Mahçupyan: Altı boş başkanlık methiyeleri AKP'ye zarar

Mahçupyan: Altı boş başkanlık methiyeleri AKP'ye zarar

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, Başkanlık sistemini yalnızca Erdoğan liderliği üzerinden tartışan AKP destekçilerinin partiye zarar verdiğini ifade etti.

Başkanlık sisteminin toplumla sınayarak karara bağlanacak yeni bir anayasa ile gerçekleşebileceğini ve bunun bir başkanlık modeli seçip ona göre yapılamayacağını belirten Mahçupyan, "Muhalefet ve yurtdışında AKP alerjisinden beslenen çevreler bu olayı ‘başkanlık’ kelimesini öne çıkararak ve bu değişimi Erdoğan’ın ‘şahsi hırsı’ üzerinden anlamlandırarak sunacaklar. İçeriği olmayan, şekilci ve sığlaştırıcı her türlü tartışma buna hizmet edecek. O nedenle kendisini AKP destekçisi sanan bazı kişilerin altı boş başkanlık methiyesi düzmelerinin partiye sadece zarar vereceği açık" dedi.

Etyen Mahçupyan’ın Akşam’da 'Başkanlık tartışması (1)' başlığıyla yayımlanan (28 Aralık 2014) yazısı şöyle:

 

Başkanlık tartışması (1)

 

Haziran seçimlerini de açık ara farkla AKP kazanacak ve seçim beyannamesinde sözünü edeceği maddeleri hayata geçirmek üzere toplumdan onay alacak. Bunların arasında şu veya bu şekilde bir sistem değişikliği önerisi de kaçınılmaz olarak yer alacak. Çünkü şu anki sistemin devam etme ihtimali artık bulunmuyor. Zaten bir tür hilkat garibesi olan bir yapıdan söz ediyoruz. 1980 darbesinin siyaset alanını dizayn etmesine dayanan bu yapı, esas olarak parlamento ve hükümet üzerine bir bürokratik vesayetin yerleştirilmesini ifade etti. Asker sistemin sahibi ve ideolojik referansı olurken, yargı da tümüyle ‘profesyonel’ bir kalıp içinde, toplumsal denetimden kopuk olarak sistemin ‘yağdanlığı’ olma işlevini yüklendi. Yürütmenin siyasi tarafı bürokrasiye söz geçiremezken, muhalefetin de elinde sadece Meclis’te engel çıkararak iş yaptırmamak stratejisi kalmıştı. Buna cumhurbaşkanlığı makamının sayısız yetkiyle donatılıp sorumsuz kılınmasını ekleyelim. Rejim bu makamın muhakkak şekilde ‘kendi adamı’ tarafından doldurulacağından o denli emindi ki, böylesine bir garabetin ‘demokratik’ denen bir sistemde yaşaması düşünülebildi. 

Cumhurbaşkanı’nın AKP’nin içinden çıkacağı anlaşıldığında ise sistem tek kelimeyle çamura yattı ve Anayasa Mahkemesi’nin meşruiyetini sonraki süreçte epeyce yıpratacak olan 367 kararı alındı. Bugün halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı varsa, bu tümüyle 12 Eylül rejiminin ve geçmişe damgasını vuran vesayetçi statükonun ürettiği bir sonuçtur. Ne var ki bu eşik bir kez geçildiği andan itibaren artık karşımızda çok farklı bir durum bulunuyor: Halk kendi cumhurbaşkanını bir kez seçtikten, bu hakkı kullandıktan sonra, o hakkın yeniden Meclis’e verilmesi gerçekçi olmadığı gibi demokratik açıdan sorunlu da. Hele yapılan saha çalışmalarında toplumun yüzde doksandan fazlasının cumhurbaşkanını halkın seçmesini istediği bir durumda.  Diğer taraftan halkın seçtiği bir cumhurbaşkanının sadece sembolik bir konuma sahip olması da yine pek gerçekçi değil. Yetkiyi bizzat sahibi olan halktan ve o halkın çoğunluğunun oyu ile almış birinin sadece misafir karşılaması ve hediye değiş tokuşunda bulunması beklenemez. Bırakın ki şu anki anayasa cumhurbaşkanlığı makamının birçok yetkiyi kullanmasına zaten izin veriyor. Salt parlamenter bir sistemde kullanılan bu hakların, halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanının olduğu bir yapıda kullanılmaması düşünülemez.  Demek ki önümüzdeki dönemde Türkiye parlamenter sistemden uzaklaşarak başkanlık sistemine yanaşacak. Bunun bütün partilerce bir veri olarak alınmasında ve tartışmaların bu zemin üzerinde gerçekleştirilmesinde büyük yarar var. Çünkü söz konusu ‘uzaklaşmanın’ miktarı ve üretilecek sistemin iç yapısı tamamen tercihe bağlı. Önümüzdeki geniş bir yelpaze, sayısız alternatif bulunuyor. ABD veya Fransız sistemleri ya da Latin Amerika örnekleri sadece esinlenilebilecek olan uygulamalar. Türkiye kendi iç tartışmaları sonunda uzun vadeli, kalıcı, işlevsel ve üzerinde mutabık kalınmış bir siyasi sistem üretmek zorunda.  Bu ise yeni bir anayasa demek… Diğer bir deyişle bir başkanlık modeli seçip ona göre anayasa yapacak değiliz. İdeal sistemi yeni anayasa tartışmasının içine yedirerek, toplumla sınayarak karara bağlamak zorundayız. Çünkü burada esas olan siyasi anlamda kamusal alanın yeniden tanımlanması ve özgürleştirilmesidir. Mesele yürütmenin hareket alanını açtığımız oranda, Türkiye’de eksik olan ‘şeyin’, yani demokrasinin ve demokrat zihniyetin bu sistem değişikliği ile birlikte gündelik hayatımıza ve toplumsal karar mekanizmalarımıza yerleştirilmesidir.  Muhalefet ve yurtdışında AKP alerjisinden beslenen çevreler bu olayı ‘başkanlık’ kelimesini öne çıkararak ve bu değişimi Erdoğan’ın ‘şahsi hırsı’ üzerinden anlamlandırarak sunacaklar. İçeriği olmayan, şekilci ve sığlaştırıcı her türlü tartışma buna hizmet edecek. O nedenle kendisini AKP destekçisi sanan bazı kişilerin altı boş başkanlık methiyesi düzmelerinin partiye sadece zarar vereceği açık. Türkiye ihtiyacı olduğu için bir sistem değişikliğine gidecek… Lideri ihtiyaç duyduğu için onu ‘başkan’ yapmayacak. Ama sonuçta bu hareketin lideri tabii ki daha fazla icrai yetkiye sahip olacak ve sorumluluk taşıyarak denetime açık bir görev üstlenecek.  Bu değişiklik topluma huzur, güven, refah ve mutluluk getirecekse anlamlı. Ve böyle bir imkân da gerçekten mevcut. O halde bunun altını doldurup toplumu yanına alarak ilerleyen bir stratejinin üretilmesi gerek. Yoksa iktidarın kendi eliyle inşa etmekte olduğu bu yol kolaylıkla bir tuzağa dönüşebilir…