Mahçupyan: AKP kendi içinde otoriterliğe gidiyor; Erdoğan amigo çevresine müsamaha gösterdi

Fotoğraf: Sinem Babul - T24

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun istifası, AKP içerisinde yaşananlar ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın tutumuna ilişkin, "AK Parti devletin otoriterliğine karşı çıkarken maalesef şimdi bizzat kendi içinde otoriterliğe kayıyor" dedi. "Erdoğan sadece ‘kendisi’ olarak yönetimin başında olmak istiyor" diyen Mahçupyan, "Erdoğan’ın her konuda kendi tercih ettiği adımın kendi istediği şekilde atılması için baskı yapması ve bunu bel altından vuruşlarla destekleyen amigo çevresine müsamaha göstermesi, AK Parti’nin tamiri çok zor bir yara almasıyla sonuçlandı" ifadesini kullandı. 

 

Mahçupyan’ın Karar’da “Niçin şimdi?” başlığıyla bugün (15.05.2016) yayımlanan yazısı şöyle:

Henüz altı ay önce yüzde elliye yakın oyla iktidara gelmişsiniz, önünüzde seçimsiz bir dört yıl var, cumhurbaşkanlığı, hükümet ve Meclis çoğunluğu elinizde, muhalefet tamamen darmadağın olmuş… Ve siz ilkeler çerçevesinde kurumsallaşamadığınız, kurumsallaşmak da istemediğiniz için kendi içinizde kriz yaşıyorsunuz…

Bir toplantıda Davutoğlu Türkiye’nin bir ‘kaçan fırsatlar ülkesi’ olduğunu söylemişti. Bugün de böyle bir fırsat kaçmış durumda. Türkiye’ye bakarken büyük düşünebilen AK Parti, kendi içine döndüğünde küçük düşünmekten bir türlü kurtulamadı. Tarih ülkenin çok elverişli bir küresel ortamda yeni bir siyasi kültüre yönelme fırsatını heba ettiğini yazacak. Mesele Davutoğlu’nun kalması veya gitmesi değil… Nasıl bir yönetim tahayyülüne sahip olunduğu…

Erdoğan sadece ‘kendisi’ olarak yönetimin başında olmak, diğer herkesin tepeden gelen doğrultu uyarınca uygulayıcı olmasını istiyor ama konumu buna el vermiyordu. Davutoğlu’nun ise, yönetebilir konumda olmasına karşın, siyasi gücü ve etkisi buna elvermiyordu. AK Parti’nin çoğulcu ve daha demokratik bir toplumsal/siyasal yapılanma için dönüşüm fırsatı yakaladığı, bunun harcanmaması gerektiği de açıktı. Ayakta kalmayı garanti eden, toplumsal meşruiyeti elden kaçırmayan, hassas bir geçiş sürecinin başındaydık. Dört sene sonra yeni bir vatandaşlık anlayışını içeren bir anayasa ile hukuk devleti olmanın gereğine bir adım daha yaklaşan, otoriter devlet geleneğinin zımni tehdidinden biraz daha uzaklaşmış bir Türkiye yaratılabilirdi. Çok olumsuz gözüken dış koşullar gerçekte tam tersi avantajlar da içermekteydi. Avrupa ve ABD’nin Türkiye’nin kıymetini anlamaya yöneldiği bir evreye geçilmiş, Kandil tarafından ‘anlaşma’ arayışları duyulmaya başlanmıştı. Yapılması gereken, aynı zamanda AK Parti için başarılması en kolay olandı da… Yani iç bütünlüğü, dayanışmayı, sinerjiyi korumak, bu hareketin diğer sağ partilerden temel farkı olan kadro insicamını bir toplumsal güç haline getirmek.

AK Parti herkesin en başarılı olduğunu sandığı alanda başarısız oldu. Erdoğan’ın her konuda kendi tercih ettiği adımın kendi istediği şekilde atılması için baskı yapması ve bunu bel altından vuruşlarla destekleyen amigo çevresine müsamaha göstermesi, AK Parti’nin tamiri çok zor bir yara almasıyla sonuçlandı. Bugün irrasyonel olanı rasyonalize etmek üzere çaresizce uğraşan kalemlerin seviyesi sadece yaşanmış olan basiretsizliği katmerleştiriyor…

Farklı bir rasyonalite arıyorsanız ‘niçin şimdi?’ diye sormanız gerek. İşler tahammül noktasını mı aşmıştı? Bu iki kişi arasında uzlaşmaz bir çelişki mi vardı? Yoksa acaba ‘bu işin’ şimdi yapılmasının özel bir işlevi mi var? Acaba ABD seçimleri sonrasında Ortadoğu’yu da etkileyecek ortam ve AB ile ilerleyecek yakınlaşma, altı ay sonra bu operasyonun yapılmasını imkansız mı kılıyordu? Acaba Kürt meselesinin yeniden barışçı bir kanala doğru kaydığı, evrensel ilkelere uygun bir başkanlık sisteminin hayata geçtiği bir dönemde AK Parti’nin de kaçınılmaz olarak demokratikleşmesi gerekeceğinden mi rahatsız olundu? Amaç başkanlık sistemi falan değil, doğrudan fiili başkanlık mıydı? Amaç sistem kurmaktan özellikle kaçınarak, sistemsizliği kişi etrafında kurumsallaştırarak ferdi kariyer açlığını tatmin mi etmekti?

AK Parti devletin otoriterliğine karşı çıkarken maalesef şimdi bizzat kendi içinde otoriterliğe kayıyor. Devlet ‘bize’ benzeyecek yerde ‘biz’ devlete benzeyeceksek eğer, darbelere ve darbecilere karşı olmanın ne anlamı kalıyor?