardımlarda anne ya da baba birinin Fransız olması koşulu aranacak gibi.
Kılavuz, Le Pen’in ikinci turdaki sonucuna ilişkin değerlendirmesini şu sözlerle bitiriyor: “Le Pen’in seçilememesine sevinirken “ırkçı sağ” partinin yüzde 41.5 oy almasının nedenleri üzerine düşünmeliyiz.”
Macron ikinci tura kaldığında dahi Fransa’da “Ne Macron, ne Le Pen” diyen büyük bir kitle olduğu, Sorbonne’da öğrencilerin protestolar düzenlediği, seçime katılımın ise 1969’dan beri en düşük seviyede olduğu görüldü. Macron hangi gündemlerde Fransa halkını ikna etmekte zorlanacaktır?
Kılavuz, "Aslında başta öğrenciler olmak üzere halkın öfkesi sadece Macron’a değil. Tıpkı 2017’de olduğu gibi, Macron ve Le Pen, yani “sağ ve ırkçı sağ” arasında tercih yapmaya zorlanmış olmaktan kaynaklanıyor." diyor.
1969’dan bu yana en düşük seçime katılım oranını değerlendiren Kılavuz şöyle açıklıyor:
“Bunun cevabını bulmak için seçmen profilini, özellikle de sandığı boykot eden seçmenleri incelemek gerekiyor. Tıpkı ilk turda olduğu gibi, sandığa gitmeme oranı en yüksek olarak yüzde 41 ile 18-24 yaş arası seçmende gözleniyor. 70 yaş ve üstünde bu oran yüzde 15.
Aylık geliri 1250 Euro ve altı olan seçmenin yüzde 40’ı sandığa gitmezken, 3 bin Euro ve üzeri kazananların yüzde 22’si sandığa gitmiyor. Sempati duydukları partilere göre bakacak olursak, yarısı, ilk turu üçüncü olarak tamamlayan “Boyun Eğmeyen Fransa” partizanı seçmeni olan seçmenin yüzde 43’ü oy kullanmamış. Diğer partilere göre bu en yüksek oran.
“Hayatımdan çok memnunum” diyen seçmenin yüzde 23’ü sandığa gitmezken bu oran “hayatımdan pek memnun değilim” diyen seçmende yüzde 39 ile en yüksek."
Fransa 12 ve 19 Haziran’da yasama seçimlerine gidiyor. Marine Le Pen de, aşırı solun adayı Jean-Luc Melenchon da yasama seçimlerini “üçüncü tur” olarak değerlendirerek Ulusal Meclis’te çoğunluğu elde etme yönündeki kararlılıklarını dile getirdiler. Macron için genel seçimlerden sonra hükûmeti aşırı sol ya da aşırı sağın kurması ne gibi zorluklar getirir?
Gönen, Fransa’da parlamenter seçim sistemini şöyle özetliyor:
“Fransa’daki parlamenter seçim sistemi, dar bölge, üninominal, iki turlu bir sistem. Her bölgeden tek bir aday seçiliyor, ilk turda kullanılan oyların yüzde 50’sinden fazla alan aday (kayıtlı seçmenin de enaz %25’ini temsil etmesi şartıyla) doğrudan seçilir. İlk turda en fazla oyu alan adaylar ikinci tura kalır. Bu genellikle yüzde 20 barajını geçen iki aday arasında olur, ancak 3 adayın da ikinci tura kalabildiği sıklıkla görülür. Yani Başkanlık seçimlerinden farklıdır. İki turlu seçimler, yerel koalisyonları neredeyse mecbur kılar. Adayınız ilk turda elenirse kendinize en yakın ikinci adayı ikinci turda destekleyeceğiniz için, kazanma ihtimali güçlü adaylar ikinci tur için muhtemel seçmenlerine göz kırpmak ve onların desteğini almak cihetine giderler.
Aşırı sağ adayların parlamento seçiminde grup oluşturma ihtimalinin « çok uzak » görüldüğünü belirten Gönen şöyle açıklıyor :
"Aşırı sağ adaylar, bu sistemden çok çektiler çünkü ikinci tura kalan adayların karşısına « Cumhuriyet tepkisi » denilen biçimde diğer tüm parti seçmenleri karşı çıktı. Bu nedenle 577 sandalyeli Fransa meclisinde Le Pen’in partisi sadece 7 sandalyeye sahip"
Boğun Eğmeyen Fransa lideri Melenchon’un başbakan olma hedefine de değinen Gönen, parlamenter seçimlerde olası durumu şöyle açıklıyor :
"Mélenchon için ise durum daha değişik. Türkiye’de "sol" düşünceyi 12 Eylül sonrası tamamen denebilecek düzeyde "yok" ettiğimiz için bize "aşırı sol" gibi gelen görüşler, Avrupa’da esasen sol sosyalist partilerin görüşlerinden oluşuyor. Aşırı denebilecek ve devrimi savunan iki Troçkist parti dışında Mélenchon’un temsil ettiği geniş sol cephe, büyük ölçüde reformist ve popülist önermelerden oluşan bir programa sahip. Macron’un ilk dönem başkanlığı halk yığınları arasında ciddi bir memnuniyetsizlik yaratmış olsa da, bu sol cephe oylarının mecliste çoğunluk sağlayabilmesi için, ikinci turda Le Pen seçmenini çekmesi gerekiyor. Fazla yanılma payı olmaksızın bunun gerçekleşmeyeceğini var sayarsak, merkezde duran, Başkanlık seçimini iyi bir skorla kazanan Macron ve partisinin parlamentoda sandalye çoğunluğu sağlayabileceğini öngörebiliriz."
Macron, 2017’de “siyasette reform” diyerek yola çıktı. 2022 seçim sürecini değerlendirdiğinizde Fransa siyasetinde bir şeylerin değiştiğini gözlemliyor musunuz?
“Fransa siyasi yelpazesi üçe bölünmüş durumda” diyen Prof. Gönen, mevcut siyasi atmosferi şöyle açıklıyor:
Eski, büyük müesses Orta Sol (Sosyalist Parti) ve Orta Sağ (Les Républicains) gibi partilerin seçmen tabanı, neredeyse olduğu gibi Emmanuel Macron’un merkez partisine (LREM) geçmiş durumda bulunuyor. Sol harekette ise Jean-Luc Mélenchon’un La France Insoumise partisi (Boyun eğmeyen Fransa), çok örgütlü değil ancak seçmenin desteğini arkasına almış vaziyette ve muhtemelen önümüzdeki dönem ciddi bir rol oynayabilecek.
Aşırı sağda ise Le Pen’in “Rassemblement National” partisi bir aile meselesi, babası kurdu, kızı devam ediyor, gelecek lider olarak da damadı yetiştiriyorlar. Kimse bu partinin daha fazla güçlenmesini istemeyeceği için seçim sistemine daha fazla temsili ağırlık verilmeyeceğine muhakkak gözüyle bakılabilir. Kısacası, Fransa siyaset manzarası derinden değişiyor ve yeniden yapılanıyor”
Gönen, bahsettiği değişimin büyük reformlara gebe görünmediğini ekleyerek Macron için bundan sonrasını belirleyebilecek bir faktörü şöyle açıklıyor:
“Sarı Yelekliler hareketinden sonra Macron, büyük bir geziye çıkarak yerel yöneticilerle yüz yüze görüşme maratonu gerçekleştirdi. Bunun hemen ertesinde Covid pandemisi çıktığı için sonuçları ve sentezi pek anlaşılamadı. Bütçe harcamaları da pandemi zararlarını karşılamaya vakfedildi. Macron bu yüzden seçimi kaybedebilirdi ama etmedi. Yeni dönemde özellikle dar gelirli kesim ile ilişkiler belirleyici olabilir.”
Fransa halkı gelecek beş yılda Macron’dan neler bekliyor?
Kılavuz, Macron’un öncelikle alt tabakayı, geliri düşük olan seçmeni ve özellikle gençleri ikna etmek zorunda olduğunu belirterek şöyle devam ediyor:
Seçmenin yüzde 56’sı oy verme kriterinin başına “alım gücünü” koyuyor. Macron öncelikli olarak yüzde 4.5 enflasyona, Ukrayna’daki savaşa ve iç krizlere bağlı olan alım gücünü yükseltmeli. Gençleri mezun olduktan sonra alanlarında iş bulabileceklerine, hayatlarını kazanabileceklerine ikna etmekle meşgul olacaktır. Gaz ve petrol/petrol ürünleri fiyatlarını ayarlamak, eğitimde reformlar, çevre ve iklim konularında somut adımlar atmak, tartışmalı emeklik reformunu düzenlemek, Covid nedeniyle artan sağlık krizini yönetmek, çalışma koşullarında düzenleme Macron’un öncelikleri arasında yer alacak.
Macron’un beş yılı, Türkiye’yle ilişkiler açısından çeşitli konularda gerilimlerle geçti. İkinci beş yıllık döneminde mevcut fikir ayrılıkları ya da Rusya-Ukrayna savaşı gibi benzer amaçların güdüldüğü konular değerlendirildiğinde ilişkileri neler bekler?
Prof. Gönen, Türkiye-Fransa ilişkilerinin gelecek beş yıldaki gidişatına ilişkin değerlendirmelerini şu şekilde aktardı:
"Dış siyasette Macron, Türkiye’nin çaresiz ve güçsüz, bütün komşularıyla kavgalı, yarı diktatöryal bir rejim olduğu varsayımından hareket etti ve büyük bir yanılgıya imza attı. Dış siyasette baş döndürücü hızda yaşanan gelişmeler, yumuşak güç olarak hareket etmesi hâlinde Türkiye’nin çok ciddi bir ağırlığı olduğunu teyit etti. Ne var ki, dış siyasetteki itidalli ve akıllı siyaset, Fransa ile Türkiye’yi yaklaştıracak olsa da, Türkiye’deki iç işleyiş ve demokratik standartların yerlerde sürünüyor olması, iki ülkenin samimi bir işbirliğine gitmesini engelleyecek gibi duruyor.
Macron dışında, hiç bir önde gelen siyasi lider, Türkiye konusunda yeni bir açılım, yeni bir yaklaşım taraftarı değil. Bu açıdan bakıldığında, ilişkilerimizin geleceği umut vermiyor. Eskisi gibi hasmane olmasa da, verimli bir süreç olmayacağına muhakkak gözüyle bakabiliriz."
T24 Dış Politika Analisti Barçın Yinanç da “Fransa seçimleri: Macron’a muhtaç olmak” başlıklı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Macron için geçmişte "Fransa ve Fransızlar umarım ondan kurtulurlar" ifadelerini hatırlattığı yazısında haziran ayında yapılacak genel seçimlere işaret ederek şunları aktardı:
"Macron'un genel seçimleri kaybetmesi hiç kuşkusuz ikili ilişkileri daha karmaşık hale getirecektir. Le Pen'e oranla, Melenchon'un şansı daha yüksek. Ancak iki liderin başkanlığını yapacağı ittifakların profiline bakıldığında, Erdoğan'ın aralarındaki yumuşamaya rağmen her fırsatta küçümsediğini saklamadığı Macron'un kazanmasını tercih edeceği aşikar. "